Geçtiğimiz hafta medyaya CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun internet ortamında gerçekleştirilen bir toplantıya katıldığı ve toplantıda parti örgütlenmesi ve seçim güvenliği ile alakalı bir konuşma gerçekleştirdiği yansıdı. Ancak gündemi meşgul eden esas mesele Kaftancıoğlu'nun anlattıklarından ziyade konuşması esnasında Mustafa Kemal Atatürk'ten bahsederken çok kez "Gazi Mustafa Kemal" ifadesini kullanması ve bunun bilinçli bir tercih olup olmadığı sorulduğunda ise "Kişilerin isimlerinden söz ederken, belirli alışkanlıklarla bunların özel atıflarla kategorize edilmesine karşıyım. Yıllardır kullandığım gibi bu şekilde ifade etmek, kendimi ait hissettiğim bir ifade olduğu için tercih ediyorum" cevabını vermesi oldu.
Bu diyaloğun medyaya yansımasının ardından CHP'nin Atatürkçü isimlerinden sert tepkiler geldi. Bu sert tepkilere Kaftancıoğlu, "Kenan Evren" ve "klavye" Atatürkçüleri suçlamaları ve hatta "devrimci Atatürk" vurgusu yaparak cevap verdi. Daha sonrasında ise parti yönetimi sürece el koydu ve tartışmaların sonlandırılmasını istedi.
Bu "Atatürk" tartışması göstermektedir ki CHP'de yıllardır "çok seslilik" olarak kamuoyuna sunulmak istenen parti içi güç mücadeleleri Kılıçdaroğlu'nun rakipsiz olarak tüm gücü elinde bulundurmasına rağmen devam ediyor. Ancak bu güç mücadelesinin arkasında yalnızca koltuk ve iktidar kavgası değil, esasen Kılıçdaroğlu'nun en başından beri hayata geçirmek istediği farklı bir CHP'nin doğum sancıları yer almaktadır. Bu sancı ise esas itibarıyla ulusalcı Atatürkçülüğün en azından fikren CHP'den tasfiye edilişinin sonucudur.
Atatürkçülüğün başarısızlığı
"Atatürk" özellikle 28 Şubat'tan itibaren laiklik üzerinden başlayan çatışmalarda önce Milli Görüş, sonrasında Erdoğan ve AK Parti karşıtlığında CHP ve CHP çizgisi üzerinde yer alan tüm aktörler tarafından tabanı konsolide etmek amacıyla araçsallaştırıldı.
2002'de AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesinin ardından o günkü CHP yönetimi iki partili siyaset sahnesinde kutuplaşmanın kendisine sağlayacağını düşündüğü avantajla Atatürk sembolüne daha fazla sarılmaya başladı. Böylelikle baş edilemeyen Erdoğan karizmasının karşısına kutsallaştırılmış Atatürk karizması kondu ve CHP kendi tabanını "Atatürk vs. Erdoğan" üzerinden mobilize etti. Ancak bu strateji o günkü vesayetçi aktörlerin desteğine rağmen Erdoğan'ı mağlup etmede başarısız oldu. Üstelik CHP hem tavanda hem de tabanda ideolojik olarak savunduğu sosyal demokrasiden de uzaklaşarak dar bir Atatürkçülük kalıbına sıkıştı ve seçim mağlubiyetleri üst üste geldi.
2010'da Deniz Baykal'ın yerine gelen Kemal Kılıçdaroğlu'nun yapmak istediği ilk şey de bu "Atatürkçü kabuğu" kırarak geniş toplumsal kesimlere açılmak oldu. Ancak Atatürkçü stratejinin tüm başarısızlıklarına rağmen bu tabunun sertliği ve dokunulmazlığı, hızlı bir değişimi engelledi. Bunun yanında Atatürk, tüm geçen yıllara rağmen tabanı Erdoğan karşıtlığında kolaylıkla mobilize edebilen belki de tek CHP'li aktördü. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu'nun Atatürk'ün sağladığı konfordan vazgeçmesi de hemen mümkün olmadı.
Erdoğan'ı "öcüleştiren" Atatürkçü stratejinin geniş toplumsal kesimlerde kendilerinin de öcüleşmesiyle sonuçlanmasının çaresiz kabulünün ardından Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a karşı yeni bir strateji benimsedi. Bu strateji en başından beri CHP'nin kurucu kodlarından uzaklaşması, Atatürkçülerin tasfiyesi şeklinde eleştirildi. Ancak Kılıçdaroğlu, cepte olan Atatürkçü tabanın Erdoğan karşısında CHP'ye oy vermek zorunda olduğu kabulüne dayanarak ve "tıpış tıpış oy vereceksiniz" yaklaşımıyla Atatürkçü hassasiyetleri kenara bıraktı. Kemik tabanın tarihsel olarak düşmanı olan İslamcı, FETÖ'cü, Kürt milliyetçisi ve marjinal soldan gelen çeşitli aktörleri partiye eklemleyerek geniş toplumsal kesimlere açılma stratejisi yürütmeye çalıştı. Son yıllarda ise bu strateji öyle bir hal aldı ki on yıl önce tabanın cumhurbaşkanı olmasını engellemek için sokaklara döküldüğü bir isim CHP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak tartışılabilir hale geldi. Dolayısıyla Atatürkçülüğün Erdoğan karşısındaki başarısızlığı eski aktörlerin yerine farklı kesimlerden pragmatik, popülist ve hatta marjinal isimlerin gelmesiyle sonuçlandı.
Atatürk, çaresizlik ve öcüleştirme
CHP'de kalan kısıtlı sayıda Atatürkçü aktörün ve kemik tabanın hal-i hazırda yaşadığı çaresizlik ise Kılıçdaroğlu tarafından oldukça iyi kullanılmaktadır. Her ne kadar mevcut tartışmalar parti içi kavga olarak basitleştirilebilecek olsa da bu kavganın mağlup tarafı Erdoğan karşısında da yenilmiş Atatürkçülerdir. Kılıçdaroğlu da bu durumu kendi istekleri doğrultusunda kullanmakta ve gerek parti yönetiminde gerekse politika ve strateji üretiminde ortaya çıkan Atatürkçü muhalefeti Erdoğan öcüsüyle susturabilmektedir.
İşte bu noktada CHP'li Atatürkçülerin çaresizliği ortaya çıkmaktadır. En ufak bir parti içi muhalefet ve eleştiride "hain" olarak damgalanan ve "Erdoğan'a çalışıyor", "Erdoğan'a yarayacak" suçlamalarıyla susturulan Atatürkçülerin büyük bir ümitsizlikle kabuklarına çekiliyor olması da bu çaresizliğin ürünüdür. Çünkü "Erdoğan öcüsü"nden korkuları, kendi değerlerine sadakatten ağır basmakta ve partideki başta sol-liberal, marjinal sol ve hatta Kürt milliyetçisi isimlerin kendi değerlerine karşıt açıklama ve adımlarına karşı kızıp bağırmak dışında herhangi bir tepki verememektedirler. Bunun temel sebebi ise Erdoğan karşıtlığına endekslenen Atatürkçülüğün sebep olduğu kısıtlı hareket alanıdır.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP'nin yerine oturtulmaya çalışılan yeni ideolojik konumlanmasında Atatürkçülerin yeri bulunmamaktadır. Bu CHP'de Atatürk artık yalnızca gerekli görüldüğünde kullanılan bir siyasi refleks ve popülist reaksiyon aparatı halini almıştır. Bunun dışında CHP için Atatürk artık Mustafa Kemal'e dönüşmüş, ulusalcı Atatürkçüler ise Erdoğan karşıtlığı çatısı altında buna katlanmak ve sandık geldiğinde bu motivasyonla CHP'ye veya dostlarına oy vermek zorunda olan kitleler haline gelmiştir. CHP yönetiminin meseleye bakış açısı da bu şekildedir ve bu bakış Kaftancıoğlu nezdinde somutlaşmaktadır. Dolayısıyla CHP'deki Atatürk tartışmaları ve Atatürkçü fikirlerin tasfiye süreci ancak böylelikle somut bir anlam kazanmaktadır.
[Sabah, 19 Eylül 2020].