Türkiye'nin zengin bir birikimi var, ama son zamanlarda daha iyi anlaşılıyor ki bu birikim dış dünyaya yeterince tanıtılamıyor. Tanıtılmış olsak ülkemiz, kültürümüz ve insanımız hakkında bu kadar yanlış fikirler ve önyargılar olmazdı. Demek ki bu konuda fazla kafa yormadığımız gibi üzerimize düşen görevleri yapmayı ihmal etmişiz. Türkiye'nin kapsamlı bir tanıtım stratejisi ve kampanyasına ihtiyacı var. Bu işte resmi kurumlar kadar Avrupa'daki Türk sivil kurum ve toplulukları da etkin rol almalı. Kısa, orta ve uzun vadede yapılabilecek rasyonel faaliyetlerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
Tanıtım etkinliklerinin planlanma ve yürütülmesinden önce geniş çaplı imaj araştırması yaptırılmalı. Türkiye tarihi, kültürü, sanatı ve coğrafyası ile nasıl algılanıyor? Avrupalıların gözünde nasıl bir Türkiye imajı var? İmajlar olumlu mu olumsuz mu? Bunların kaynakları neler? Avrupa'da yaşayan Türklerin bu imajların oluşumuna katkısı ne? Bu soruların yanıtı olmadan tanıtım planı yapmak ve uygulamaya koymak yararsız. Avrupa ve diğer ülkelerde markalaşma faaliyetleri sürdürülmeli. Türkiye sanatı, kültürü, bilim ve uygarlık birikimleri, mutfağı, coğrafyası ve fiziki özellikleri, insani sıcaklığı ile güven duyulan bir markaya dönüştürülmeli. Başkentler ve büyük kentlerde Türk Kültür Merkezleri/Enstitüleri kurulmalı. British Council ve Goethe Enstitüsü gibi kuruluşlara benzer bir Türk Enstitüsü dil, kültür, sanat ve uygarlık birikimlerinin kurumsal bir çatı altında tanıtılmasını sağlayacaktır.
Müşavirlik-ataşelik yetmez
Sadece müşavirlik veya ataşelik düzeyinde benzer bir tanıtım yapılamıyor. Kurumsal çatı olunca hem kaynakların sunulması hem de eğitim, seminer ve konferansların yapılması kolaylaşır. Türkiye'de bunun son örneklerinden biri, İspanyol hükümetinin açtığı Cervantes Enstitüsü olmuş ve İstanbul'da binlerce insan İspanyolca kursu almaya başlamış, İspanyol dans ve müziğine merak salmıştır.Türk Kültür Enstitüleri aynı zamanda en ciddi ve güvenilir bilgi merkezleri işlevini de yürütecektir. Avrupa kültüründe moda ve tekstilin önemli bir yeri var. Türk moda ve tekstil ürünleri markalaşma sürecine ciddi katkı yapacak zenginlik ve birikime sahiptir. Bu birikimin Avrupa moda merkezleri kanalıyla sunulması etkileyici olacaktır. Tanınmış medya mensuplarının Türkiye'ye davet edilerek sanat, kültür ve uygarlık birikimlerinin yerinde görülmesini sağlamak etkili olacaktır. Gazeteler geniş gezi ekleri veriyor, TV'ler prime-time'da gezi programları yayımlıyor. Türkiye buralarda görünür değil. Seyahat yazarları ve gezi programı yapımcıları TÜRSAB veya Avrupa'daki Türk kuruluşlar tarafından Türkiye'ye davet edilmelidir.
Avrupa'daki etkin üniversitelerde Türkiye Araştırmaları Kürsüsü kurulmalı. Uzun vadeli bu tür girişimlerin çok ciddi katkılar sağladığı biliniyor. Türkiye ancak birikimlerini etkin bir dille anlatabilirse daha olumlu bir imaj inşa edebilir. Seçkin üniversitelerde kurulacak Türkiye Araştırmaları Kürsüleri, ülkeyi odağa taşıyan yayın, danışmanlık, konferans, lisans ve doktora araştırmalarına zemin hazırlar. Geniş katılımlı öğrenci değişimi, Türkiye'de gençlik kamplarına öğrenci daveti, gönüllü aileler yanında ağırlanması gibi etkinlikler ile yaygın, sürekli ve kuşaklararası sürecek etkilerin bırakılması sağlanabilir.
Avrupa'da bütün yazılı medya organlarında geniş yeme-içme kültürü ekleri verilmekte, TV'lerde ise prime-time kuşağında yemek programları yapılmaktadır. Yemek tarifi kitaplarının bazıları 1 milyondan fazla satar. Bu ek ve programlarda Türk yemekleri ile bilgi ve sunumlara rastlanmıyor. O nedenle bu konuda temayüz etmiş yazar ve programcıların Türk yemek kültürü ile tanışması sağlanmalı. Türk yemek kültürünün medyada yer alması her türlü ilandan daha derin bir etki yaratır. Avrupa'da, dışarıda yemek yeme kültürü yaygın olduğu için insanların Türk lokantalarına daha sık gitmeleri, Türk mutfağıyla yakından tanışmaları ve dolayısıyla Türkiye markasının bilinçlerine yerleşmesi sağlanacaktır.Türkiye'nin uygarlıklar birikimi arasında 'dini/manevi' zenginlikler büyük yer tutar. Özellikle dini turizm açısından zengin bir birikim söz konusu. Hıristiyanlar dünyanın en kalabalık dini grubunu oluşturuyor. Anadolu'da bu dine ait birçok kalıntı var. Bunların sistematik biçimde tanıtılması Türkiye'yi cazibe merkezi haline getirecektir. Bu anlamda dini turizm aktif bir şekilde desteklenmelidir. Avrupa'daki Türkler hem sayısal hem coğrafi dağılım hem de gittikçe gelişen eğitim ve iktisadi birikimleri ile potansiyel bir sosyal sermaye ve sosyal ağ oluşturmaktadır. Bu sosyal sermaye ve ağ şimdiye kadar kullanılmamış ve mobilize edilmemiştir. Türkiye'ye hâlâ sıkı bir gönül bağı bulunan Avrupa Türklerinin tanıtım ve markalaşma süreçlerine dahil edilmesi de yararlı sonuçlar doğuracaktır.