Koronavirüs ve Libya'nın gölgesinde kalmış olsa da Suriye gündemi yeni ve önemli gelişmelerle kendi mecrasında akmaya devam ediyor.
Trump yönetimi birkaç aydır hazırlığını yaptığı ve "Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası" adı verilen tasarıyı yürürlüğe soktu. Beşşar ve eşi Esma Esed listede yer aldı. Esed rejiminin uygulamış olduğu savaş suçlarının cezalandırılması amacıyla çıkarılan yasa sadece rejim yöneticilerini ve rejime destek veren İran ve Rusya'yı kapsamıyor.
Yasada zikredilen kişi ya da şirketlere finansal ya da teknolojik destek sağlayan, malzeme yardımı yapan veya herhangi bir önemli işlem yapan taraflar da yaptırıma tabi tutulabilecektir. Bu yaptırımlar mal varlıklarının dondurulması, vize verilmemesi gibi işlemleri kapsıyor.
Rusya ve İran'ın yaptırımlardan korunmak için geri adım atması beklenebilir. Ancak yasanın etrafından dolanarak Suriye'deki etkinliklerini korumaya dönük adımlar atması da söz konusu olacaktır. Dolayısıyla yasanın kısa sürede sahadaki dengeleri değiştirmesi beklenmemeli. Yasanın etkisi Esed rejiminin meşruiyetinin aşındırılması ve ekonomik açıdan zor durumda bırakması şeklinde tezahür edecektir. Suriye'deki mevcut ekonomik krizle birlikte düşünüldüğünde Esed rejiminin Rusya ve İran'a daha fazla yük oluşturacağı açıktır. Dolayısıyla ABD'nin, rejimi sıkıştırmak yoluyla Rusya ve İran'ın rejim konusundaki katılığını aşındıracak bir adım attığını ifade etmek mümkün. Nitekim kamuoyuna Esed'in görevden ayrılması senaryosu da tartışılmaya başlandı.
Burada Esed'in gitmesi durumunda Suriye krizinin nasıl şekilleneceği sorusu akla geliyor. Rusya ve İran Esed üzerinden elde ettikleri kazanımları koruyabilecekleri bir isimle yola devam etmek isteyecektir. Bu durumda çok fazla bir şeyin değişmeyeceğine dair bir kanaat söz konusu. Halbuki Esed'in gitmesi mülteci meselesinden muhalefetin tavrına, müzakere masasının yeniden formüle edilmesine kadar bir çok konu daha gerçekçi bir düzlemde tartışmaya açılabilecek.
Astana zirvesinin çıktıları
Trump yönetiminin bu kararının ardından altıncısı düzenlenen Astana zirvesi de Suriye'deki krizin gidişatını değerlendirmek için veri sunuyor. Terörle mücadele, Suriye'nin toprak bütünlüğü, İdlib'le ilgili anlaşmaların geçerliliği artık her zirvede vurgulanan konular.
Bu konular Türkiye'nin Suriye politikası ve söylemiyle doğrudan uyuşuyor. Her ne kadar Rusya PYD'yi hatta PKK'yı terör örgütü olarak kabul etmemesi bu bağlamda kendi hanesinde ciddi bir çelişki olarak duruyor ve Türkiye'nin güvenini etkileyen bir parametre olarak ön plana çıkıyor. Esed rejiminin de PKK/PYD'yi meşrulaştıracak müzakerelerde bulunuyor olması da Türkiye açısından kabullenilebilir bir şey değil.
Bu zirvede üzerinde mutabakat vurgulanırken en somut çıktı ise Anayasa Komitesinin Ağustos ayında toplanması ve alıkonulan kişilerin serbest bırakılmasına yönelik konularda gerçekleşti.
Anayasa Komitesi uzun süre önce belirlenmesine rağmen rejimin süreci baltalamak amacıyla toplantılara katılmaması dolayısıyla işlevini yerine getiremedi. Ancak rejimin meşruiyetini sarsan "Sezar Yasası", rejimi bu konuda daha ihtiyatlı davranmaya ve muhalefetle müzakereleri daha fazla ciddiye alması için zorlayabilir. Rusya ve İran'ın da rejime bu yönde telkinde bulunmaları bekleniyor.
Bu tablo Esed rejiminin gittikçe sıkıştığını ve Rusya ile İran'a daha fazla yük olmaya başladığını gösteriyor. Rusya ve İran'ın bu durumu aşmak için Astana'yı bir araç olarak görmeleri muhtemel. Bu yaklaşım Suriye'de çözüm sürecini daha zorlaştıracaktır. Daha makul senaryo ise Esed'in kendisinden başlamak üzere rejimin tasfiyesi ve eş zamanlı olarak iktidarın yeniden kurgulanmasıdır. Bu tabi ki bir süreç ve zaman meselesi. Ancak mevcut kilitlenme durumundan çıkmanın da ilk adımıdır.
[Sabah, 4 Temmuz 2020].