Astana toplantılarının on beşincisi geçtiğimiz Çarşamba günü gerçekleşti ancak medyada tartışılması bir yana oldukça sıradan bir haber olarak geçiştirildi. Konuyla alakadar "uzmanlar" dahi ilgilenmediler. Suriye krizinin kilitlenmesi, Amerikan seçimlerinde kopan gürültü, dünya siyasetinin bir türlü aşılamayan açmazları, pandeminin etkileri, Türkiye siyasetinin sürekli değişen ve ısınan gündemi hem Suriye krizi hem de Astana ve Anayasa çalışmalarını fazlasıyla gölgede bırakıyor.
Bu yönüyle Astana toplantısına yönelik ilginin sönük kalması anlaşılır bir durum. Öte yandan Suriye gerçekleri değişmedi. Rejim yerinde duruyor, Rusya ve İran aralarındaki ihtilafa rağmen rejimi ayakta tutmaya devam ediyor. ABD, PYD'yi beslemeye devam ediyor. Mülteciler geri dönemiyorlar. Bu liste uzar gider.
Astana zirvesindeki tarafların pozisyonlarına, sonuç bildirgesine ve sahadaki duruma bakıldığında da Suriye krizinin donakaldığına dair bir hissiyat oluşuyor.
Sonuç bildirgesinde Anayasa, Suriye'nin toprak bütünlüğü, barışçıl çözüm gibi birçok önemli konuya dair artık ezberlediğimiz ifadeler mevcut. Bununla birlikte son zirvede ele alınan ve sonuç bildirgesine yansıyan dikkat çekici birkaç husus var.
Birincisi İsrail'in Suriye'deki askeri faaliyetlerinin kınanması. Suriye krizinin başından beri rejim ve İran milislerine yönelik noktasal operasyonlar sürdürmesine rağmen İsrail ilk defa zirve metninde yer alıyor. Hatta bu durum İran ile Rusya arasında en ihtilaflı konulardan birisi olageldi. Geçtiğimiz hafta bir Rus yetkili İsrail'in saldırılarından rahatsız olan rejimin kapsamlı bir cevap verebileceğini ifade etmişti. Yine de Rusya'nın kınamaya ikna olması ilginç.
Petrol gelirlerinin Suriye yönetimine aktarılması gerektiğine dair ifadeler ise doğrudan Amerikan kontrolündeki PYD ile ilgili. Zira Suriye enerji kaynaklarının yaklaşık yüzde 80'i ABD/PYD kontrolü altındaki bölgelerde. Dolayısıyla rejimin finansmanı zor durumda ve anlaşılan Rusya ve İran bu ekonomik yükü kaldırmakta zorlanıyorlar. Ancak ABD'nin PYD ve petrol gelirleri konusundaki pozisyonunu değiştirmesi beklenmemeli. Çünkü ABD'nin mevcut stratejisinin unsurlarından birisi rejimi ekonomik olarak iflasa sürüklemek. Yine de ne ABD'nin bu stratejisi ne de uyguladığı yaptırımlar dolayısıyla kötüleşen durum açıkça ABD'ye fatura edilemiyor.
Yaptırımların Covid-19 krizinin de etkisiyle artan maliyetleri zikredilirken bile Rusya ve İran'ın ABD'yi söz konusu etmekten kaçınmaları dikkat çekici.
İdlib ve Suriye'deki terör meselesi ise Türkiye için öncelikli konular. Suriye'nin toprak bütünlüğü ve İdlib anlaşmasına yapılan vurgu Türkiye'nin ana argümanları ile örtüşüyor. Bildirgede bölücü unsurlar ve terör örgütleri olarak DEAŞ, Nusra, Heyet Tahrirü'ş-Şam'ın isimleri açıkça zikredilirken YPG ise açıkça zikredilmiyor. BM'nin bu yapıları terör örgütü olarak tanıması dolayısıyla bu durum kısmen anlaşılır durumda. Ancak YPG'nin zikredilmiyor oluşu ve Suriye'nin toprak bütünlüğü söylemi parantezinde anılarak geçiştirilmesi ise düşündürücü.
Öte yandan benzer bir durum İdlib için de geçerli. Sanki Suriye'nin tek sorunlu bölgesi İdlibmiş gibi bir hava söz konusu. Halbuki Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından bakıldığında ABD desteği ile PYD'nin kontrol altında tuttuğu bölgeler çok daha riskli. Dolayısıyla sadece Türkiye değil, bütün taraflarca öncelenmesi beklenir.
Ancak Rusya ve İran'ın en azından şimdilik bu durumu sorun etmediklerini ve bu meseleyi Türkiye'ye havale ettiklerini ifade etmek mümkün. Dahası Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki bütün operasyonlarına yönelik İran'ın muhalefet ettiğini de not etmek gerekir.
Bu tablodan anlaşılan şudur: Astana zirveleri, Suriye'deki gerginliği düşürmesi, temel ilkelerin belirlenmesi, bazı temel konular üzerinde konsensüs sağlaması açısından hala yararlı bir mekanizma olsa da tek başına Suriye krizini çözmesi beklenmemeli, zaten öyle bir iddiası da yok. Taraflar bu süreç üzerinden pozisyonlarını meşrulaştırmaya ve Suriye krizinin ürettiği maliyetleri düşürmeye çalışıyorlar. Son Astana zirvesi de bunu gösteriyor. İç içe geçen sorunlar yumağı olan Suriye krizi ancak statükoyu kıran bir hamle ile mümkün olur. Kimsenin de buna ne niyeti ne de mecali var.
[Sabah, 20 Åžubat 2021].