Cumhuriyetle yaşıt olan Kürt meselesi, bir sorun olarak ortaya çıkarken de çözüme dair adımlar atılırken de değişmeyen "kırmızı çizgiler" fasit dairesinden hiçbir zaman kurtulamadı. Kürt meselesinin yıllar içinde çözüm sürecinden sürekli uzaklaşarak kangren haline gelmesine büyük bedeller ödeyerek şahitlik ettik. Başbakan Erdoğan'ın 2005 Diyarbakır konuşmasından bu yana devlet aklında Kürt meselesine dair yaşanan derin paradigma değişimi ve çözüme dair umutlar da bugünlerde gündeme oturan kırmızı çizgiler provokasyonuna takılma riski taşıyor.
Kırmızı çizgiler siyaseti
Kırmızı çizgiler siyaseti, sorunlar çözüldükçe, ön şartlar yerine getirildikçe diyalog ve müzakere sürecinin başlayacağını vaaz eder. Bu yaklaşım tarzı sadece apolitik olmakla kalmaz sorunun mecrasını çözümsüzlüğe kaydırır. Türkiye, normalleşmek için öncelikle kırmızı çizgiler siyasetinden kurtulmalıdır. Elbette bünyesinde en fazla kırmızı çizgi barındıran yapı müesses nizamın kendisidir. Lakin özellikle son üç yıldır yaşadığımız inişli çıkışlı demokratikleşme süreci, devlet aygıtının vatandaşlarla kurduğu hukuk ilişkisinin tedrici olarak normalleşmesini sağladı. Bu normalleşmeden farklı toplumsal kesimler kendilerine düşen payları da aldılar. Kürt meselesi yaşanan genel iyileşmenin içerisinde bir sorun alanı olarak kalmaya devam ediyor. Tam da bu sebepten dolayı özel bir ilgi ile demokratik açılım süreci başlatıldı. Açılım süreci kırmızı çizgiler siyasetinin yıllarca yasakladığı bütün başlıkların yaygın ve derinlemesine tartışılmasını sağladı. Toplumun kahir ekseriyeti Kürt meselesi ile ilk kez yüzleşti. Özellikle son 25 yıldır medya ve vesayet rejimi marifeti ile toplumdan saklanan bütün konular teker teker ortaya döküldü. Tartışılan konular birçok toplumsal kesim için şok terapisi işlevi gördü. Hassasiyetler, öğrenilmiş cehaletler ve provokasyonlar doğal olarak harekete geçti. Bütün bu hareketlenmeye rağmen hükümet tartışmaların önünü kesmemek için elinden gelen gayreti sarf etti. "Açılım süreci öldü" çıkışları her yükseldiğinde Başbakan sürecin devam ettiğini ve edeceğini ifade etmeye devam etti. Bu sayede tartışmalar kesintiye uğramadan sürdürülebildi. Açılım süreciyle beraber PKK eylemleri de had safhaya ulaştı. Eylemlere rağmen güvenlikçi bir perspektif asıl eksen haline dönüşmedi. Aksine MGK bildirilerinde bile demokratik açılım sürecinin önünü açan ifadeler yer almaya başladı. Geçen sene sonuna doğru PKK eylemlerinin durmasının ardından bütün aktörlere bir muhasebe imkânı doğmuş oldu.
Sol anakronizm sorunu
Maalesef son iki haftadır yaşanan gelişmelerle bu imkân büyük ölçüde heba edildi. Sol anakronik yaklaşım tarzının, tam da eleştirdikleri kırmızı çizgiler tuzağına düştüğüne şahitlik ettik. Kürt meselesine demokratik bir çözümün usul ve sonuçlarına ikna edilmesi elzem olan toplumsal kesimlerdeki kırmızı çizgiler bizatihi Kürt sorunu adına siyaset yapan aktörlerce daha da belirgin hale getirildi. Bugün itibariyle çözümsüzlüğe bir adım daha yaklaşmış bulunuyoruz. Üslup olarak meydan okumayı, usul olarak kırmızı çizgiler dayatmayı tercih eden bu yaklaşım tarzı Kürt meselesinin ne bugüne kadar oluşturduğu ne de bundan sonra ortaya çıkacak maliyetleri anlamaktan uzak görünüyor. Sonuçta, 2007 Nisan ayından beri siyasi ve sosyolojik meşru bir zemin üzerinden gündeme müdahale edemeyen askeri vesayetin kafa kaldırmasına, kamu reformuna dair Sezer'in veto ettiği atılması 2005'ten beri planlanmış adımların inkıtaa uğramasına, farklı dillerin kullanımına dair muhtemel adımların akim kalmasına ciddi katkı sağlamış oldular. Sorunların konuşulması zemininin tesis edilmesini merkeze alan "basamaklar siyaseti" yerine, ön şartlarda ilerleme yaşanmasını icbar eden kırmızı çizgiler siyasetini tercih ederek de apolitik bir siyasi mevziye iyice yerleşmiş oldular. 12 Eylül kısmi anayasa değişimi sürecinde mezkûr siyasetin ilk işaretini verenler içine düştükleri apolitik siyaseti tahkim ettiler. Neticede, sol anakronik siyasal anlamsızlık ile sağcı ilkelliğin makasından fayda ummaya çalışan aciz bir siyasi denklemle karşı karşıyayız. AK Parti açısından bu makas ilk kez kurulmuyor. Referandum öncesi de benzer bir anti demokratik makastan AK Parti'nin halkoylamasında ciddi yara almasına dair hesaplar yapılmaktaydı. %58, toplumun ciddi bir kesiminin "Yeni Türkiye" kızıl elmasını satın aldığını bizlere gösteren bir sonuçtu. Bayrak, savunma güçleri vb. naif ama tahrik edici mayınlarla süslenmiş özerklik ve dil tartışmaları, referandum öncesi yaşanan ve siyasi elitler düzeyinde sayılabilecek gerilimi doğrudan toplumsal düzeye çekme potansiyeline sahiptir. Bu açıdan yeni siyasi makasın çok daha dikkatli şekilde yönetilmesi gerekiyor.
Silahsızlanma ne olacak?
Yaşanan tartışmaların adeta unutturduğu temel bir mesele olan PKK'nın silahsızlandırılması ise dokunulamayan bir alan olmaya devam ediyor. PKK yaşanan süreçte Kürt meselesinden bağımsız bir başlık olmaya doğru ilerliyor. Oysa Kürt meselesinde bir ilerleme kaydetmenin en belirgin işareti PKK'nın silahsızlanmasına kafa yormaktan geçiyor. Kürt sorunu adına siyaset yapanlar neredeyse PKK'nın nasıl silahsızlanacağına dair bir tek öneri bile getir(e)miyorlar. Aktör karmaşası içerisinde, üniversiteli marjinal bir grubun haftalık eylem takvimi düzeyinden farksız bir tarzda Türkiye gündemine müdahil oluyorlar. Bu tarzlarının oldukça etkili ve provokatif olduğu doğrudur. Lakin orta vadede anlamsızlaşacak ve anakronik tutumlarına siyasi tepki bulamayacakları da tecrübeyle sabittir. Yaşanan tartışmalar arasında garip bir şekilde üzerinde fazlaca durulmayan içerik sorunu bile getirilen önerilerin ciddiyet düzeyini göstermektedir. Mahiyeti siyasi pragmatizmden ve maslahattan nasibini almamış, Kürt Kemalizminin anakronik sol aydın patronajıyla servis edilmesinden ibaret olan yaklaşım tarzının çözüme hizmet etmesi mümkün değildir. 1990'ları devleti esir alan küresel ve yerel çeteler eliyle millet maliyetine kayıp yıllar olarak geçirdik. Son on yılda 90'ların tahribatının ancak bir kısmının tadilatı gerçekleşebildi. 2010'ları Kürtleri ve Kürt sorununu esir alan siyasetsizliğe mahkûm etmenin maliyeti çok daha derin olabilir. Kürt meselesinde en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey güven artırıcı adımların atılabilmesinin zemininin inşası ve silahsızlanmadır. Yaşanan tartışmaların tutarlılığı bu neticelere hizmet ettiği ölçüde anlamlıdır.
Sabah, 1 Ocak 2011.