Batı'daki siyaset gündemi ile ilgili tartışmaların içeriğine bakıldığında, Türkiye’de siyasal sistemin dönüşmesi gerektiğine yönelik taleplerin çok daha rasyonel olduğu anlaşılır. Eğer Türkiye, kırk yıldır tartıştığı hükûmet sisteminin iyileştirilmesi ve rasyonelleştirilmesi sürecini sorunsuz tamamlayabilirse, Batı'nın bir adım önüne geçmiş olacak.
Ne demek istediğimi önce birkaç cümle ile izah edeyim. Türkiye, Batı'da bugünlerde yoğun bir şekilde tartışılan “siyasetin popülizmi” ve “popülist siyasal partiler” sorununu 1990’larda yaşadı. Bu durumun nasıl bir krize yol açtığı 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında çok net olarak görüldü. Popülist vaat siyaseti sonucu, ülke ekonomik krize sürüklendi. Siyasal partiler ise siyaseten iflas etti. Söz konusu dönemleri derin bir krizle yaşayan toplum kesimleri ise, AK Parti iktidarları döneminde muhalefet partilerinin özellikle seçim dönemlerinde yoğun bir şekilde kullandıkları popülist vaat siyasetine prim vermedi.
Yine de bazı muhalefet partileri sahte popülist siyasal söylemde ısrar etti. Örneğin Yunanistan’ın radikal sol hareketi Syriza’yı taklit eden HDP, 7 Haziran seçimlerinde popülizmin sınırlarını zorlayan bir kampanya yürüttü. Ancak, kendisine bel bağlayan seçmenleri, Yunanistan’da olduğu gibi, kısa sürede hayal kırıklığına uğrattı. HDP’nin sahte popülist siyasetini cesaretlendiren ve bu siyaset biçimine slogan üreten elit grupları ise, bugünlerde popülizme prim vermeyen ve rasyonel davranan geniş toplum kesimlerine, AK Parti’yi desteklemeye devam ettikleri için, hakaret etmekle meşguller.
Batılı siyaset bilimciler ve gazeteciler son dönemde yoğun bir şekilde Batılı siyasetin giderek daha da popülizme kayan krizini anlamaya çalışıyorlar. Batılı orta sınıfın niçin küreselleşmeden yüz çevirdiğini; nasıl olup da zihinsel olarak Avrupa ideallerinden koptuğunu sorguluyorlar. Popülist partilere oy veren seçmen kitlelerinin motivasyonuna odaklanıyorlar. Radikal sağın yükselmesinde, radikal sol söylemin etkisini ölçmeye çalışıyorlar. Elitlerin bu süreçteki rolünü sorunsallaştırıyorlar. Sağ popülizmine karşı, sol popülist söylemin dengeleyici olacağına yönelik tezleri bir çözüm olarak sunan kesimlerle karşıtları arasında öfkeli tartışmalar var.
Kimisi, çektikleri zorlukların faturasını dış politikada AB’nin vizyonsuzluğuna çıkarıyor. Kimisi de siyasetçilerin, AB’nin geleceğini teknokratlara emanet ettiği için bu sorunların yaşandığını düşünüyor. AB’nin tuzu kuru teknokratlarının, halkın tepkilerini dikkate almadan birer kibir abidesi olarak, kendi konumlarını sağlamlaştırmak için çalıştığını iddia ediyorlar. Gelinen noktada AB’nin, karşısına çıkan her sorun için mevzuat üretmekten başka bir işe yaramayan, hantal bir kurum hâline dönüştüğünü ileri sürüyorlar.
Batı demokrasisinin işleyiş şeklini eleştiriyorlar. Çözüm olarak ise üzerinde durdukları önemli noktalar şunlar: Seçilmiş hükûmetlerin güçlendirilmesi ve halkın duyarlılıklarına zamanında sahici çözümler üretilmesi; Le Pen ve Trump gibi siyasetçilerin daha da tehlikeli bir hâle gelmesinin bir an önce engellenmesi; bunun için de, tüm vatandaşların ihtiyaçlarına duyarlı, demokratik kurumlara, siyasetçilere ve siyasal partilere destek verilmesi...
Batı'daki bu tartışmaların Türkiye’de de tekrar yaşanmaması bir anlamda siyasal sistemin rasyonel dönüşümünün tam olarak gerçekleşmesine bağlı. Çünkü tasarımı yapılan yeni cumhurbaşkanlığı sisteminin en önemli özelliği yürütmenin başının, yüzde elli oyla seçilecek olması. Demokratik bir sistemde bir siyasetçinin yüzde elli oy alması kolay bir süreç değildir. Seçilecek cumhurbaşkanı, geniş toplum kesimlerini ikna etmek için mutedil bir siyasal söylem geliştirerek, siyasetin merkezini hedeflerse ancak bu oy oranlarına ulaşabilir.
Popülist ve marjinal siyasal söylemlerle savrulan siyasetçilerin bu sistemde başarılı olamayacağı açıktır. Dolayısıyla, eğer Türkiye siyasal sistem meselesini sonuca ulaştırırsa, Batı'nın yeni yüzleşmeye başladığı siyasal krizleri büyük oranda geride bırakmış olacaktır.
[Türkiye, 21 Ocak 2017].