Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) yarım asrı aşan sonu gelmez üyelik macerası ‒çok da haksız olmayan bir tabirle‒ bazılarınca zoraki ve mutsuz bir evliliğe benzetiliyor. Bir aşk evliliğinden ziyade ekonomik ve jeostratejik çıkarların dayattığı bu mantık evliliğinde taraflar ne huzurlu bir birliktelik inşa edebiliyor ne de yollarını ayırıp kendilerine yeni bir dünya kurabiliyor. AB, yüzünü doğuya dönüp Rusya, Çin ve İran gibi rakipleriyle yeni bir eksen kurmaktan korktuğu için hiçbir zaman doğrudan Türkiye’yi reddeden bir pozisyon takınmayıp insan hakları, ekonomik göstergeler gibi gerekçeler öne sürerek Ankara’yı oyalamayı sürdürüyor.
AB’nin Türkiye ile ilgili politikasını “Dostunu yakın tut ama düşmanını daha yakın tut” politikası olarak nitelendirmek mümkündür. Diğer taraftan Türkiye haklı olarak yıllar boyunca derinleşmiş olan ekonomik ve teknolojik bağımlılıklardan dolayı AB ile köprüleri atmamaya özen gösteriyor. Böylece ortaya sürekli krizler ve iniş çıkışlarla malul tuhaf bir ilişki biçimi çıkıyor. Ne AB’nin Türkiye’den talepleri bitiyor ne de Türkiye ne kadar çok reform yaparsa yapsın ve ekonomik gelişme gösterirse göstersin AB’yi tatmin edebiliyor.
Daha da kötüsü iki taraf da birbirlerinin iyi niyetli olmadığını düşünüyor. Türkiye’de muhafazakarlardan Kemalistlere, milliyetçilerden solculara kadar birçok kesim tarihten gelen korkularının gölgesinde AB’nin Türkiye’nin hayrına hareket etmediği ile ilgili ciddi şüphelere sahip. AB’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin içinden geçtiği kritik süreci ve sivil kayıpları umursamayarak adeta darbecilerin avukatı gibi hareket etmesi, “Sevres-phobia” olarak adlandırılan ve genellikle temelsiz olarak nitelendirilen bu korkunun çok da yersiz olmadığını kanıtlıyor.
Zira başarılı olması halinde büyük ihtimalle Türkiye’yi iç savaşa sürükleyip bölecek olan böylesine çılgınca bir girişimin Türk halkı ve hükümetinin cansiperane mücadelesi sonucu püskürtülmüş olmasının Avrupalı dostlarımızı pek de memnun etmediği görülüyor. AB’nin güneydoğu kanadını istikrarsızlaştırarak halihazırda Avrupa’da ciddi sosyal çalkantılara sebep olan Suriyeli mültecilere ek olarak milyonlarca yeni mülteci ve ciddi terör dalgaları üretmesi kesin olan böylesine bir mülteci ve ciddi terör dalgaları üretmesi kesin olan böylesine bir felaket senaryosu karşısında AB üyesi ülkelerin vurdumduymaz tavrı ciddi bir akıl tutulmasına ya da kötü niyete işaret etmektedir. AB, Üyeliği Yokuşa Sürüyor Diğer taraftan AB üyesi ülkelerin bir kısmı tarihsel öteki olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı ve çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin AB’ye üye olmasını bir türlü kabullenemiyor. Bundan dolayı sürekli yeni bahanelerle Türkiye’nin üyelik sürecini geciktirmeye ve zamana yaymaya çalışıyor. Önceleri ekonomik ve siyasi gerekçelerle üyelik müzakerelerine başlaması engellenen Türkiye’nin önüne müzakereler başladıktan sonra Kıbrıs meselesi konuldu. Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinin geleceği donmuş birçok uluslararası sorun gibi çözülmesi çok zor olan‒ Kıbrıs meselesine bağlanarak Türkiye’nin üye olmaması adeta garanti altına alınmış oldu. Diğer taraftan mülteci ya da Ukrayna krizinde de ortaya çıktığı gibi AB güneydoğu sınırlarının güvenliğini sağlama konusunda Türkiye’nin işbirliğine muhtaç durumda. Vize muafiyeti meselesine bağlanan mülteci anlaşması ise birçok AB üyesi ülkenin liderinin siyasi geleceği için kritik öneme sahip ve bu durum liderleri birbiriyle uzlaştırılması neredeyse mümkün olmayan bir ikilem ile karşı karşıya bırakmış durumda. Avrupa’ya yönelen mülteci akını AB genelinde zaten yükselmekte olan aşırı sağ hareketlerin yelkenini iyice şişirmiş durumda. Mülteci akınını durdurarak aşırı sağın elindeki argümanları zayıflatmak isteyen AB üyesi ülkeler bunun için Türkiye’nin işbirliğine muhtaç. Bu işbirliği karşılığında ise Türk vatandaşlarına vize muafiyeti uygulamayı vaat ettiler. Fakat Türk vatandaşlarına vize muafiyeti uygulanmasına ise öteden beri aşırı sağcı ve muhafazakar partiler “milyonlarca Müslüman Türk’ün Avrupa’ya göç ederek Avrupa’yı Müslümanlaştıracağı” korkusuyla karşı çıkmaktaydı. Bundan dolayı AB, anlaşmadaki şartların kahir ekseriyetini Türkiye’nin yerine getirmiş olmasına rağmen terör yasalarını bahane ederek vize muafiyeti meselesini zamana yaymak suretiyle sulandırmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliği meselesi birçok Avrupa ülkesindeki siyasi tartışmalarda taraflara istedikleri gibi manipüle edebilecekleri argümanları üretme fırsatı vermektedir. Brexit tartışmalarında da görüldüğü üzere yıllardır Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen Muhafazakar Parti bile bir anda bu meseleyi siyasi bir malzeme haline getirmekten çekinmemiştir.
Çekimser Lider Neden Çekiniyor?
Bütün bu olan bitenler içinde bir ülkenin tutumu Türkiye için daha bir önem arz etmektedir. Bu ülke son on yılda gösterdiği ekonomik gelişme sonrasında AB’nin lideri konum una yükselmiş olan Almanya’dır. Almanya son dönemde fincancı katırlarını ürkütmeden, perde gerisinden Avrupa’nın lideri rolünü oynamaya başladı. Sürekli çok taraflılığa vurgu yaparak ve Fransa’nın gönlünü hoş tutarak istemeye istemeye liderlik üstlenmiş görüntüsü veren Almanya “çekimser lider” olarak tanımlanmaktadır. İki dünya savaşı sırasında Avrupa’da yarattığı yıkım ve neden olduğu insan kayıplarından dolayı Almanya’nın liderliği Avrupa genelinde her zaman için şüphe ile karşılanmaktadır. Yunanistan ekonomik krizinde olduğu gibi tarihten gelen ve ortadan kaybolduğu düşünülen Almanya aleyhtarı önyargılar ve korkular bir anda ortaya saçılmakta ve siyasi tartışmalarda ana söylemleri oluşturmaktadır.
Türkiye ile Almanya birçok açıdan çok sıkı ilişkilere sahiptir. Özellikle ekonomik, toplumsal ve kültürel açılardan ilişkilere bakıldığında Türkiye’nin en yoğun ilişkisinin olduğu ülkelerin başında Almanya gelmektedir. Bu manada Türkiye en fazla ihracatı Almanya’ya gerçekleştirmekte, yurt dışında en fazla Türk kökenli nüfusa Almanya ev sahipliği yapmakta, Türkiye’ye gelen turistler sıralamasında Alman turistler bazı yıllarda birinci bazı yıllarda ise ikinci sırada yer almaktadır. İki ülke kültürel olarak da çok yoğun ilişkiler geliştirmiştir. Bütün bu olumlu tabloya ve karşılıklı bağımlılığa rağmen iki ülke arasındaki siyasi ilişkiler öteden beri gerilimlerle doludur ve gün geçtikçe daha da kötüye gitmektedir. Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerde iki ülkenin birbirinin politikalarına karşı duydukları derin şüpheden kaynaklanan bir güven bunalımının olduğu açık ve seçik olarak gözlemlenmektedir.
Alman siyaseti ve medyasının darbe girişiminden sonra sergilediği utanç verici tavır bu güven bunalımını daha da derinleştirmiştir. Her şeyden önce mülteci krizi nedeniyle dört ay içerisinde beş defa Türkiye’yi ziyaret etmiş olan şansölye Merkel’in darbeden sonra sesi soluğu çıkmaması Almanya adına yüz kızartıcı bir tutumdur. Diğer taraftan darbeyi ve darbecilerin katliamlarını görmezden gelerek “Türkiye otoriterleşiyor” türküsünü çığırmaya devam eden Alman medyasının tutumunun ise düşmanca olduğu gayet açıktır. Rabia meydanında binlerce sivili katletmiş olan Sisi’yi Berlin’de kırmızı halıyla karşılayan Alman siyasetçilerin Türkiye’yi hangi yüzle eleştirdikleri merak konusudur. Ayrıca 500 bin kişiyi katletmiş olan Beşşar Esed gibi yüzyılın şahit olduğu en kanlı diktatörü görmezden geldiği halde neredeyse Türk medyası kadar Türkiye’yi yakından takip eden ve Türkçe kapak üstüne kapak yayınlayan Der Spiegel gibi dergilerin motivasyon kaynağının ne olduğunu tahmin etmek de çok zor olmasa gerek.
Tarihsel Korkular
Almanya’da sağ parti hükümetleri ve sağcı medya organları öteden beri Türkiye’nin AB üyeliği önündeki en büyük engeli teşkil etmişlerdir. Bunun dışında Alman siyaseti ve medyasında PKK terör örgütü üyeleri ve sempatizanları gibi Türkiye aleyhtarı faaliyetlerde bulunan başka kesimler de bulunmaktadır. Bütün bunlara rağmen AB’nin çekimser lideri Almanya’nın Türkiye’den neden bu kadar çok çekindiği, bugüne kadar hala cevabı merakla aranan kritik bir sorudur. Zira ekonomik ve kültürel ilişkilerle kıyaslandığında yüksek düzeyde olması beklenen siyasi ilişkiler her nedense bir türlü rayına oturmamakta ve gün geçtikçe daha kötüye gitmektedir. Galiba bu sorunun cevabı Türkiye-AB ilişkilerinde olduğu gibi, daha çok Almanya’nın Müslüman Türkler hakkındaki tarihsel korkuları ve öteki algısında yatmaktadır.
[Kriter, 1 Ekim 2016].