Öncelikle, okurlarımın ve bütün İslam âleminin Ramazan Bayramı'nı en içten dileklerimle kutlarım.
Ülkemizde yaşayan milyonlarca mültecinin bayramı da ayrıca mübarek olsun.
Onlar bayramı en buruk yaşayanların başında geliyor.
Vatanlarından uzakta, sevdiklerinin bir kısmından ayrı kaçıncı bayramı geçiriyorlar acaba?
Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da yaşanan savaşlarda sevdiklerinin kaçını kaybettiler acaba?
Kimisi evladını, kimisi ise anne babasını ve diğer yakınlarını kaybetti…
Geriye kalanları da kaybetmemek için evlerini, yurtlarını terk etmeyi göze alıp yollara düşmüşler ve Türkiye’ye kadar gelmişler.
Aslında birçoğunun hedefi Türkiye’de kalmak değildi. Çoğu Avrupa ülkelerine gitmek istiyordu, bir kısmı ise ülkelerinde yaşanan savaşlar biter bitmez yurtlarına geri dönüp alışageldikleri hayatlarını sürdürmeyi arzu ediyordu.
Ancak Avrupa ülkeleri onları istemedi ve ülkelerindeki savaşlar ise bitmek bilmedi.
Böylece imtihan devam etti, ediyor…
Onlar "Muhacir" olmanın imtihanını yaşıyorlar, bizler ise "Ensar" olmanın.
Bu imtihan ne onlar için kolay ne de bizler için.
Zira üç buçuk milyonu bulan bir kitleden bahsediyoruz. Türkiye dünyadaki 193 ülke arasında en fazla mülteci barındıran ülke konumunda.
Üç buçuk milyonluk bir kitlenin içinde mutlaka muhacirlik hukukuna aykırı davrananlar çıkacaktır. Ancak bu bize, bunların suçlarını bütün mültecilere yıkma hakkını vermez. Şimdiye kadar gördüğümüz, mültecilerin çok büyük kısmının, ülkelerine dönecekleri güne kadar verdikleri hayat mücadelesini onurlu bir şekilde sürdürdükleridir. Bizler de onların onurlarını kırmadan onlara yardım etmeyi sürdürmeliyiz.
Devletin yetişemediği yerlerde bizler devreye girmeliyiz. Zira ülkemizdeki mülteci sayısı herhangi bir ülkenin kolaylıkla baş edebileceği seviyeyi çoktan geçmiş durumda. Unutmayalım ki Allah, yolunda verdiğimiz her yardımı kendi hanesine borç yazıyor ve kat kat fazlasını vereceğini vadediyor. Mültecilere yapacağımız yardımları, sahip olduklarımızdan eksilen olarak görmemeliyiz. Aksine yapacağımız yardımların bizi “zenginleştireceğini” unutmayalım. Buna gerçekten inandığımız zaman mültecilere bakışımız da değişecektir.
Bayramımız, ancak yardıma muhtaç olanların bayramını da güzelleştirmeye çalıştığımız zaman güzelleşecektir.
Dünyada her geçen gün büyüyen mülteci meselesinin çözümü Müslümanca bakışta yatıyor. Söylemde insan hakları şampiyonu ülkelerin mülteci karnesine baktığımızda bunu açık bir şekilde görebiliriz. Dünyanın en zengin ülkeleri olan ABD, Almanya ve Japonya gibi devletler kapılarını mültecilere kapatmak için her türlü yolu deniyorlar.
İki hafta sonra Avrupa Birliği dönem başkanlığını devralacak olan Avusturya’nın en öncelikli gündem maddesi mültecilerin Avrupa kapılarından uzak tutulması olacak. Viyana’daki aşırı sağcı yönetim mültecilerle mücadele için oluşturulan sınır güvenlik personeli sayısının büyük oranda artırılmasını ve hatta bir kısmının Kuzey Afrika ülkelerinde görevlendirilmesini planlıyor.
İtalya’daki yeni aşırı sağcı hükûmetin bir numaralı önceliği de Akdeniz’in güneyinden gelen mülteci akınının önlenmesi. Bu yeni iktidar göreve başlar başlamaz limanlarını mültecilere kapadığını açıkladı. Böyle giderse mültecileri denizde kurtaran gemilerin Avrupa’da yanaşacağı liman kalmayacak.
Afrika ve Orta Doğu’nun Müslüman halkları Avrupalıların insafına terk edilmiş durumda. Onların mülteci durumuna düşmelerinde çok büyük pay sahibi olan Avrupa ülkeleri ise onları sınırlarında görmek istemiyor. Ama Afrika ve Orta Doğu’dan da elini çekmek istemiyorlar ve izledikleri politikalarla gelecek dönemlerin yeni mültecilerinin zeminini hazırlıyorlar.
Türkiye, bütün bu mültecilerin yükünü kaldıramaz belki, ama elinden geldiğince en azından Orta Doğu’dan gelen mültecilere yardımcı olmaya çalışıyor. İhtiyaç içerisinde sınırlarına dayananlara kapılarını kapatmadı şimdiye kadar.
Dileğimiz, Türkiye’nin devleti ve milletiyle bütün Müslüman mültecilere ve hatta dini, dili ve ırkı ne olursa olsun bütün mültecilere el uzatacak ve kapılarını açabilecek kadar güçlü bir ülke olmasıdır.
[Türkiye, 16 Haziran 2018]