Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakereleri resmen olmasa dahi fiiliyatta dondurulmuş durumda. Avrupa'daki hakim söyleme göre müzakereler gezi kalkışması sonrasında Türkiye'de yaşanan gelişmelerden dolayı tıkandı.
Halbuki Türkiye AB ilişkilerini yakından takip eden herkes müzakerelerin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Sarkozy ve Merkel gibi liderler tarafından 2006 yılında fiilen dondurulduğunu bilmektedir. Dolayısıyla müzakereler aslında 2005 yılında ölü doğmuştu. 2005 yılından beri iki taraf bu ölü doğmuş çocuğu canlandırmaya çalışmaktadırlar.
Aradan geçen 12 yılda hem Avrupa hem de Türkiye büyük bir dönüşüm geçirdi. Liberal güçlerin hızla eridiği Avrupa'da aşırı sağ akımlar gün geçtikçe güçlendi. Bunun sonucundan Avrupa siyaseti sağa kaydı. Yabancılara, göçmenlere, Müslümanlara ve mülteci yönelik düşmanlık gözle görülür hale geldi.
Brexit bu sürecin doğal bir sonucudur. Yakın dönemde başka exitlerin de olması artık pekala mümkün hale gelmiştir. Diğer taraftan uzun süredir kontrol altında yanmasına müsaade edilen Ortadoğu'daki ateş sonunda Avrupa'ya da sıçradı. Avrupa tarihinde şahit olmadığı bir mülteci ve terör dalgasıyla karşı karşıya kaldı.
Ekonomik olarak büyük bir sıçrama yapan Türkiye bu dönemde askeri ve bürokratik vesayeti tasfiye etme yolunda büyük yol kat etti. Fakat en önemlisi devletin tüm kılcal damarlarına sızmış olan FETÖ'ye ağır bir darbe indirildi. Dış politikada da Türkiye gün geçtikçe kendi ulusal çıkarlarını merkeze alan daha bağımsız bir çizgi izlemeye başladı.
Dolayısıyla artık ne Avrupa o eski Avrupa ne de Türkiye o eski Türkiye. Sadece bu da değil. Uluslararası sistemde de büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Amerika Ortadoğu'dan çekilirken Rusya hem Ortadoğu'da hem de kendi çevresinde nüfuzunu arttırıyor.
Böyle bir durumda her şey aynı imiş gibi yola devam etmeye çalışmak ve yaşanan bu büyük dönüşümü dikkate almamak gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Evet AB üyeliği batılılaşma projesi çevresinde en başından beri Türk dış politikasının en temel köşe taşlarından birisi olmuştur. Fakat artık iki tarafta Avrupa'daki gelişmelerden dolayı yakın bir dönemde gerçekleşmesi mümkün olmayan tam üyelik hedefinden ziyade pragmatik bir şekilde karşılıklı çıkarlarına odaklanmalı.
Bunun için Türkiye'nin tam üyelik hedefinden vazgeçmesine gerek yok, böyle bir adım zaten doğru da olmaz. Yapılması gereken gümrük birliği, vize serbestiyeti, yasadışı göçle mücadele, enerji ve terörle mücadele alanlarında karşılıklı çıkarlar temelinde atılması gereken adımları hızla atmak olmalıdır. Ancak bu şekilde Avrupa'daki korkular ve duygular tarafından irrasyonel bir noktaya savrulan AB'nin Türkiye ile ilişkileri rasyonel bir zemine oturtulabilir.
[Fikriyat, 22 Aralık 2017]
.