Geçtiğimiz günlerde Hollandalı bir gazeteciden garip bir elektronik posta aldım. Daily Sabah gazetesinde çıkan son yazıma binaen yazılmış bir mektuptu karşımdaki.
Hollandalı gazeteci kendisini Türkiye'ye yirmi yıldır gelip giden, buradan ev bark satın alan geniş bir turist grubunun bir parçası olarak niteliyor, gelinen noktada evlerini satmaya çalıştıklarını ve bir daha Türkiye'ye asla dönmeyeceklerini söylüyordu.
Bu durumun nedenini ise şöyle açıklıyordu: "Cumhurbaşkanınızın ifadeleri, bize NAZİ demesi, yüksek öğrenim görmüş Türk insanlarının hapsedilmesi, ABD'de protestocuların dövülmesi, Rusya'dan silah satın alınması, İran'la ittifak kurulması, Venezüella ve Somali gibi dostlar edinilmesi, eğitim sisteminin bozulması, müftülere nikâh kıyma yetkisinin verilmesi, Zarrab hadisesi vs."
Evvela, "şuna bak, CHP Hollanda sözcüsü gibi yazmış" diye geçirdim içimden. Ardından ne denli ağır bir FETÖ propagandasına maruz kaldığını düşündüm. Fakat bunların hiçbiri değildi mesele. Elbette FETÖ'nün sağladığı kara propaganda unsurlarını kullanıyordu. Ancak burada çok daha başka bir "siyasal pozisyon" vardı. Kendini üstün gören bir Avrupalı gazetecinin Türkiye'nin "başına buyruk" tutumları karşısındaki hezeyanlarıydı bunlar. Ve bu hezeyanlar esasında Avrupalı elitlerin haleti ruhiyesini çok net biçimde ele veriyordu. Kendisine verdiğim cevaba yeni bir mektupla döndü. İşte o zaman hadise büsbütün aydınlandı. Benim gibi insanların sorununun eğitilmemiş olmak olduğunu söylüyordu. Sosyoloji profesörü olmam bu gerçeği değiştirmezdi. Öyle söylüyordu. "Aptal insanlara yardım edilemez" diyordu. Yeterince Batılılaşamamış, daha doğrusu Batıcılaşamamıştım. Yani onun gözünde yeterince endoktrine edilememiştim. Dolayısıyla "aptal"dım ve benim gibilere "yardım edilemez"di. Yardım etmek! Besbelli sömürmekten, boyunduruk altına almaktan söz ediyordu.
Bu bıçkın Hollandalı gazeteci bununla da kalmıyor başka şeyler de söylüyordu. Türkiye'nin Batı'nın bilgisi ve korumasıyla geliştiğini, şimdi gidip İran ve Rusya'nın kapısını çalması gerektiğini söylüyordu. Bir önceki mektubunda Türkiye'yi İran'la ve Rusya'yla iş tutmakla eleştiren kendisini değilmiş gibi!
Milli geliriniz vicdanınızdan daha önemli diyordu. Ve peşi sıra öldürücü darbeyi vuruyordu: "Türkiye Mısır gibi olacak!" Meğerse Türkiye'yi "büyük bir beyin göçü dalgası, istikrarsızlık, toplumsal çöküş, ekonomik kriz ve iç savaş" bekliyormuş! Tehdide bak! İşte bu ruh hali.
İşte bu tavır. İşte bu kibir. Evet bütün bunların siyasete, Batılıların siyasetine yansıması ile uğraşıyoruz. Onlara karşı mücadele veriyoruz.
Eğer Türkiye son 15 yılda böylesine onurlu bir bağımsızlaşma ve büyüme mücadelesi vermeseydi bu takdirde bu ecnebi gazetecinin saydıkları bir bir gerçek olacaktı. Türkiye'ye böyle bakıyorlar ne yazık ki. "Ama efendim Batı'da Türkiye'ye başka türlü bakanlar da var."
Neredeler? Allah aşkına bir seslerini duysak, o nur cemalleriyle bir müşerref olsak! Merdi Hollandalı şecaat arz ederken apaçık sirkatin söylememiş mi? Bu hal bugün Avrupa'nın, ABD'nin, Batı'nın siyasi elitlerinin kahir ekseriyetinde var ne yazık ki.
Türkiye ile geçmişte kurdukları asimetrik ilişkiyi sürdürmek istiyorlar. Türkiye'nin kendileriyle göz hizasında bir ilişki kurmasına tahammül edemiyorlar. Türkiye'yi bu noktaya taşıyan kişiden, Recep Tayyip Erdoğan'dan nefret ediyorlar.
Bu ülkenin evlatlarının, 15 Temmuz ruhunu gururla taşıyan bütün sahici aktörlerinin önünde iki ödev var. Bir yandan bu dış güçlerin şerrinden emin olmak, iki onlar yokmuş gibi, hiçbir surette yeise kapılmadan yolumuzda yürümeye devam etmek...
[Sabah, 23 Ekim 2017].