SETA > Yorum |
Türkiye nin Yeni Gözü Göktürk-1

Türkiye’nin Yeni Gözü Göktürk-1

Türkiye uydu teknolojisi alanında son yıllarda önemli bir atılım gerçekleştiriyor. Göktürk-1 uydusu bu atılımın önemli safhalarından birini içermekte. Uydu teknolojisinde yerli kaynaklara yapılan yatırım da takdire şayan örnekler teşkil etmekte.

Türkiye'nin yerli uydu macerası; 27 Eylül 2003 günü Rusya'nın Plesetsk Fırlatma Üssü'nden uzaya gönderilen BİLSAT ile başladı. Esasında BİLSAT, İngiliz şirketi 'Surrey Satellite Technology Ltd. (SSTL)' ile 'TUBİTAK BİLTEN' arasında imzalanan bir eğitim ve geliştirme programıydı. Türkiye'nin arzusu ve talebi gayet açıktı: teknoloji transferi. Bu nedenledir ki BİLSAT, Türkiye'nin kendi uydusunu yapabilmesi noktasında ilk ve en önemli adımı temsil etti. BİLSAT'ta yerli yapım iki tane modül vardı. Bunlardan ilki; gerçek-zamanlı görüntü işleme donanımı işlevi üstlenen, görüntü sıkıştırma kartı Gezgin'di. Diğeri ise, çok bantlı kamera Çoban'dı. Türkiye'nin ilk yer gözlem ve uzaktan algılama uydusu BİLSAT'a, beş yıllık bir ömür biçildiyse de; operasyonel ömrü üç yılın ardından tükendi. Ancak teknoloji transferi programının bir ürünü olarak BİLSAT'tan, RASAT doğdu. TUBİTAK UZAY'ın geliştirdiği RASAT'ın ömrü, üç yıl olarak tahayyül edilirken; hâlihazırda ömrünü beş buçuk yıla uzattı ve hatta birkaç yıl daha çalışır durumda kalması ihtimal dâhilindedir. Bu aşamada, BİLSAT referansından hareketle 'gerçekten talep ettiğimiz teknolojiyi alabiliyor muyuz?' sorusunu yöneltmeliyiz. Genel itibarıyla yurtdışından teknoloji transfer edilmek istendiğinde; üretici taraf “asla olmaz" şeklinde bir 'hayır' cevabı vermese bile, teknolojisinin tamamını müşterisinin bilgi ve hizmetine sunmak istemez. Bunun yerine, ödenen meblağa istinaden belirli bir yüzde üzerinden kısmen teknoloji transferi gerçekleşir. Ne var ki bu transfer, kesinlikle karşı tarafın, teknoloji ürününün idari ve yasal haklarını size devrettiği anlamı taşımaz.

HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI'NIN YÖNETİMİNDE

Yer gözlem uydusu GÖKTÜRK'lere gelindiğinde, bir kafa karışıklığı yaşanıyor. Bunun temel nedenlerinden birisi; GÖKTÜRK-1'in, GÖKTÜRK-2'den daha sonra fırlatılmasıdır. 18 Aralık 2012 tarihinde fırlatılan GÖKTÜRK-2, askeri uydu olup; TUBİTAK UZAY ve TUSAŞ tarafından müşterek geliştirilmiştir. Yerli uydu ve hâlen işler durumda olan GÖKTÜRK-2'nin çözünürlüğü 2,5 metredir. 05 Aralık 2016 günü fırlatılan GÖKTÜRK-1 ise; Fransız şirketi THALES ve İtalyan şirketi Telespazio ortaklığından tedarik edilmiş bir uydudur. Öte yandan askeri uydular olarak GÖKTÜRK-1 ve GÖKTÜRK-2'nin, Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından işletildiği, ayrıca farklı çözünürlük kapasitelerine haiz oldukları not düşülmelidir. Bu bağlamda GÖKTÜRK-1'in çözünürlüğünün 50 cm olması beklenmektedir. Çözünürlüğün yüksekliği, metreyle tezattır; yani, metre ne kadar büyürse, aslında çözünürlüğün kalitesi ve netliği o kadar düşmektedir. Mesela 2,5 metreyle, bir araba 2 piksel şeklinde görülür ki; bu da arabayı kısmen tanımlayabileceğimiz, maksimum arabanın rengini söyleyebileceğimiz fakat hiçbir şekilde hangi model ve nasıl bir araba olduğunu bilemeyeceğimiz manasındadır.

Burada, dikkat çekilmesi gereken üç kritik husus vardır. Birincisi; çözünürlük cm/metre cinsinden ne kadar küçükse, o kadar iyidir ve çok sayıda küçük olması tercih sebebiyledir. İkincisi; gerçekte neye ihtiyaç duyulduğu, nasıl bir çözünürlüğün gereksinimleri karşılamaya kâfi geleceğidir. Örneğin 'küçük arazide detay mı, yoksa büyük arazide büyük şeyleri mi görmek istiyoruz?' minvalindeki sorularla, ihtiyaç odaklı hareket edilmelidir. Üçüncüsü, uydu ve İHA'ların topladığı görüntüler arasındaki farklılığa dairdir. Örneğin mevcut GÖKTÜRK'lerin varsayıldığı gibi mağaranın içerisindeki teröristin çehresine kadar görmesi mümkün değildir! Kaldı ki dünyanın en iyi casus uydusu bile, mağarada saklanmış bir teröristin yüzünü görüp tespit edemez ya da bir arabanın plakasını okuyamaz. Zira Rayleigh'nin çözünürlük sınırına ve atmosfer etkilerine takılır. Ayrıca optik görüntüleme uydularının hiçbirisi bulutun içerisinden göremez, dahası sadece gündüz çekilebilir, yani gece çekim yapılmaz. Buna mukabil İHA'lar alçaktan uçtukları için görebilirler. Ancak terör örgütünün kamufle etmek istediği araçların üzerini; uydudan kaçınmak için güneş ışığını çok parlak gösterecek biçimde parlak cisimlerle, keza İHA'dan saklanmak için de folyo benzeri parlak cisimlerle örtüp kaplaması mevzubahis olabilir. Bu yüzden satürasyona sokulabilen hiperspektral kamera, saklanmak istenen şeyleri üzerlerine kaplanan kum, halı vb. cisim fark etmeksizin çekebildiği için ve bunun da ötesinde operatif fonksiyonu itibarıyla radarlar kritik bileşenlerdir. Ne var ki, her şey çözünürlük demek değildir; meselenin özü, çektiğin görüntüyü zamanında ve doğru kıymetlendirmektir. Yalnız bir parantez açıp; Sentetik Bireşimli/Açıklıklı Radar (Sythetic Aperture Radar) sisteminin, bu duruma istisna teşkil ettiğinin altı çizilmelidir. Şayet SAR uydu sistemindeki S-Bandı var ise; o zaman bulutların ya da ağaç yapraklarının arasından görüntü alabilmek, ayrıca gece çekimi yapabilmek mümkündür. İşte, TUBİTAK UZAY, ASELSAN ve TUSAŞ'ın yükleniciliğini üstlendiği GÖKTÜRK-3 uydusu; Keşif-Gözetleme SAR Uydu Sistemi olarak aşamalı bir yaklaşımla geliştirilmesi, fazlarına göre programlandırılmış faaliyetlerle yürütülmesi, tahayyül edilen şekilde işleyebilirse 2019'da tamamlanarak fırlatılması öngörülen bir projedir.

AKILDA TUTULMASI GEREKEN İKİ FAKTÖR

Ayrıca BİLSAT'tan itibaren biriktirilen bilgi ve tecrübeler sayesinde, TUBITAK UZAY tarafından geliştirilen IMECE Uydusu'nun da birkaç yıl içinde operasyonel olarak çalışmaya başlayacağı vurgulanmalıdır. Bununla birlikte, BİLSAT, RASAT, GÖKTÜRK-1/2 ile IMECE'nin, Alçak İrtifa Yörüngesi (LEO) uyduları olduğu; irtifalarının literatürde deniz seviyesi 0'dan 1000 km'ye kadar geçse de, gerçek olurunun 400-800 km arasında yer aldığı belirtilmelidir. Buna karşın çok fonksiyonlu fakat temelde iletişim amaçlı kullanılan, diğerleri gibi üzerinde kamera taşımayan TÜRKSAT-6A, aslında TÜRKSAT'ların hepsi 'Yer Sabit Yörünge (GEO)'dir. Dünyadaki lokasyonumuz nerede ise, bizimle birlikte o noktadan hareket edebildiği için yer sabit yörünge (jeosenkron) denilen GEO'nun yörüngesi; LEO'nun irtifasının aksine, yerden takribi 36 bin km yüksekliğindedir. TÜRKSAT-6A; TÜBİTAK UZAY, TUSAŞ, ASELSAN ve CTECH tarafından geliştirilmekte olan ilk yerli iletişim uydusudur.

Özetle yerli uydu üretiminde; teknoloji transferi programı olarak başlayan BİLSAT'tan sonra, bugün Türkiye'yi her yıl komple tarayıp, dünyanın her yerinden görüntü alabilen RASAT ve GÖKTÜRK uydularıyla hatırı sayılır bir yol kat edilmiştir. Bu hususta, unutulmaması ve hesaba katılması gereken iki faktör vardır. Birincisi; Türkiye'nin yerli uydu geliştirme ve üretme fazlarında açığa çıkan maliyetin bedelini göğüsleme isteği ve kapasitesidir. En basitinden, uydunun kilosuna ve hacmine göre fırlatma maliyetinin dahi arttığı göz önünde bulundurulmalıdır. İkincisi; 'yerlilik oranı' aslında sübjektif bir değerlendirmedir. Daha net bir ifadeyle, yerlilik düzeyi nasıl ölçümlendirildiğine göre değişir. Velev ki RASAT ve GÖKTÜRK-2, %50'den fazla yerli üretim diyelim; burada kıstas alınan şey nedir? Uydularda kullanılan modüllerin veya çiplerin tamamen Türk mühendisler tarafından tasarlanması, geliştirilmesi ve üretilmesi zaruri midir? Dünyanın en büyük ve kapsamlı uzay programı NASA'da olmasına rağmen; NASA'nın bile her çipi kendisinin üretmediği malumdur. Dolayısıyla esas önemlisi uydulardaki 'yerlilik yüzdesi' değil; kritik teknoloji ürünlerini, yerli imkânlarla üretebilecek bilgi, uzmanlık, tecrübe, altyapı, maddi güç ve insan kaynağına haiz olunmasıdır.

Neticede Türkiye'nin yüksek teknoloji ürünlerinde kilit rol üstlenen alt/üst sistemleri ve bileşenleri dikkate alarak; uydulardaki yerlilik oranını arttırmaya yönelik çok sayıdaki çalışmayı teşvik edip desteklediği bilinmektedir. Bu anlamda İMECE Uydu Altyapı Geliştirme Projesi'nin bir gereği ve çıktısı olarak, TUBİTAK UZAY nezdinde tepki tekeri, yıldız algılayıcı, metrealtı kamera, hiperspektral kamera, uçuş bilgisayarı, haberleşme sistemi ve güneş algılayıcı ve hatta elektrikli itki sistemi gibi farklı alanlarda yürütülen muhtelif programlar takdire şayan örneklerdir.

[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 25 Aralık 2016].