Geçmişten bugüne, başkanlı bir siyasal sisteme geçilmesi durumunda, Türkiye’de iki partili bir sistemin hâkim olacağına yönelik çok genel bir tartışma yürütülmüştür.
Bu tartışmanın içeriği, ABD’de uygulanan başkanlık modelinin, sistemde hâkim olan iki partili yapısına referansla oluşturulmuştur.
Başkanlı bir siyasal sisteme geçilmesi durumunda, iki partili bir sistemin ortaya çıkacağının teknik gerekçesi ise daha çok başkanın yüzde 50 oyla seçilecek olmasına bağlanmıştır. Böyle bir durumda, küçük partilerin sistemde bir etkisi olmayacağı için iki partili bir sistemin kendiliğinden oluşacağı varsayılmaktadır.
Ama mesele bu kadar basit değildir.
ABD siyasal sistemi iki partinin hâkim olduğu bir siyasal sistemdir. Ancak bu iki partili yapının, başkanlı sistemin bizatihi kendine has özelliklerinden mi; yoksa tarihsel şartların ortaya çıkardığı siyasal kültürün bir yansıması mı olduğu tartışmalıdır.
Çünkü farklı başkanlık sistemlerinde farklı parti sistemleri mevcuttur.
Örneğin, Meksika 1929’dan 2000’e kadar hâkim parti sisteminin egemen olduğu, sürekli aynı partinin (Kurumsal Devrimci Parti) parlamentoda ezici çoğunluğu sağladığı ve yine başkanın bu partinin adayından seçildiği başkanlı bir sistemdir.
Koalisyoncu başkanlık olarak adlandırılan, Brezilya’da 2014 seçimlerinin ardından parlamentoda 28 farklı siyasi parti çeşitli oranlarda temsil edilmiştir. Seçime giren parti sayısı ise çok daha fazladır.
Arjantin’de ise, 1983’te demokratik sisteme geçilmesinden bu yana, iki hâkim blok bulunmaktadır. Solda yer alan, çevrenin ve işçi sınıfının partisi ile (Peronist Adalet Partisi-Peronistler) onun karşısındaki orta sınıfın ve liberal eğilimlilerin partisi (Radikal Yurttaş Birliği-anti-Peronistler) arasında şekillenen bir parti sistemi mevcuttur. 33 yıllık dönemde devlet başkanları hep bu iki bloktan seçilmiştir. Ama sistemin içinde hem solda hem de liberal çevrelerde birçok farklı parti mevcuttur. Özellikle başkanlık seçimlerinde küçük partiler bu iki cephe/blok arasında konumlanmaktadır.
İki parti hâkimiyetine sahip bir yapının tipik örneği olarak gösterilen İngiltere ise parlamenter bir sistemdir. Çok uzun süre ülke İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti iktidarları tarafından yönetilmiştir. Ama 2000’li yıllardan itibaren Liberal Demokratlar da siyasal sistemi etkileyecek düzeyde bir üçüncü parti olarak seçimlerde başarı elde etmiştir.
Yarı başkanlık sistemine sahip olan Fransa’da ise partiler, merkez sağ ve merkez sol şeklinde kümelenerek cumhurbaşkanının seçimlerinde ve parlamentoda bloklaşmaktadır. Ancak sistemde birçok farklı parti etkili olmaktadır.
Örnekleri çoğaltabiliriz.
Farklı ülke örneklerini dikkate sunmamın nedeni, bir ülkenin parti sisteminin şekillenmesinin, tek bir etken üzerinden açıklanamayacağını göstermek içindir.
Ülkelerin tarihî geçmişleri, siyasal kültürleri, yönetim sistemleri ve toplumsal refahları gibi birçok faktör parti sistemlerinin oluşmasında etkilidir.
Ancak, tüm bu faktörler bir yana, parti sistemlerinin şekillenmesinde en çok etkisi olan değişkenin seçim sistemleri olduğu, siyaset bilimcilerin ittifak ettiği bir husustur. Örneğin tek bölgeli/adaylı ve basit çoğunluklu seçim sisteminin uygulandığı ülkelerde iki partili bir yapı daha çok görülür. İngiltere ve ABD buna örnektir.
Nispi temsilin uygulandığı seçim sistemleri ise partilerin bölünmesini teşvik eder. Bu bölünmenin önüne geçmek için de birçok ülke seçim barajına başvurur.
Girizgâhı çok uzattığım için bu yazıda Türkiye’ye sıra gelmedi. Ancak gelecek yazılarda, Türkiye’nin siyasal kültürü, seçim ve siyasal sistemi ve seçmen bloklarının kümeleşme özelliğinden hareketle parti sisteminin geleceğini analiz edeceğim.
Analizin çerçevesini ise iki partili sistem değil, iki partili blok etrafında kuracağım. Bu bloklardan birinin uzun dönem iktidar olma şansının olduğunu, diğerinin ise toplumun mevcut siyasal tabakalaşması göz önünde bulundurulduğunda yine uzun dönem muhalefeti temsil edeceği öngörüsü üzerinden bir analiz çerçevesi ortaya koyacağım.
[Türkiye, 3 Şubat 2018].