Türkiye ekonomisi 2000'lerde gerçekte nasıl bir performans sergiledi? Borçluluk düzeyleri aslında nasıl bir seyir izledi? Bugün Türkiye ne kadar sağlıklı bir mali/finansal karneye sahip? Seçim öncesi "en temel düzeydeki" bu sorulara dahi sübjektif ve anlamsız cevaplar veriliyor. Bu durum üzüntü verici zira Türkiye ekonomisinin çok daha iyi noktalara gelebilmesi için öncelikle sağlıklı bir tartışma ortamına sahip olmamız gerekiyor. Kötü eleştiri iyi eleştirinin düşmanıdır. Bizim iyi eleştirilere ihtiyacımız var. Türkiye ekonomisinin "teknoloji açığı" ve "cari açık" gibi en temel problemlerinin çözülebilmesinin önündeki engellerden birisi bu "kötü eleştiriler"dir. Öncelikli olarak milli gelire bakalım. Türkiye ekonomisi 2002-2017 sürecinde yüzde 131 düzeyinde büyüdü. Yani yaklaşık 2.3 katına çıktı. Yıllık ortalama ekonomik büyüme oranı ise yüzde 5.7 oldu. Mili gelir hesaplamasında birçok teknik nedenden ötürü (ve özellikle ekonomi zaman içinde "yapı değiştirdiği" için) her 10-20 yılda bir "temel yıl" değiştirilir. Yukarıdaki rakamlar da "2009 temelyılına" göredir. Daha eski olan "1998 temel yılına" göre bakıldığında 2002-2017 döneminde yıllık ortalama ekonomik büyümenin yüzde 4.8 olduğu görülür. Yine bu hesaba göre Türkiye ekonomisi aynı süreçte tam yüzde 100 büyümüştür. Türkiye'nin 2000'lerde oldukça iyi bir ekonomik büyüme performansı gösterdiği açıktır. Aynı süreçte yıllık ekonomik büyüme oranı ABD (yüzde 1.9), Almanya (yüzde 1.2) ve Fransa (yüzde 1.1) gibi birçok sanayileşmiş ülkede çok daha azdır. Yine Arjantin (yüzde 3.1), Brezilya (yüzde 2.5) ve Meksika (yüzde 2.4) gibi birçok gelişmekte olan ülke için de benzer bir durum söz konusudur.
Büyüme inşaat eksenli mi? Türkiye'nin ekonomik büyüme performansına getirilen en yaygın eleştiriler söz konusu büyümenin "inşaat eksenli" ve/veya "borç eksenli" olduğu şeklindedir. İlk olarak, gerçekten de inşaat sektörü 2000'lerde Türkiye'de en hızlı gelişen sektörlerden birisi olmuş ve 2002-2017 sürecinde yüzde 300 düzeyinde büyümüştür. Öte yandan, inşaat sektörü 2002'den bu yana "hiç" büyümeseydi Türkiye o zamandan bu yana yüzde 131 değil yüzde 118 büyümüş olacaktı. Yıllık ortalama ekonomik büyüme ise yüzde 5.7 değil yüzde 5.3 olacaktı. Görüldüğü üzere inşaat sektörü Türkiye için oldukça önemli bir sektördür fakat ekonominin "ekseninde" değildir. Türkiye'nin "inşaat sektörü hariç" ekonomik büyüme oranları da oldukça yüksektir. İkinci olarak, Türkiye'nin gerçekte ne kadar "borçlu" olduğu noktasında bugün oldukça ciddi düzeyde bir veri kirliliği bulunmaktadır. Şunu unutmamak gerekiyor: Veri sadece veridir ve yorumlanmaya muhtaçtır. Veriyi de ancak doğru yöntemle ve doğru bilgiyle yorumlayabiliriz. Evet, Türkiye'de kamu borcu 2002-2017 aralığında 259 milyar TL'den 878 milyar TL'ye yükselerek yaklaşık 3.4 katına çıktı. Peki, bu "veriyi" nasıl okumamız lazım? "Devlet borç batağına saplandı, yolun sonuna geldi" diyebilir miyiz? Hayır. 2002'deki borç rakamı ile 2017'deki borç rakamını karşılaştırılabilir hale getirebilmek için en az iki "filtreden" geçirmeliyiz. İlk olarak borç düzeyini enflasyondan arındırmalıyız. İkinci olarak da borç düzeyini toplam gelirimizle karşılaştırmalıyız. Bir kişinin 1.500 TL borca sahip olması onun mali durumu hakkında bize tek başına ne kadar bilgi verebilir? Bu kişinin aylık geliri 2.500 TL ise bu borç büyük bir borçtur. Ama bu kişinin aylık gelir düzeyi 10.000 TL ise bu borç epey küçük bir borçtur. Görüldüğü üzere borç verileri tek başına değil gelir düzeyine oranlanarak okunmalıdır. Ülkenin toplam geliri de "milli gelir" olduğundan, "kamu borcunun milli gelire oranı" bakılması gereken rakamdır. 2002-2017 sürecinde Türkiye'de fiyatlar yaklaşık 3.3 katına çıktı. Kamu borcunun "reel düzeyi" de bu süreçte neredeyse aynı kaldı. Milli gelir de aynı süreçte yüzde 131 düzeyinde büyüdü. Yani reel borç düzeyi aynı kalırken devletin "borç ödeme kapasitesi" ciddi biçimde iyileşti. Sonuç olarak kamu borcunun milli gelire oranı 2002-2017 sürecinde yüzde 72'den yüzde 28 düzeylerine geriledi. Bu oran ile Türkiye dünyadaki en az borçlu ülkeler arasında. Birçok sanayileşmiş ülkede bu oran yüzde 100'ler düzeyinde. Yine Türkiye gibi sanayileşmekte olan ülkelerde de bu oran Türkiye'dekinden ciddi biçimde daha yüksek. Böylece net biçimde görülmektedir ki 2000'lerde Türkiye'de ekonomi hızla büyürken kamu maliyesi ciddi biçimde sağlamlaştı.
Türkiye'nin dış borcu ne kadar? Bir de Türkiye'nin "dış borcuna" bakalım. Belirtmek gerekir ki dış borç aynı zamanda yatırım anlamına gelir. Bu yüzden, "dış borç ne kadar az olursa o kadar iyi" diye bir şey yoktur. Yani dış borç "sıfırlanması" iyi olacak bir şey değildir. Dış borç "yönetilmesi" ve sağlıklı düzeylerde tutulması gereken bir şeydir. 2017 itibarıyla Türkiye'nin brüt dış borç düzeyi 453 milyar dolar. Bu borcun milli gelire oranı ise yüzde 53. Bu oran 2002'de yüzde 55 idi. Peki diğer ülkelerde durum ne? Sanayileşmiş ülkelerde bu oranın çok yüksek düzeylerde olduğunu görüyoruz. Sanayileşmekte olan ülkelerde ise Türkiye'den daha az borçluluğasahip ülkeler olduğu gibi daha borçlu ülkeler de var. Bu oran Brezilya'da yüzde 30, Meksika'da yüzde 38, Arjantin'de yüzde 66, Malezya'da yüzde 75, Kanada'da yüzde 115, İsveç'te yüzde 177, Fransa'da yüzde 213 düzeyinde. Dış borçta en önemli hususlardan birisi ilgili ülkenin "kısa vadeli dış borcu" ödeme kapasitesidir. Türkiye'de özel sektörün kısa vadeli döviz yükümlülükleri 91.2 milyar dolar iken kısa vadeli döviz varlıkları 93.4 milyar dolardır. Yani Türkiye'de özel sektörün kısa vadede net döviz pozisyonu pozitiftir, varlıklar yükümlülüklerden fazladır. Bu da kısa vadeli dış borcunu ödeme kapasitesi noktasında Türkiye'nin iyi bir durumda olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi 2000'lerde bir taraftan ciddi biçimde büyüyüp gelişirken diğer taraftan da önemli oranda daha sağlıklı hale gelmiştir. Türkiye ekonomisini ham verilerden hareketle ve yöntemsiz bir şekilde eleştirmenin ülkeye hiçbir faydası yoktur. Kötü (mesnetsiz) eleştiri, iyi (doğru) eleştirinin düşmanıdır. Kötü eleştirinin dostu ise yapısal sorunlarımızdır.
[Sabah, 9 Haziran 2018].