TÜRK kamuoyunda Irak ile ilgili tartışmalar, kısa süre öncesine değin, suni bir şekilde Kerkük referandumu üzerinde düğümlenmişti.
PKK ile ilgili tartışmalar Kerkük’le ilintilendirilerek kamuoyunda gerilim tırmandırılmaktaydı. Böylesine yüksek gerilimli bir ortamda Kuzey Irak meselesini ve Türkiye’nin Kürt sorununu sağlıklı bir şekilde tartışmanın imkanı yoktu. Kerkük referandumunun teknik gerekçelerle ertelenmesi, seçimlerde AKP’nin yeniden iktidar olması ve DTP’nin bağımsız adaylarla Meclis’e girerek grup kurması iç siyasette gerilimi düşürdü. Kerkük ve PKK tartışmaları arasına sıkıştırılan Türkiye’nin Irak politikasının birbiriyle bağlantılı üç önemli boyutu var: Türkiye’nin kendi sınırları içindeki Kürt sorunu ve PKK, Türkiye’nin Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile ilişkileri ve ABD’nin Irak ve genel Ortadoğu politikası ile ilgili hesapları. AKP’nin yeniden iktidara gelmesi ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi Türkiye’nin Kuzey Irak’taki yerli muhatapları Celal Talabani ve Mesut Barzani tarafından da olumlu karşılandı; ancak bu liderler henüz Kerkük, PKK ve Irak’ın geleceği gibi hassas konularda Türkiye’nin beklentileriyle uyumlu somut jestlerde veya açılımlarda bulunmadılar. Daha da önemlisi Kuzey Irak’ın bölgesel liderleri Türkiye ile halen Washington, Avrupa başkentleri ve medya aracılığıyla tartışmayı tercih ediyorlar; bu da karşılıklı güven bunalımını derinleştiriyor. Türkiye ile eşit şartlarda masaya oturmak isteyen ancak bunun şu anda mümkün olmadığının farkında olan Talabani özellikle oğlu Kubad Talabani sayesinde Washington’da etkinliğini artırırken, Mesut Barzani Avrupa başkentleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Kuzey Irak’ta sorunlarını somut bir şekilde konuşabileceği muhataplarının olmaması Türkiye’nin menfaatine değil.
Güneydoğu Siyasetinde Yapısal Dönüşüm 22 Temmuz seçimleri, Güneydoğu siyaseti açısından bazı dönüşümleri beraberinde getirdi. Bölge halkının seçimlerde hükümete göstermiş olduğu teveccühün de etkisiyle gerek hükümet gerekse Cumhurbaşkanı Gül tarafından Kürt sorunu ile ilgili psikolojik eşikleri aşmaya yönelik önemli adımlar atılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Gül’ün ilk gezisini bölgeye yapması, Diyarbakır, Siirt ve Hakkari’de vatandaşlarca sevgi gösterileriyle karşılanması, DTP’li belediye başkanları ve milletvekillerine kucaklayıcı bir şekilde yaklaşması ve Diyarbakır’ın DTP’li Belediye Başkanı Osman Baydemir ile tokalaşması bölge halkı ile devleti uzlaştırmaya yönelik yapıcı jestlerdi ve olumlu yankıları oldu. Öte yandan bölge halkı tarafından sevilen Diyarbakır Eski Valisi Efkan Ala’nın bürokrasinin zirvesi olan başbakanlık müsteşarlığına getirilmesi ve sivil, demokratik ve çoğulcu yeni bir anayasa taslağının gündeme gelmesi hükümetin konuyla ilgili somut adımlar atma kararlılığının göstergesi olarak algılandı. Bölge halkının mağduriyet ve devlet tarafından dışlanmışlık psikolojisini aşması ve meşru siyaset zemininde somut çözümler üretilebileceğine ikna edilmesi, PKK’ya olan sempatiyi azaltıp Türkiye’nin Kuzey Irak politikasında da elini güçlendirecektir. Seçimlere bağımsız adaylarla giren DTP’nin bölgede AKP’nin gerisine düşmesi, Kürt siyasetinin tek muhatabı olduğu iddialarını zayıflattı. Öte yandan DTP’nin Meclis’e girerek grup kurması ve Meclis çatısı altında siyaset yapacak olması İmralı’nın ve dış müdahalelerin etkisini kırmaya yardımcı olabilir. Bu Türkiye’nin, kendi Kürt sorununu tartışma eksenini Washington, Brüksel ve Erbil’den Ankara’ya taşımasına da yardımcı olacaktır. Bölge halkının siyasi ve ekonomik talepleri; İmralı’nın etkisi ve PKK’nın baskıları arasında sıkışan DTP, şimdi de kalesi olarak gördüğü belediyeleri önümüzdeki yerel seçimlerde AKP’ye kaptırma kaygısında. Süreç içerisinde DTP’nin görünürde iki seçeneği var: İlki, PKK’nın siyasi kanadı görünümünden kurtularak meşru siyaset zemininde daha merkezî bir siyasi yapı konumuna gelmek. Bunun için şüphesiz örgüt ile bağlarını yeniden gözden geçirerek daha radikal adımlar atması gerekir. İkincisi ise, kimlik siyaseti ve çatışmacı söylem üzerinden yürüttüğü uzlaşmaz tavrı daha da agresifleştirmek. Bu iki seçenek arasındaki bocalama DTP içerisinde fikir ayrılıkları ve bölünmelere neden olabilir. Ancak şu da bir gerçek ki, Kürt hareketi içinde de çatışmacı ve uzlaşmaz çizgi toplumsal zeminini kaybediyor ve bölge halkı Türkiye’nin diğer bölgelerinde meydana gelen kalkınma ve refahtan daha fazla pay almak istiyor. Bölge halkı lider tercihini Başbakan Erdoğan lehinde, önceliğini de siyasi ve sosyal istikrar doğrultusunda kullandı; bu da Türkiye’nin bütünlüğü açısından önemsenmesi gereken bir karar. Yeni anayasaya konulacak daha kuşatıcı bir vatandaşlık tanımı ve kucaklayıcı politikalar, Türkiye’yi diğer Ortadoğu halkları açısından da bir çekim merkezi haline getirecektir.
İran Hedef mi, Hedef Saptırma mı? İç siyasette yaşanan istikrara yönelik dönüşümün aksine Ortadoğu’da çatışma alanı giderek yayılıyor. ABD tarafından İran’a hava saldırısının gündeme gelmesi, Suriye’nin İsrail jetleri tarafından bombalanması, Lübnan’da sekteryen gerilimin yeniden tırmanması, PKK ve PJAK’ın ABD’nin Irak’taki kayıtdışı ordusu Blackwater tarafından silahlandırıldığı iddiaları Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını da doğrudan etkileyebilecek sevimsiz gelişmelerin habercisi. Henüz Irak’ta somut istikrar belirtisi yokken İran müdahalesinin gündeme gelmesi, “İran tartışması hedef saptırma mı?” sorusunu gündeme getiriyor. Irak’taki işgal ordusunun komutanı General David Petraeus ve Büyükelçi Ryan Crocker, 15 Eylül’de Kongre’ye sunmuş oldukları ilerleme raporunda Irak’ta direnişin bastırılması yönünde mesafe alındığını belirttiler. Raporda İran’ın direnişçilere destek verdiğine ve Irak’ta istikrarı bozduğuna yönelik suçlamalar sıkça tekrarlanıyor. Washington’da basın ve siyaset çevrelerinde tartışılan asıl konu, olası bir İran operasyonu. Bazı yorumcular İran’ın taktik gereği gündemde tutulduğunu iddia etseler de neo-conlar, Bush iktidarının son aylarına girilirken böyle bir saldırının psikolojik alt yapısı ve siyasi desteği için ellerinden geleni yapıyorlar. Böyle bir saldırı dikkatleri Irak’taki başarısızlıktan başka bir yöne çekmeye yardımcı olacaktır. Ancak Iraklı Şii lider Ayetullah Sistani’nin böyle bir müdahalede Amerika’nın karşısında yer alması pek muhtemeldir ki bu da Irak’taki kaosu derinleştirebilir. Kürt sorunuyla muhatap olan diğer iki komşu ülkeden Suriye’nin yakın zamanda İsrail savaş uçaklarınca vurulması ve İran üzerindeki operasyon baskısının artmış olması, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasında işini zorlaştırıyor. Böylesine çok boyutlu ve değişken bir tabloda Türkiye açısından en önemli çıkarım gerek Kuzey Irak meselesinin gerekse Ortadoğu’daki etnik krizlerin sabit ve savunmacı bir refleksle yönetilemez olduğu gerçeğidir. Türkiye kendi Kürt meselesiyle sorun çözücü bir şekilde muhatap olabilirse Ortadoğu’nun genelinde daha yapıcı roller alabilir
Anlayış - Ekim 2007.