Fransa on üç yıl aradan sonra tekrar karıştı. 2005'teki olayları hatırlayalaım.
Paris'in banliyösünde yaşayan ve aşağılandıklarını düşünen göçmenlerin başlattığı gösteriler, o dönem İçişleri Bakanı olan Sarkozy'nin başını ağrıtmış ve fakat Cumhurbaşkanlığına yürümesinin de yolunu açmıştı. Sarkozy olayları başlatanları "bir avuç serseri" olarak nitelendirmişti.
Sonrasında milliyetçi söylemlerle Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Demek ki, bugün sokakları ateşe verenler 2005 gösterilerini ağır bir şekilde bastıran Sarkozy'yi Cumhurbaşkanlığına taşıyan kitlelerden oluşuyor. Bir başka deyişle 2005'te esen milliyetçi havaya itiraz eden Kuzey Afrikalı göçmenlere karşı –ki önemli bir kısmı Fransa'da doğup büyüdü ve Fransız vatandaşıydı- Sarkozy'ye destek verenler bugün elitizmin altında ezildiklerini iddia ediyorlar. Bu da tarihin bir ironisi olarak not edilecektir.
…
Macron'un iktidara gelmesinin üzerinden henüz on sekiz ay geçti. Aşırı sağa karşı "En marche!" (İlerleyen Fransa) söylemi ile ezici bir zafer kazandı. Seçimin ikinci turunda milliyetçi Le Pen'e karşı yarıştı ve Le Pen'in oylarını ikiye katlayarak ezici bir üstünlükle Cumhurbaşkanı seçildi.
Popülizme karşı merkez siyaseti ön plana çıkaran söylemlere sahipti.
Bu tarz söylemlerle seçilmesi büyük bir sürpriz olarak nitelendirilmişti.
Çünkü ülkenin DEAŞ saldırıları ile sarsıldığı bir dönemin ardından ve yabancı düşmanlığının tırmandığı bir atmosferde seçildi.
Seçildikten sonra da siyasi çizgisini değiştirmedi. Elitist söylemlere devam etti.
Tabandaki kaynamaları da pek dikkate almadı.
Hükümeti, insanların günlük hayatlarını doğrudan etkileyen zamları yapmaktan çekinmedi.
Ve yapılan zamları protesto etmek amacıyla bir dilekçenin imzaya açılmasıyla tetiklenen sokak gösterileri yirmi gündür devam ediyor.
Yapılan anketler Fransız halkının önemli bir kısmının -% 70- gösterileri desteklediğini dile getiriyor.
Burada akla gelen soru bu olayların basit önlemlerle yatıştırılabilecek nitelikte mi olduğu yoksa Avrupalı elitlerin endişelenmesini gerektiyor mu sorusudur.
Basit bir akıl çıkarsaması ile yapılan zamların geri alınması durumunda olayların yatışabileceğine dair bir varsayıma ulaşılabilir.
Ancak mesele o kadar basit değil ve iki sebepten dolayı Avrupalıların endişelenmesi gerekiyor.
Birincisi gösterilerin Fransadaki etkisi hissedildikçe diğer ülkelere sıçraması. Sosyal bilimlerde bu duruma "difüzyon etkisi" deniliyor. Arap isyanlarında da benzer bir durumun yaşandığını da ayrıca hatırlatalım.
Avrupalılar için endişe verici ikinci ve daha önemli sebep ise siyasetin toplumsal düzeydeki huzursuzlukları yatıştırabilecek niteliklerden uzak olması.
Siyaset bir yandan aşırı uçları törpülerken öte yandan kitlelerin duygusal reflekslerini karşılayan mekanizma ve söylemler de üretmek zorunda.
Halbuki Avusturya başta olmak üzere Almanya, Fransa ve Avrupa'nın önemli bir kısmında yükselen populist taleplerin yönetilemediği ortada.
Bu durumda sokak gösterileri kitleler için bir seçenek olarak devreye giriyor.
Ve dikkat çekici olan şey ise sokağa dökülenlerin göçmenler ya da aşırı ideolojik yapıların değil, milliyetçi ve sosyo-ekonomik açıdan orta ve alt sınıflardan gelmesi.
Avrupalı elitlerin yıllardır yükselen bu dalgayı görmezden gelerek İslamı, müslümanları ya da göçmenleri kamuoyu önünde sorunsallaştırması ise yeni sorun alanları yaratmaktan başka bir şeye yaramadı.
Fransa yanarken Almanların "Alman İslamı" saçmalığını tartışması, İstanbul'u kaybederken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans'ın durumunu nasıl da çağrıştırıyor!
[Fikriyat, 5 Aralık 2018].