Siyasi ve ekonomik istikrarı eşzamanlı ve sürdürülebilir biçimde vaat eden bir toplumsal harekete dayanması, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2000’li yıllarda erişilmesi zor seçim zaferlerine ulaşmasında hiç şüphesiz başrolü oynamıştı. Yüzde 6 ortalama büyüme hızları, devasa kamu altyapı yatırımları, finansal istikrar ve dış sermaye akışları sosyo-ekonomik kalkınma anlamında önemli eşiklerin aşılmasını sağladı. Küresel ekonomik kriz de görece hafif sıyrıklarla atlatıldı ancak krizin dünya ekonomisinde tetiklediği durağanlık ve Arap devrimlerinin tersine çevrilmesinden sonra istikrarsızlaşan bölgesel konjonktür, Türkiye’nin büyüme hikayesini zorlamaya başladı.
Dış sermaye ve kredi kanalları ile desteklenen iç tüketim, ithalat artışı ve servis/inşaat sektörlerine dayanan büyüme modeli, önümüzdeki yıllarda hedeflenen yüksek büyüme oranlarını ve kalkınma hedeflerini gerçekleştirebilmek için yeterli değil. 65. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Sayın Binali Yıldırım’ın başbakanlığında göreve başlarken ekonomi modelinin artık yüksek katma değerli üretime, ihracata ve iç tasarruflara dayalı bir modele evrilmesi gerektiği konusunda genel bir uzlaşma oluştuğunu belirtebiliriz. Önümüzdeki dönemde bir taraftan siyasi sistemin “başkanlık sistemi” çerçevesinde yeniden yapılandırılması tartışılırken, diğer taraftan ekonomik sistemin dünyadaki Dördüncü Sanayi Devrimi’ni kaçırmayacak biçimde nasıl yeniden inşa edilebileceğine dair tartışmalar gündemimizi işgal etmeyi sürdürecek.
Yeni Hükümetin Hedefleri Arasında Sınai-Teknolojik Dönüşüm Yer Alıyor
Yeni hükümetin kompozisyonuna bakıldığında da kademeli bir sistem dönüşümü arayışının izlerini görmek zor değil. Bir yandan finansal istikrar ve mali disiplini korumak; diğer yandan da geçtiğimiz yıllarda istenen düzeyde gerçekleşmeyen sınai-teknolojik dönüşümü sektörel politikalarla hızlandırmak iradesi net biçimde okunabiliyor. Türkiye gibi bölgesel ve küresel iddiaları olan bir yükselen gücün toplam ihracatında yüksek teknoloji ürünlerinin payının halen yüzde 2,5 civarında olması kesinlikle kabul edilebilir değil. Bu bağlamda Binali Yıldırım’ın siyasi kariyeri ile de özdeşleşen icraatçı kimliğinin ve Bakanlar Kurulu’nu oluştururken özen gösterdiği teknokratik-uzman kadro yaklaşımının ekonomide yapısal dönüşüm ve sınai- teknolojik modernizasyon alanlarında somut yansımaları olacağını öngörebiliriz.
Yükseköğretim reformu da dahil olmak üzere, üniversite-sanayi işbirliklerinin hukuki ve finansal altyapısının güçlen- dirilmesi yüksek teknoloji alanlarına yapılacak yatırımları özendirecek mikro ölçekli teşviklerin yoğunlaştırılması, yatırım ortamını iyileştirecek hukuki düzenlemelerin hızla çıkarılması, entelektüel mülkiyet ve reel sektör-finansman bağlantısını güçlendirecek adımların atılması ilk anda akla gelen reform alanları arasında.
Teknoloji Transferi Yerine Milli Teknoloji
Yeni dönemde ekonomi yönetiminin odaklanacağı temel alanlardan biri, ekonomik büyümenin motoru olması umulan orta-yüksek ve yüksek teknolojili üretim sektörlerinde verimliliğin artırılması ve yerli teknolojilerin seri halde üretilip ülke sathına yayılmasına (difüzyon) zemin hazırlamak olacak. Milli savunma sanayiinde şu ana kadar gerçekleştirilen başarılı projelerin genişletilmesi, yerli tedarik zincirlerinin geliştirilmesi, biyoteknoloji-nanoteknoloji ve yazılım gibi yeni ekonomi alanlarında küresel rekabete dahil olma kanallarının açılması hayati önemde.
İçerigi Tanımlanmış Sektörel Odaklı Mikro Reformlar Gerekli
Türkiye gibi devasa bir tarım ülkesinin en azından Latin Amerika’daki Meksika ve Brezilya düzeyinde bir ulusal biyoteknoloji kapasitesi oluşturması ve yüksek verimli tohumlar, tarım teknolojileri geliştirebilmesi şart. Bu bağlamda bilim-sanayi-teknoloji politikalarını bir potada eriten ve bilgiyi üretenler ile finanse edenleri en hızlı biçimde bir araya getiren “inovasyon ekosistemi” tartışmaları önümüzdeki dönemde daha çok yapılacak. Buna ek olarak, Rusya ile yaşanan kriz ve Ortadoğu’daki istikrarsızlığın baltaladığı ihracat kapasitesini geliştirmek için hem yeni diplomatik açılımlar hem de yeni pazar arayışları gündeme gelecek.
Yeni dönemde belki yüzlerce reform adımını içeren “grand” paketlerden ziyade içeriği net tanımlanmış ve sektörel odakları belirli mikro reformlara ihtiyaç var. İmalat sanayiinden enerjiye, tarımdan dış ticarete, risk sermayesinden üniversite reformuna kadar acil kapsamlı reform ihtiyacının hissedildiği pek çok alanda somut adımların hızla atılması gerekli. Hem AK Parti’nin reformcu-icraatçı kimliğine yeniden kavuşarak iç huzuru ve bütünlüğünü uzun vadede koruması hem de Türkiye’nin “orta gelir tuzağı” tehlikesinden hızla uzaklaşması bunu gerektiriyor.
[Kriter, 1 Haziran 2016].