SETA > Yorum |
Şam-Tel Aviv Değişime Direnme Ekseni

Şam-Tel Aviv Değişime Direnme Ekseni

Yeni Ortadoğu’da eski metotlarla ayakta kalabilmek mümkün değildir, Suriye rejimi bunu İsrail’den daha önce anlayacaktır.

Ortadoğu’nun İsrail ve Suriye gibi statükocu ülkeleriyle değişimci güçleri ve eski-yeni aktörleri arasındaki mücadele devam ederken, tarih hızla akıyor. Statükocu güçlerin değişime karşı gösterdiği mukavemet dışında bölgede herşey yavaş da olsa değişiyor. Suriye rejimi ve İsrail, siyasi varlıkları boyunca alışageldikleri metot olan şiddetle bu değişime karşı çıkarken değişim aktörleri statükoyla mücadelede yeni metotlar ve yapılar geliştirme uğraşı vermekteler.

Suriye meselesi Arap Baharı sürecinde bu değişim uğraşının tam kalbinde yer aldı. Değişimin baş aktörü Suriye muhalefeti bir yandan ülkeyi diğer yandan da kendilerini değiştirmek ve geliştirmek için uğraş verdi. Suriyeli muhalifler Haziran 2011’de ilk defa Antalya’da toplandığında buluşabildikleri tek ortak nokta “Esed gitmeli”ydi. Hatta bu konuda bile çekimser kalan gruplar vardı. Bunların bir kısmı Esed’i gitmeye zorlayabileceklerine inanmazken diğer bir kısmı ise aslında rejim ile muhalefet arasında gidip gelmekteydi ve kazanan ata oynamak için kendilerini ilerde bağlayacak angajmanlara sokmaktan kaçınıyorlardı. Antalya toplantısında salonu dolduran Suriyelilere baktığınızda bunların önemli bir kısmının normal şartlar altında bir araya gelemeyeceğini anlayabilirdiniz. Arap milliyetçileri, kabileler, sosyalist enternasyoneller, İhvan hareketi, bağımsız İslamcılar, sekülerler, her dereceden solcular, Kürtler, Süryaniler, az da olsa Hristiyanlar, bağımsızlar... Suriye’nin kozmopolit siyasi haritasını oluşturan aktörlerin çoğu, bir Suriye muhalefeti kurma ve rejim karşıtı aktiviteleri organize etme çabasına girdiler.

PYD VE ESAD İLİŞKİSİ

Organizasyonel sıkıntılar, siyasi konulardaki tecrübesizlik, uluslararası camianın köstekleme uğraşları, Suriye gerçeklerinden kopukluk ve rejimin provokasyonları, muhalefetin tek çatı altında toplanmasının önüne geçti. Ta ki Ekim 2011’de Suriye Ulusal Konseyi (SUK) adı altında yukarda sıralanan grupların birçoğunu içine alan grup kurulana kadar. SUK farklı grupları bir araya getirme konusunda kendi başına bir başarı olsa da bir kısmı haklı bir kısmı da haksız sebeplerden ve Suriye devriminin dinamiklerindeki değişimden dolayı kuruluş amacını ifa etmekte zorlandı.

SUK’un Suriye’nin içerisindeki devrim hareketi ile bağlantısı her zaman tartışıldı. İç muhalefet-dış muhalefet ayrımının yapılması aslında dış muhalefetin iradesi dışında gelişen bir olaydı. Zira, ülke dışında yaşamaya zorlanmışlardı. Aralarında yıllarca Suriye’yi ziyaret edemeyenler vardı. Yine aralarında zihin dünyaları ABD veya Avrupa başkentlerinde şekillenmiş insanlar da var. Fakat özellikle içerisinin dışarıya ihtiyacının artmasıyla birlikte SUK, içeriye gönderilecek yardımları organize etmek yoluyla içeriyle bağlantılarını güçlendirdi. Suriye genelinde kurulan mahalli meclislerin oluşmasında ve yerel temsilcilerin seçilmesi ve eğitilmesinde SUK önemli bir rol oynadı. Suriye devriminin dinamiklerinin siyasi muhalefetten askeri muhalefete doğru kayması, SUK’un mütevazileşmesinde etkili oldu.

SUK’un temsil kabiliyeti de eleştirilerin odağındaydı. Bu eleştirilerin bir kısmı haklı bir kısmı ise tamamen siyasiydi. Uluslararası camianın kendisi Suriye konusunda tek çatı altında birleşemezken, daha fazlasını Suriye muhalefetinden beklemekteydi. SUK’un içerisine dahil ettiği gruplardan çok kimleri dahil edemediği göze battı. Bazı milli şahsiyetler, Kürtler ve azınlıkların neden dahil edilmediği sorusu soruldu. Bazı milli şahsiyetler konusunda en büyük sıkıntı, ego idi. Grup çalışması yapamamaları muhalefetin önde gelen yaşlı isimlerini SUK çatısı altına girmekten alıkoydu. Hristiyanlar çatışmanın tarafı olmama yoluyla kendilerini güvene alma dürtüsüyle hareket ederken, Suriyeli Nusayriler’in çoğu ise kendilerini çatışmanın doğal bir tarafı olarak gördüklerinden muhalefet saflarından uzak durdular.

Suriyeli Kürtler ise mutabakatları son anda imzalamaktan vazgeçmeleriyle ün saldılar. Önce Kürt Ulusal Konseyi’ni ardından PKK’nın Suriye kanadı PYD ile Yüksek Kürt Ulusal Konseyi’ni kurdular. PYD, Esed’in yeşil ışığıyla ve çoğu zaman zorbalıkla Kürt bölgelerinde nüfuz kavgasına girerken, diğer Kürt gruplar da bazen PYD’nin baskılarıyla bazen de “bedel ödemeden kazanım elde edebilecekleri” zannına kapılıp Suriye muhalefetini yarı yolda bıraktılar.

ABD İMKANSIZI İSTİYORDU

Bu süreçte Batı özellikle ABD, muhalefet içerisindeki İslamcılardan rahatsızlık duydu. Bu rahatsızlıklarını bazen dolandırmadan dile getirirken bazen de İslamcılar yüzünden muhalefeti cezalandırma yolunu seçti. ABD’nin Obama’nın deyimiyle muhalefeti tam olarak tanımaya hazır olmamasının en önemli sebeplerinden birisi de Suriye toplumunun ekseriyetini oluşturan dindar-İslamcı grupların Esed sonrası dönemde Mısır’daki gibi iktidara gelebilme ihtimaliydi. ABD Suriye muhalefetinden imkansızı istiyordu, Suriye toplumunun sosyo-kültürel gerçeklerini bir kenara koyup ABD’ye ilerde sorun çıkarmayacak steril ve müzahir bir muhalefet hedeflemekteydi. Amaç Suriye’nin değişiminden ziyade değişimin kaçınılmaz olduğu Suriye’de Camp David statükosunu bir şekilde devam ettirme çabasıydı. Tam da bu gerekçeyle ABD, SUK üyesi Riad Seyf’in insiyatifiyle başlayan yeni bir muhalefet çatısı kurulması fikrine “acaba” diyerek atıldı. Burda iki noktanın altını çizmek gerekiyor. Birincisi, bu insiyatifin bir ABD insiyatifi olmadığı, ikincisi ise sadece bu insiyatifte değil Suriye’ye ilişkin herhangi bir insiyatifte de Türkiye’nin “kenara itilme” ihtimalinin olmadığıdır.

DOHA SÜRECİ NE GETİRİYOR?

Geçtiğimiz hafta içerisinde hem Suriye meselesinin gidişatı hem de bölge açısından oldukça önemli bir adım atılarak, Türkiye ve Katar’ın özel çabalarıyla Doha’da Suriye muhalefeti yeni bir çatı altında birleştirildi. Bu çatı yukarda anlatılan SUK’a yöneltilen eleştirilerin birçoğunu kadük bırakması açısından önemli. Öncelikle içerinin temsil gücünün maksimum dereceye çıktığının altının çizilmesi gerekiyor. Mahalli temsilcilerden, askeri konseye, mahalli koordinasyon komitelerinden, iş adamı organizasyonlarına ve aktivistlere kadar birçok element yeni oluşuma eklendi. İkinci önemli husus, önemli Heysem el Malih, Kemal Lebvani ve Riyad Seyf gibi milli sahsiyetlerin, bazı azınlık temsilcilerinin de listeye eklenmesi. Üçüncü önemli husus, yeni oluşumda “şimdilik” Kürt Ulusal Konseyi’nin ve Türkmenlerin kendilerine yer bulması. Belki de en önemli husus, hem Suriye’nin “bağrından kopmasıyla”, sosyo-kültürel olarak Suriye toplumunun ortalamasını temsil etmesiyle, mutedil-mütedeyyin duruşuyla potansiyel bir lider olan Muaz el-Hatib’in başkanlığa seçilmesi olmuştur. Suriye sokağı, kendisiyle birlikte acı çekmiş, geçtiğimiz iki sene zarfında birden çok defa rejimin hapisanelerine atılmış ve Suriye toplumunun ihtiyacı olan “toparlayıcılık” vasfına sahip el-Hatib’e sahip çıkacaktır.

Yeni oluşum Suriye’de oluşturulabilecek en geniş çatılardan birisi olarak, uluslararası camianın pasifliğine bahane yaptığı temsil ve içeriyle bağlantı gerekçelerini de ortadan kaldırmıştır. Ortaya çıkan tablo, Türkiye gibi değişimin gerçek destekleyicileri için olumlu iken, değişimi Suriye gerçeklerine mugayyir bir şekle sokmak isteyen aktörler içinse olumsuzdur.

Suriye muhalefeti birleşirken, askeri muhalefet de içerde önemli başarılar kazanmakta. Bir yandan uluslararası tanınma ile arkaya alınacak rüzgar, diğer yanda da içeriye akacak yardımın artması umulmakta ve şu an bile askeri muhalefetin çoğu yerde nizami orduya karşı galebe çaldığı görünmektedir. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın da belirttiği gibi muhalifler diğer çoğu sınır bölgesi gibi Golan sınırını da ele geçirmiş ve Suriyeli anti-statüko güçler İsrail’in Suriye sınırına dayanmışlardır.

Mısır devrimi ve İhvan iktidarı travmasını henüz atlatamayan İsrail, Doğu’da karışan Ürdün’ün endişesini taşımaktadır. Kuzey’de 2006’da savaş kaybettiği Hizbullah dururken İsrail, ideolojik kardeşi Suriye rejiminin kendisine sunduğu güvenlik ve tahmin edilebilirlik lüksünü kaybetmeme uğraşı vermekte, aynı zamanda birçok cephede değişim tıkaçlığıyla meşgul olmaktadır. Hamas’ın Suriye-İran proksisinden kurtulup, Mısır-Katar’la yakınlaşması ve Türkiye ile yakın ilişkiler yürütmesi ve meşruiyetini artırması, Ortadoğu’da vizyonda olan “değişim” filminin İsrail için kötü bir sonu olduğuna işaret etmektedir.

Dışardan gelen Camp David’in çatırdama sesleri ve İsrail’i çevreleyen anti-Siyonist, halk destekli ve demokratikleşen rejimler, İsrail’in yaklaşan seçimleriyle birleştiğinde İsrail’in “en iyi bildiği” metoda başvurduğu ve Filistinliler’e karşı geleneksel seçim öncesi saldırısını gerçekleştirdiği görülmektedir. Bahane aynı, metot aynı, amaç çeşitlidir.

Yaşanan son çatışmalar, 7 Ekim’de İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırısıyla başlamıştır. Saldırının akabinde Gazzeli gruplar İsrail’in güneyine roket saldırıları başlatmıştır. Bir diğer ifadeyle çatışmayı İsrail başlatmış, Gazze’nin karşılık vermesini de daha büyük operasyona girişmek için bahane kılmıştır. Metot olarak da her zamanki gibi ve ideolojik kardeşi Suriye rejimi misali havadan ve karadan orantısız güç kullanımını seçmiştir.

CAMP DAVID STATÜKOSUNA DEVAM

Peki neyi amaçlamaktadır? İsrail’in son 15 senedir seçimlerden hemen önce Filistin topraklarına 1996, 2002, 2006, 2008 yıllarında dört kere saldırdığı görülmektedir. Artık geleneksel hale gelen bu saldırılar, örneğin 2008’de Olmert skandalına rağmen Kadima’nın 1. Parti olarak çıkmasına sebep olmuştur. Bu kanlı seçim kampanyası maalesef yine uygulamaya koyulmuştur. Dışarda ise yeniden başkan seçilen Obama’ya İsrail’in yanında pozisyon aldırma çabası gözlerden kaçmamakta, Washington’dan gelen açıklamalar ise ABD’nin Ortadoğu gündeminin Suriye’deki pozisyonunda olduğu gibi hala Camp David statükosu olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan, Suriye, Ürdün ve bölgedeki diğer “menfi” gelişmeler karşısında İsrail, Hamas’a ve bölgeye “güç bende” mesajı vermektedir.

İsrail’in ve Suriye rejiminin değişime karşı şiddetli direnci devam ederken, muhalif cephe daha dinamik hareket etmekte, kendisini değiştirebilmekte ve amaca yönelik yeni ittifaklar içerisine girebilmektedir. Yeni Ortadoğu’da eski metotlarla ayakta kalabilmek mümkün değildir, Suriye rejimi bunu İsrail’den daha önce anlayacaktır.

Star, 17 Kasım 2012