Son sekiz yıl içerisinde Arap dünyası çok önemli iki değişim rüzgârına sahne oldu. İlki, önceleri Arap Baharı diye adlandırılan, sonrasında yaşanan dramatik gelişmelerin bu isimle örtüşmemesinden dolayı daha çok Arap İsyanları olarak bilinen hareketlerle başladı ve hâlen bazı ülkelerde bu sürecin etkileri yaşanıyor. Suriye, Yemen ve Libya’da hâlen devam eden iç savaşlar Arap İsyanları süreciyle başladı.
İkincisi ise bugünlerde Sudan ve Cezayir’de yaşanan halk hareketleri ve her iki ülkede ordunun bu halk hareketlerine verdiği cevap etrafında şekilleniyor. Cezayir ve Sudan’ın 40 milyonu aşkın nüfuslarıyla Arap dünyasının ikinci ve üçüncü en kalabalık ülkeleri olduğu hatırlanırsa, bu ülkelerde yaşanan gelişmelerin bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı etkileyeceği tahmin edilebilir.
Bu iki ülkede yaşanan gelişmelerin ikinci bir Arap İsyanları dalgası başlatabileceği ve ilk dalgadan etkilenmeyen ya da az etkilenen ülkeleri de sarabileceği yönünde görüşlere rastlamak mümkün.
Peki, kim belirliyor bu ülkelerdeki halk hareketlerinin yönünü?
Cezayir ve Sudan’da yaşanan gösterilerin ve sonrasındaki gelişmelerin, ilk Arap İsyanları dalgasında öne çıkan Tunus, Mısır, Suriye ve Libya’daki olaylarla benzerlikleri var mı?
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da etkinliğe sahip olan küresel ve bölgesel güçler bu gelişmeler karşısında nasıl tavır alıyorlar?
Her şeyden önce her iki ülkede de gösteriler, demokratik yollarla gelmeyen ve demokratik seçimlerle gitme ihtimali olmayan rejimlere karşı halkın bir tepkisi olarak başladı.
Dünyada doğalgaz rezervleri açısından 11., petrol rezervleri açısından ise 16. sırada bulunan Cezayir’in bu zenginliğine rağmen yoksul bir ülke olması, gençler arasındaki yüksek işsizlik oranı ve bu sorunların sebebi olarak görülen Abdülaziz Buteflika’nın yerine cumhurbaşkanı olacak kişinin demokratik seçimlerle belirlenme şansının olmaması halkı bu isyana itti. 1999 yılında darbeci askerlerin desteğiyle cumhurbaşkanı olan Buteflika’nın ağır hastalığına ve ilerleyen yaşına rağmen yeniden cumhurbaşkanı yapılmak istenmesi gösterilerin fitilini ateşledi.
Sudan’da da halkın darbeyle iktidara gelmiş ve 30 yıldır ülkeyi yöneten Ömer el-Beşir yönetimine karşı isyan etmesi için gerekçeleri vardı. Kişi başına millî gelir sıralamasında 135. sırada bulunan Sudan, dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer alıyor. Ülkenin sınırlı kaynakları, önce Güney Sudan’ın ayrılmasına giden iç savaş sonra da Darfur bölgesindeki çatışma nedeniyle silahlanma ve diğer askerî harcamalara tahsis edilmek zorunda kaldığı için halkın temel ihtiyaçları karşılanamadı. Halkın geneli tarafından, ülkenin kötü yönetilmesinin sorumlusu olarak görülen Ömer el-Beşir’in değiştirilmesi ise demokratik dönüşüm mekanizmaları yerleşmediğinden mümkün olmadı. Bu durumda isyanın başlaması için ekmek fiyatlarının aşırı yükselmesi yeterli oldu.
Bu açıdan bakıldığında, her iki ülkede yaşanan isyan hareketlerinin de Arap dünyasındaki ilk isyan dalgasına çok benzer olduğu görülür.
Tunus ve Mısır’da da halk yoksulluğa ve onlarca yıldır ülkelerini yöneten diktatörlerin demokratik yollarla değiştirilememesine tepki olarak isyanları başlatmıştı.
Ancak bu benzerlik aynı zamanda Sudan ve Cezayir halkı için endişelenmemize de neden oluyor. Zira ilk isyan dalgasının sonuçlarına baktığımızda, Mısır’da eski diktatörlük rejimi daha sert bir şekilde yeniden inşa edilirken, Libya, Suriye ve Yemen hâlen iç savaşlarla boğuşuyor. Tunus’ta ise görünüşte demokrasi var, ancak eski rejimin aktörleri, halkın çoğunluğu tarafından desteklenen Nahda hareketine iktidarı terk etmemekte kararlı.
Yani Arap dünyasında halklar, kendilerini yönetecek siyasetçileri kendileri belirlemek için isyan ettiler, ama ulaşmayı arzu ettikleri devrimler birileri tarafından çalındı. Birileri devreye girdi ve özgürlük ümit eden Arap halklarını daha despotik yönetimler ve yıllarca süren iç savaşlarla karşı karşıya bıraktı.
Zira devreye giren ABD ve Rusya gibi küresel aktörler açısından önemli olan Mısır, Libya, Tunus ve Suriye halklarının özgür olması değil, kendi çıkarlarının zarar görmemesiydi. Bu yüzden iç dinamiklerle başlayan isyan/devrim süreçleri, dışarıdan gelen müdahale ve manipülasyonlarla iç savaş ya da daha despotik yönetimleri getiren karşı devrimlere evrildi.
Aynı süreçlerin şimdi Cezayir ve Sudan’da tekrar yaşanması ihtimali maalesef çok kuvvetli.
Zira Arap dünyasında hâlâ belirleyici olan halkların isteği değil, küresel aktörlerin ve onların bölgedeki müttefiklerinin güç ve çıkarları.
[Türkiye, 17 Nisan 2019].