SETA > Yorum |
AB'nin Suriye Çıkmazı

AB'nin Suriye Çıkmazı

Avrupa Birliği (AB)'nin, Suriye meselesine yaklaşımına bakıldığında, karşımıza ortak tutum sergilemekten aciz bir AB tablosu çıkıyor. Bu tablodaki en büyük ayrışma ise İngiltere ve Fransa ile bu iki ülkenin karşısında konumlanan Almanya arasında yaşanıyor.

Arap Baharı’nın getirdiği değişim dalgasının Suriye’ye ulaşmasının üzerinden iki yıl geçti. Şam rejimine karşı yapılan devrimin bilançosu 72.000 ölü, on binlerce kayıp, yüz binlerce tutuklu ve milyonlarca mülteci oldu. AB’nin bölgedeki gelişmelere verdiği ilk tepkileri hatırlayacak olursak, Esed rejiminin Mart 2011’de başlayan protestoları şiddet kullanarak bastırmak istemesiyle AB ülkeleri harekete geçmiş ve 22 Mart’ta yayımlanan bir bildiri ile mevcut rejim kınanmıştı. İlk etapta AB, Şam’ı birtakım yaptırımlarla ekonomik ve diplomatik olarak zayıflatmayı amaçladı. Şiddet olaylarının artması üzerine Mayıs ayında Esed diktasına yönelik askeri ve ekonomik yaptırım kararları alan AB, zamanla yaptırımların kapsamını genişleterek Suriye üzerinde baskı kurmaya ve uluslararası alanda ülkeyi izole etmeye çalıştı. Aradan üç ay geçmesine rağmen diplomatik girişimlerin çözüm vermediğini gören AB, Ağustos 2011’de Esed yönetiminin meşruiyetini kaybettiğini açıkladı ve ülkedeki elçiliklerini kapatarak, Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler kararlarını destekledi. Böylelikle AB Libya örneğine benzer bir askeri müdahaleden uzak durarak daha temkinli bir pozisyon benimsemiş oldu. Genel olarak ayaklanmaların ilk döneminde AB ülkelerinin nispeten daha senkronize bir pozisyon alabildiğini görüyoruz. Esed’in yönetimi bırakmama konusundaki direncinin devam etmesi ve ölü sayılarının artmasıyla AB Suriye konusunda fikir ayrılıkları yaşamaya başladı.

Suriye halkı devrim için ağır bedeller öderken uluslararası toplumun bu krizi çözme adına güçlü, ortak bir irade ortaya koyamaması değişim sürecini uzattı.  Özellikle yakın zamanda muhalefeti silahlandırma konusu üzerinde yaşanan anlaşmazlıklar, AB’nin Suriye konusundaki bölünmüşlüğünü bir kez daha ortaya koydu. Silah ambargosu kararı AB tarafından Mayıs 2011’de, Suriye’deki iç savaşın başlamasından yaklaşık iki ay sonra yürürlüğe kondu. Karar, silah yasağı dışında askeri teçhizat ve ekipmanlara yönelik yaptırımlar da içeriyordu. Şubat 2013’te değiştirilen karar dâhilinde, Suriye muhalefetine zırhlı araç desteği yapılabileceği ve 'ölümcül olmayan malzeme' olarak tanımlanan “askeri malzemeler ve teknik destek” sağlanabileceği ifade edildi. Yardımın tek koşulu da, söz konusu 'teçhizatın kullanımının sivillerin korunmasına yönelik olması' olarak açıklandı.

AB’DE İNGİLTERE VE FRANSA ÇATLAĞI

Özellikle İngiltere ve Fransa’nın inisiyatifinde gelişen ve son haftalarda AB ülkeleri arasında görüş ayrılığına sebep olan yeni girişim ise, Suriye muhalefetinin açık olarak silahlandırılması meselesiydi.[1] Aslında silah ambargosunun kaldırılması İngiltere ve Fransa tarafından daha önce de birçok kez gündeme getirilmişti. İlk olarak İngiltere Başbakanı David Cameron, Aralık 2012’de Brüksel’de düzenlenen AB zirvesinde bu konuya değinmiş ve muhaliflerin silahlandırılması yönünde talepte bulunmuştu.[2] Bu tarihten itibaren bu mesele çeşitli zirve toplantılarında sık sık gündeme getirildi ve AB üye ülkeleri tarafından bu konuyla ilgili birçok açıklama yapıldı. Bu çerçevede özellikle İngiltere ve Fransa ön plana çıkarak, uluslararası toplumun son iki yıl içerisinde Suriye’deki iç savaşı durdurmak adına hiçbir başarı yakalayamadığını, artık bir konsept değişikliğine gidilmesi gerektiğini, belki askeri destek sağlanarak bir çözüme ulaşılabileceği mesajını verdiler.[3]

AB’nin silah ambargosu Suriye’ye uygulanan yaptırım paketinin sadece bir bölümünü teşkil ediyor. Sürekli gözden geçirilen paketin süresi ise 1 Haziran’da dolacak.

Süreç boyunca İngiltere’nin yaptığı açıklamalara bakıldığında, ülkenin bağımsızlık kavramını sıklıkla ön plana çıkardığı görüldü. Hatta bir meclis komitesinde konuşma yapan İngiltere Başbakanı David Cameron, AB’nin Suriye’ye uygulamakta olduğu yaptırımlarda bir değişikliğe gitmemesi durumunda silah ambargosu kararını feshedebileceklerini, gerekirse Londra’nın dış politikada tek başına hareket edebileceğini açıkladı.[4]

Aynı şekilde silah ambargosu kararının kaldırılması gerektiğini savunan Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius da, 11 Mart 2013’de Brüksel’de yaptığı bir konuşmasında, Rusya ve İran’dan gelen ağır silahlarla donatılmış Suriye ordusu ile muhaliflerin arasında büyük bir uçurum olduğuna dikkat çekti. Fabius bu çerçevede, muhaliflerin acilen silahlandırılması gerektiğini, bu konuda İngiltere’nin yanında yer aldıklarını, Fransa’nın bağımsız bir devlet olduğunu, gerekirse AB’nin kararını beklemeden İngiltere ile beraber hareket ederek muhalifleri silahlandırma adına girişimde bulunabileceklerini söyledi.[5] Fransa ve İngiltere’nin açıklamalarından sonra AB’nin Suriye devriminde muhaliflere karşı tutumu ile ilgili safların hatları daha da belirginleşti. Diğer taraftan başta Almanya olmak üzere Avusturya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve İsveç karşı safta yerlerini aldılar.

ALMANYA’NIN FARKLI AB TAHAYYÜLÜ

Süreç boyunca Almanya’nın açıklamalarına bakıldığında, Berlin’in Fransa ve İngiltere’ye nazaran farklı AB tahayyülüne sahip olduğu görüldü. Almanya’nın muhaliflere askeri destek kararına aldığı mesafeyi insani yardımı gündeme getirerek dengelemeye çalıştığı gözlemlendi. Bu çerçevede Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle yaptığı konuşmalarında, muhaliflerin silahlandırılmasının Suriye’deki kanı durdurmayacağını, aksine bölgedeki silahlanma yarışını kızıştıracağını vurguladı. AB’nin Suriye’ye uyguladığı birtakım ekonomik ve mali yaptırımların muhaliflerin lehine hafifletilmesinin daha isabetli olacağını söyleyen Westerwelle, bunun, muhaliflerin ele geçirdikleri yerleri tekrar imar edebilmesi adına büyük önem taşıdığını kaydetti. [6] Süddeutsche Zeitung’a verdiği bir demeçte, en başta su, elektrik ve tıbbi yardımların yapılması gerektiğini savunan Westerwelle, silah yardımı yapılması durumda, bu silah sistemlerinin yanlış kişilerin eline geçebileceğinden endişe duyduğunu aktardı.[7] Almanya başbakanı Merkel ise, muhaliflerin silahlandırılmasının Rusya ve İran’ın buna karşılık Esed rejimine daha fazla silah göndermesine yol açacağını, ayrıca bunun Golan tepelerinde görev yapan BM birliklerini de tehlikeye atacağını vurguladı.[8]

Westerwelle’ye benzer bir tutum sergileyen Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn ise, muhaliflerin silahlandırılması durumunda, bu silahların bölgedeki radikal Selefi grupların eline geçmeyeceğine dair bir garanti olmadığını söyledi.  Avusturya da, siyasi pozisyon olarak dış politika geleneğini bozmayarak Almanya'ya yakın bir tutum sergiledi ve bu pozisyonunun sebebini Golan tepelerinde görev yapan 380 Avusturyalı BM askerinin güvenliğiyle ilişkilendirdi.[9] [10]

Her ne kadar Fransa Cumhurbaşkanı Hollande 28 Mart 2013’de yaptığı bir açıklamasında, Mayıs’ın sonuna kadar Suriye muhaliflerine silah göndermeyeceklerini söyleyerek geri adım attıysa da, Fransız basınında Fransa’nın Suriyeli muhalifleri silahlandırma hususunda harekete geçtiği iddia edildi. Hollande’ın açıklamasından yalnızca üç gün önce Fransız basının istihbarat ve birtakım bakanlıkları kaynak göstererek yayınladığı haberlere göre Fransa, Suriyeli muhalifleri silahlandırmak için hazırlıklara çoktan başlamıştı. İddialara göre çok sayıda silah, el bombası ve mühimmat teslimata hazır hale getirildi ve ayrıca modern anti-tank silahları, helikopter ve savaş uçaklarını vurma kabiliyetine sahip füzeler de bu malzemeler arasındaydı.[11] 

FRANSA VE İNGİLTERE’NİN TUTUMU NE ANLAMA GELİYOR?

Libya örneğinde daha önce yaşandığı gibi, AB ülkeleri şimdi de Suriye’deki muhalifleri silahlandırma konusundaki çıkar uyuşmazlığını ve anlaşmazlığını uluslararası kamuoyuna bir kez daha sergilemiş oldu. Öyle ki, İngiltere ve Fransa tehditvari açıklamalar yaparak, AB’den bağımsız olarak tek başına hareket edebileceklerini bile söyleyebiliyorlar. Süreç boyunca merak edilen en büyük soru işaretlerinden birisi, Fransa ve İngiltere’nin neden birden müdahale karşıtı tutumlarından vazgeçtiği ve bunun ne anlama geldiği oldu. İki ülkenin politika değişikliğine gitmek istemesinin arkasındaki en önemli sebeplerden birisi belki de, İngiltere ve Fransa’nın artık Esed rejiminin düşme ihtimalinin yaklaştığını görmeleri ve bunun üzerine kendilerini avantajlı konuma sokmak istemeleridir. Şüphesiz bunda Arap Birliği’nin muhalefeti Suriye’nin temsilcisi olarak tanıması etkili oldu. Başka bir sebep ise AB ülkelerinin Suriye muhaliflerinin gittikçe radikalleştiği yönündeki algısı. AB basını ve analistlerinin Suriye pozisyonu incelendiğinde çoğunlukla endişelerin Selefilerin yükselişi ve bunun Suriye Ulusal Koalisyonu’nun çabalarına olumsuz etkisi etrafında şekillendiğini görüyoruz. Zira Almanya, Lüksemburg ve Avusturya gibi ülkeler de daha önce bu konudaki endişelerini dile getirmişlerdi. Ayrıca Batılı istihbarat raporlarına göre El Nusra Cephesi gibi radikal grupların etkisinin gittikçe arttığı, hatta askeri bakımdan Özgür Suriye Ordusu’ndan bile daha büyük bir silah gücüne sahip olduğu iddia edilmekte ve Avrupa basınına haberler bu cihette yansımaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Fransa ve İngiltere’nin savunduğu ‘yeni politika’nın arkasında, Suriye’deki muhalif grupların arasında bir denge oluşturma ve Suriye Ulusal Koalisyonu’nun devrimdeki liderliğini pekiştirme çabası yatmaktadır.[12] Almanya’nın süreç boyunca sergilediği tutuma bakıldığında ise, Berlin’in Fransa ve İngiltere’den farklı bir AB tahayyülüne sahip olduğu, daha çok yumuşak güce dayalı bir politika izlediği ve bunun bir sonucu olarak müdahale konusuna geleneksel açıdan uzak durduğu görülmekte.

Hâlihazırda AB ülkeleri arasında yaşanan görüş ayrılığının daha ne kadar devam edeceği merak konusu. AB’nin silah ambargosu Suriye’ye uygulanan yaptırım paketinin sadece bir bölümünü teşkil ediyor. Sürekli gözden geçirilen paketin süresi ise 1 Haziran’da dolacak. Eğer o zamana kadar AB ülkeleri yaptırımların yenilenmesi veya değiştirilmesi hususunda uzlaşamazlarsa, ambargonun ve içinde bulunduğu paketin bu tarihten sonra geçerliliği kalmayacak. AB’nin Suriye meselesi konusundaki tek uzlaşma noktası olan yaptırımlar dahi 1 Haziran’dan sonra bir belirsizliğe düşebilecektir.

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda karşımıza ortak tutum sergilemekten aciz bir Avrupa Birliği tablosu çıkmaktadır. AB’nin Suriye performansını en iyi Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn özetlemekte: “Temel mesele insanlık meselesi, Suriye halkının acılarını paylaşma meselesi. Maalesef biz hepimiz bu konuda çok başarısız kaldık.“ [13]