SETA > Yorum |
MHP ve Başkanlık Sistemi

MHP ve Başkanlık Sistemi

Bürokratik merkez, 15 Temmuz öncesinde belli ölçüde Kemalist aktörlerin FETÖ tarafından tasfiye edilmiş olması ve sonrasında ise bunların yerine gelen FETÖ mensubu aktörlerin de tasfiyesi ile otonomisini kaybetti.

Geçtiğimiz hafta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli başkanlık sistemini yeniden gündeme taşıyan açıklamalar yaptı. Devletin ve siyasetin tıkandığını ve bu tıkanıklığı aşmak için yapısal bir adımın atılması gerektiğini belirtti. Bu yapısal adım başkanlığı da içeren yeni bir anayasa ya da köklü anayasa değişikliğinin referanduma götürülmesini içermektedir. Bahçeli’nin bu çıkışı, “Ne oldu ki başından beri karşı çıktığı başkanlık sistemini şimdi o gündeme getiriyor?” sorusunun sorulmasına yol açtı. MHP ileri gelenleri Bahçeli’nin “bir kez daha” devlet adamı sorumluluğuyla hareket ettiğini ve demokrasiye sahip çıktığını ileri sürdü. Bunun karşısında bazı MHP’li muhalif partililer ve diğer muhalif parti ve gruplar, AK Parti ile MHP arasında “kapalı kapılar ardında” bir pazarlık olduğu tezini işlediler. Ancak bu pazarlığın ayrıntılarının ne olduğu konusunda pek bir bilgi vermediler, bu tez sadece bir iddia olarak kaldı. Ayrıca muhalifler, AK Parti’yi iktidara taşıyan 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde erken seçim kararı alınmasındaki, “367 krizi”ndeki ve 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri sonrasında CHP ile koalisyona “hayır” diyerek muhaliflerin iktidara gelememesindeki rolü nedeniyle Bahçeli’ye AK Parti’nin “koltuk değneği” yakıştırmasıyla yüklendiler. Bu iddiaları öne sürenler, Bahçeli yönetimindeki MHP’nin 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Recep Tayyip Erdoğan karşısında CHP ile birlikte ve FETÖ desteğiyle Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ortak aday gösterdiğini unuttular. Yine, 17-25 Aralık sonrasında FETÖ’nün AK Parti ve Erdoğan’a karşı yürüttüğü yıpratma kampanyasının tüm tezlerini -”yolsuzluk” vs.- hiç tereddütsüz ve mütemadiyen kullandığını da unuttular. Daha genel olarak ise, bürokratik seçkinlerin temsilcisi olarak siyaset kurumunun “gerektiğinden fazla” güçlenmesi karşısındaki rahatsızlığı nedeniyle AK Parti’li yıllarda genel ve yerel seçimlerde bürokratik seçkinlerin ve laikçi-milliyetçi toplumsal kesimlerin diğer temsilcisi konumundaki CHP ile belli dönemlerde sıkı bir işbirliği içerisinde -stratejik oy kullanma yoluyla- olduğunu da unuttular. Bunlara AK Parti’nin güçlenmemesi adına MHP’nin CHP ve FETÖ ile birlikte çözüm sürecini sabote etme ve yıpratma noktasındaki dirsek teması da eklenebilir.

MHP’NİN MİSYONU
Tüm bu resme baktığımızda çıkartabileceğimiz sonuç, MHP’nin herhangi bir tarafta olmaktan ziyade, geniş toplumsal kesimler ile bürokratik seçkinler ve laikçi-milliyetçi toplumsal kesimler arasında bir tercihte bulunma ikileminin bir sonucu olarak yalpalayan, ancak Türk siyasi tarihinin bu ana gerilim hattında yumuşatıcı ve pozitif rol oynayan bir parti olduğudur. Başkanlık çıkışı, bu bağlam göz önüne alındığında iki arada bir derede kalan MHP’nin attığı en radikal adımlardan birisi oldu. Dolayısıyla şimdi herkesin merak ettiği konu, MHP’nin bu adımı neden attığı ve bundan sonraki süreçte nasıl bir hareket tarzı geliştireceğidir.

MHP’lilerin “yüceltici” ve muhaliflerin “yargılayıcı” politik pozisyon sergileyen yorumlarını bir kenara koyup analitik bir perspektiften meseleyi ele aldığımızda, MHP’nin bir yol ayrımına geldiğini görmekteyiz. Bu yol ayrımı, Türk siyasetinde son dönemde gerçekleşen dönüşümler ve kırılmalar sonucunda siyaset kurumu ile bürokratik seçkinler arasında “en sonunda” bir tarafı seçmeyi kapsamaktadır. Burada öncelikle Türk siyasetinin genel resmine ve MHP’nin bu resimde nerede durduğuna kısaca göz atmak gerekir. Türk siyasi hayatı genel hatlarıyla Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren laik-milliyetçi bürokratik seçkinler ile bunun karşısındaki muhafazakar geniş halk kitleleri arasındaki mücadele tarafından belirlendi. Her ne kadar Soğuk Savaş şartlarında komünizmle mücadele için kurulan “sağcı” bir parti izlenimi verse de MHP esas itibariyle, laik-milliyetçi bürokratik seçkinlerin kontrolündeki devlet ile muhafazakar geniş toplumsal kesimler arasındaki, yani merkez ile çevre arasındaki mesafenin ve gerilimin var ettiği bir parti oldu.

Varlık sebebini devlet-toplum ayrışmasına borçlu olan MHP, bürokratik seçkinlerin ve onların toplumsal uzantılarının temsilciliğine soyunan CHP gibi topluma her şartta cephe alıp devleti topluma karşı koruma refleksiyle hareket eden bir parti olmadı. MHP çevrenin temsilciliğine soyunan Demokrat Parti, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve AK Parti gibi çevreyi merkeze taşımayı ve devleti dönüştürmeyi amaçlayan bir parti de olmadı. MHP’nin ana misyonu kabaca devlet ile toplum arasındaki ayrışmanın korunmasını, bu bağlamda da devletin topluma sert müdahalelerini yumuşatma, öte yandan da toplumsal güçlerin devleti dönüştürücü etkilerini engellemeyi hedeflemekteydi. Çünkü MHP, Cumhuriyetin başında tesis edilen ulus-devlet ile toplum ya da bürokratik seçkinlerle geniş halk kitleleri arasındaki mesafe korunduğu ölçüde Türk siyaseti için anlamını koruyacak ve ayrı bir siyasi gelenek ve parti olarak varlığını devam ettirebilecek bir partidir.

Tam da bu sebeple 2002 sonrasında MHP, gerektiğinde CHP gerektiğinde ise AK Parti ile hareket eden bir parti oldu. 367 krizi gibi durumlarda toplumu laik-milliyetçi bir çizgiden hor gören ve ezmeye kalkışan bir pozisyonu benimsemedi. Yine aynı sebeple, 7 Haziran sonrası süreçte halkın rağmına uluslararası güçlerin güdümünde ülke siyasetini dizayn etmeye çalışan CHP-FETÖ bloğunun koalisyon çağrılarına kulak vermedi. Ama aynı şekilde, çevrenin merkezi dönüştürmesini hedefleyen AK Parti’nin muhafazakar-demokrat toplum projesi ve medeniyetçi bir siyasi topluluk politikalarına da destek sunmadı. Dolayısıyla, AK Parti’nin Arap Baharı sürecinde “Ortadoğu açılımı” ve 2008 sonrasında “demokratik açılım” politikalarının net bir şekilde karşısında yer aldı. MHP için esas olan üniter ulus-devlet yapısının ve bu yapıyı mümkün kılan laik-milliyetçi Kemalist ideolojinin -Türk-İslam sentezinde somutlaşan “sağ” versiyonunun- varlığını devam ettirmesiydi.

15 TEMMUZ-SİYASETTE YENİ DÖNEM
Ancak MHP’nin çevre ile merkez arasındaki ayrışmayı koruma politikası, Erdoğan’ın izlediği devrimci siyasetin cüretkâr ve dönüştürücü hamleleri ve FETÖ’nün bürokratik merkezde elde ettiği geniş nüfuz alanı nedeniyle akamete uğradı. FETÖ’nün bürokrasideki hamleleri MHP’nin de zemini olan -en azından orta ve alt bürokratik kademelerde- Kemalist bürokratik merkezin içini boşaltırken, Erdoğan’ın çevreyi merkez karşısında en ileri düzeyde organize eden ve merkeze her adımda biraz daha yaklaştıran siyasi hamleleri de MHP’nin manevra alanını daralttı. Artık ne korunması gereken bürokratik bir merkez ne de kolayca parçalanıp dönüştürücü etkisi kırılabilecek bir çevre partisi vardı. 7 Haziran sonrasında kısmen zayıflayan AK Parti ile bir koalisyon kısa süreçte MHP’nin önünü açabilirdi ama uzun süreçte AK Parti’nin merkeze yürümesinin önünü alamazdı. Bunun için AK Parti ile koalisyona “hayır” dedi. Muhaliflere koalisyon için “evet” demek ise MHP’nin bildiğimiz haliyle “Türk devleti”ni kaybetmesiyle sonuçlanırdı. Bahçeli bu hesapları yapmıştı ve bunun için Meral Akşener hamlesiyle cezalandırıldı. 15 Temmuz başarısız darbe girişimi MHP’nin içinde bulunduğu daralmayı daha da ileri bir boyuta taşıdı. 15 Temmuz FETÖ’nün bürokratik merkezden tamamıyla tasfiyesini ve dolayısıyla bürokratik merkezin toplumsal güçler tarafından bütünüyle kuşatılması ve yeniden dizayn edilmesinin yolunu açtı. Böylece, 15 Temmuz sonrası süreç (OHAL) çevre ile merkez arasındaki ayrışmanın sıfır noktasını gördüğü ve iç içe geçmelerinin artık önünde neredeyse hiçbir engelin kalmadığı bir dönemi başlattı. Bürokratik merkez, 15 Temmuz öncesinde belli ölçüde Kemalist aktörlerin FETÖ tarafından tasfiye edilmiş olması ve sonrasında ise bunların yerine gelen FETÖ mensubu aktörlerin de tasfiyesi ile otonomisini kaybetti. Çevre ise Erdoğan liderliğinde tarihinde hiç olmadığı kadar organize, kompakt, merkeze karşı güçlü ve dönüştürücü bir konuma geldi. OHAL ile birlikte çevre merkeze derinden daldı. Dolayısıyla, varlık sebebi merkez-çevre ayrışmasına bağlı MHP’nin siyasi zemini neredeyse tamamıyla ortadan kalkmış oldu.
MHP’NİN BAŞKANLIK HAMLESİ
Tam bu noktada MHP’nin yeni bir siyasi hamle yapması gerekiyordu. Ya 15 Temmuz’da FETÖ’nün çuvallamasıyla yeniden umutlanan ve bürokrasiye göz diken eski Kemalist bürokratik seçkinlerle hareket edecek ve daha da marjinalleşecek ya da Erdoğan ve AK Parti ile hareket ederek “Yeni Türkiye”nin inşasında söz sahibi olacaktı. Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun teveccüh gösterip Yenikapı mitingine katılması ve Kemalist bürokratların medya organlarındaki organize duygu sömürülerine prim vermedi ve tekrardan bürokraside önlerini açmayacağını belli etti. CHP’nin “Yenikapı ruhu”nu bozmasının temel nedeni buydu. Bahçeli de Yenikapı mitingine katılarak, OHAL sürecinde atılan adımları destekleyerek ve dış politikada (daha önceleri “bataklık” olarak nitelediği Ortadoğu’da) Suriye ve Irak’ta yapılan hamlelere ve hükümetin söylemlerine omuz vererek AK Parti ile aynı safta yer alacağını gösterdi. Tüm bunların üzerine başkanlık çıkışıyla da AK Parti’den gelmekte olan hamleyi erkenden görerek kendisine yeni siyasi düzenin kurulacağı masada önemli bir yer ayırtmış oldu. Bu akıllıca hamlelerle Bahçeli’nin siyasi hayatının zirve noktasını gördüğünü söylemek abartı olmaz.

Bundan sonraki süreçte MHP’yi bekleyen en kritik mesele, kendisine yeni bir varlık sebebi ve misyon belirlemesidir. İlk etapta MHP, AK Parti’nin nasıl bir düzen öngördüğü ve bu yeni düzende MHP’ye ne vaat ettiğine bağlı olarak belli hamleler yapacaktır. Bu yönde pazarlık payını yükselten açıklamaların -“MHP parlamenter sistemin yanındadır” gibi- geldiğine şahit olmaktayız. Hiç şüphesiz AK Parti-MHP işbirliği bürokratik merkezin iktidarına hizmet eden “Türk tipi” parlamenter sistemi sonlandırarak başkanlık sistemine yumuşak bir geçişi sağlayacaktır. Bu işbirliği ve ülkeye güç ve istikrar sağlayacak başkanlık merkezli yeni kurumsallaşma Türkiye devletinin içeriden terör örgütleri, bölgesel düzlemde parçalanan devlet yapıları ve küresel düzeyde ise giderek radikalleşen uluslararası güçlerin tehdidi göz önüne alındığında kritik önem arz etmektedir.

Öte yandan, AK Parti-MHP işbirliğinin akamete uğraması ülkede kısa vadede bir istikrarsızlığı doğurabilir. Referandum için gerekli olan 330 milletvekili şartının sağlanamaması durumunda büyük bir ihtimalle erken seçim ufukta görünecektir. Ve seçimler başkanlık tartışmaları etrafında şekillenerek değişim yanlıları ile statükocuların son büyük mücadelesine şahit olacaktır. Halkın bu iki grubun her karşılaşmasında statükocuları cezalandırdığı son 15 yıllık süreçte netlik kazanmış durumdadır. Dolayısıyla MHP’nin Meclis’te grubu olan ve siyasi sistemde ağırlığı olan bir parti olarak varlığını devam ettirebilmesi için değişim yanlıları ve “kazananlar” tarafında olması daha akılcı bir tercih olarak durmaktadır. Sonuç olarak, MHP’nin yeni misyonu 15 Temmuz’dan sonra artık nerdeyse bir zorunluluk haline gelen başkanlığa geçişe destek vererek “yerli ve milli” bir siyasetin parçası olmak olmalıdır.

[Star Açık Görüş, 30 Ekim 2016].