23-26 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları Avrupa’daki siyasi eğilimler konusunda önemli ipuçları veriyor.
Merkez partileri Avrupa Parlamentosu’ndaki çoğunluklarını kaybettiler.
Avrupa Parlamentosu’nun resmî sayfasında yer alan geçici sonuçlara göre, merkez sağ Avrupa Halk Partileri (EPP) grubunun 182, merkez sol Sosyal Demokratlar (S&D) grubunun ise ancak 147 sandalyeye sahip olacakları görülüyor. Bu rakamlar, 751 sandalyeli mecliste iki büyük grubun çoğunluğu kaybettiğini gösteriyor ve bu da artık Yeşiller ve Liberallerin desteğine ihtiyaç duyacaklarını gösteriyor.
Merkez partilerin parlamentoda çoğunluğa sahip oldukları dönemlerde başta Avrupa Komisyonu başkanı olmak üzere birçok üst düzey AB yöneticisini kendi aralarında anlaşıp belirledikleri düşünüldüğünde, yeni parlamentoda artık işlerin farklı yürüyeceğini söylemek mümkün.
Bu sonuçlar en fazla AB’nin fiilî başbakanı olarak görev yapan AB Komisyonu Başkanının belirlenmesinde tartışmaya neden olacak. Parlamentoda en büyük grubu oluşturan EPP’nin Komisyon Başkanlığı için önerdiği aday olan Manfred Weber’in, S&D ile yapılan centilmenlik anlaşması gereği Sosyal Demokratlar tarafından desteklenmesi yeterli görülüyordu. Ama şimdi Yeşiller ya da Liberaller’in denkleme dahil edilmesi gerekecek.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde merkez partilerin eriyişi aslında Fransa, Birleşik Krallık, İtalya ve Almanya başta olmak üzere, neredeyse bütün Avrupa ülkelerinde görülen bir eğilimin yansıması.
Bu seçimlerde Fransa’daki eski merkez partileri Cumhuriyetçiler ile Sosyalist Parti ancak dördüncü ve beşinci sırada yer alabildiler. Cumhuriyetçiler’in oy oranı yüzde 8,4’te kalırken, eski cumhurbaşkanları Mitterrand ve Hollande’ın partisi Sosyalist Parti oyların sadece yüzde 6,2’sini elde edebildi.
Birleşik Krallık’ta da durum farklı değil. Merkez solu temsil eden İşçi Partisi yüzde 14’1 oy ile üçüncü sırada yer alırken, istifa eden Theresa May’in Muhafazakâr Parti’si ancak yüzde 8,7’lik oy oranıyla beşinci parti olabildi.
İtalya’ya baktığımızda da benzer bir tablo söz konusu. Merkez solun temsilcisi Demokratik Parti yüzde 22,7 oy oranıyla AB karşıtı Lega’nın (Lig) yaklaşık 12 puan gerisinde kalırken, merkez sağdaki eski başbakan Berlusconi’nin partisi Forza Italia (haydi İtalya) yüzde 8,8’lik oy oranıyla ancak dördüncü parti olabildi.
Avrupa’nın “dört büyükleri” arasında en önemli ülke olan Almanya’da, merkez partileri diğer örneklere göre varlıklarını korusalar da onlardaki erime de devam etti. İktidardaki koalisyonun büyük ortağı ve merkez sağın temsilcisi Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) oyların 28,9’unu alırken, koalisyonun diğer ortağı merkez solun temsilcisi Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) oy kaybı sürdü. SPD, yüzde 15,8 oy oranıyla ancak üçüncü parti olurken, iki geleneksel merkez partisinin toplam oy oranı yine yüzde 50’nin altında kaldı. Bu, Almanya’da artık ikili koalisyonlar döneminin sona erdiğinin, üç ya da daha fazla partinin koalisyon yapma zorunluluğunun, dolayısıyla istikrarsızlığın kalıcı olacağının yeniden teyidi olarak okunabilir.
Seçimin en büyük kazananı ise AB karşıtı partiler oldu.
“Dört büyüklerin” üçünde, Fransa, İtalya ve Birleşik Krallık’ta Avrupa Birliği’ni ortadan kaldırmak isteyen partiler Avrupa Parlamentosu seçimlerinde en fazla oyu aldılar. İtalya’da Matteo Salvi’ni liderliğindeki Lega yüzde 34, Birleşik Krallık’ta Nigel Farage liderliğinde yeni kurulan Brexit yüzde 32 ve Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki LN yüzde 23’ten fazla oy alarak birinci parti oldular.
Bunların yanında Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde Brüksel ile ciddi yetki sorunu yaşayan ve AB karşıtı diye tanımlanabilecek olan partiler seçimleri büyük çoğunlukla kazandı. Macaristan’da Başbakan Victor Orban’ın partisi yüzde Fidesz yüzde 52,3 oy oranına ulaşırken, Polonya’da Jaroslaw Kaczynski’nin lideri olduğu Hukuk ve Adalet Partisi oyların yüzde 45,4’ünü elde etti. Her ikisi de Brüksel’e meydan okuyan liderler.
Mülteci, yabancı ve AB karşıtı partilerin Avrupa Parlamentosunda sahip olacakları sandalye sayısının toplam 172’ye ulaşacağı görülüyor. Bu sayı onları Sosyal Demokratların 147 sandalyesinin çok üzerine taşıyor.
Aşırı sağcı partiler her ne kadar ortak bir grup çatısı altında olmasalar da yabancı ve mülteci karşıtlığı ve İslamofobi konusunda birleşeceklerdir.
AB karşıtlığı konusunda birleşmeleri ise hem birliği hem de bütün Avrupa’yı büyük bir istikrarsızlığın beklediği anlamına geliyor.
[Türkiye, 29 Mayıs 2019].