2018'de gerçekleşen eyalet meclisi seçimlerinde Hristiyan Demokratların (CDU) ciddi oy kaybı yaşaması, Şansölye Merkel'in bilhassa ılımlı mülteci politikasına yönelik artan hoşnutsuzluklar ve çeşitli parti-içi anlaşmazlıklar, Merkel'in Aralık 2018'de parti genel başkanlığını bırakmasına neden olmuştu. Buna rağmen Merkel, şansölyelik (başbakanlık) görevini 2021 son baharına kadar sürdürme kararını almıştı. Aralık 2018'deki parti kongresinde –öncesinde CDU'nun Genel Sekreteri olarak Merkel tarafından görevlendirilen ve kendisinin varisi olarak değerlendirilen– Saarland eyaleti eski başbakanı Annegret Kramp-Karrenbauer (AKK) az bir oy farkıyla CDU genel başkanı seçildi. AKK'nin rakibi ise Sağlık Bakanı Jens Spahn ve CDU federal meclis grup eski başkanı (2000-2002) Friedrich Merz idi.
Haliyle 2019'da CDU'nun bir nevi iki başlı bir yapıya evrilmesi sonrasında partideki hoşnutsuzluklar ve eyalet meclisi seçimlerindeki başarısızlıklar son bulmadı. Buna ilaveten son olarak Temmuz 2019'da Şansölye Merkel'in CDU genel başkanı AKK'yi federal kabinede savunma bakanı olarak da görevlendirmesi, AKK'nin 2021'de CDU'nun muhtemel şansölye adayı olacağı yorumlarını da pekiştirdi. Buna rağmen AKK'nin ne savunma bakanlığı alanındaki adımları ne de genel başkanlık performansı CDU'daki hoşnutsuzluğu gidermeye yetti.
Son olarak Thüringen eyaletinde CDU'nun ve aşırı sağcı AfD'nin oylarıyla eyalet başbakanı seçilebilmiş olan (Hür Parti'li) Thomas Kemmerich olayı, bardağı taşıran son damla oldu. Merkel başta olmak üzere birçok parti kurmayı aşırı sağcılarla birlikte hareket etmeme ilkesinin bu şekilde sekteye uğratılmasına tepki gösterirken günün sonunda AKK sorumluluk alarak şansölye adayı olmayacağını belirtti. Yine AKK parti genel başkanlığı ve şansölyelik görevlerinin ayrılmasını da eleştirerek bir nevi çift başlılığın sorun olduğunu vurguladı. AKK böylelikle yaz aylarında öncelikle partisinin şansölye adayının belirleneceğini, Aralık'taki olağan kongrede ise kendisinden boşalan CDU genel başkanlığına yeni bir ismin seçileceğini duyurdu.
Almanya'da merkez partilerin içinde bulunduğu bu karmaşık ve olumsuz gidişat, maalesef ilk olarak SPD'de geçtiğimiz yıl art arda iki genel başkanın görevi bırakması ve son olarak uzun bir sürecin akabinde partinin yeni eş-başkanlarının güçlükle seçilmesiyle daha da belirginleşti. Büyük Koalisyonun neredeyse her gün hem koalisyon hem de muhalefetten yöneltilen eleştiri ve meydan okumalara muhatap olması, spesifik konularda fikir ayrılıklarının sürmesi, bunun neticesinde de ana akım partilerin gün geçtikçe anketlerde daha fazla oy kaybetmesine sebep oldu. Ayrıca zaman zaman koalisyon ve partilerde de restleşmelere şahit olunması olağan hale geldi. Bu süreçte bir yandan tüm uyarı ve bariz olumsuzluklara rağmen normalleştirilmeye çalışılan AfD, merkez partilerin zayıflamasına paralel olarak güçlendi.
CDU'nun yeni genel başkan arayışı
Önümüzdeki aylarda iktidar ortağı CDU –ve Bavyera'daki kardeş partisi CSU– hem yeni genel başkanını hem de bir sonraki federal seçimlere yönelik şansölye adayını arayacaktır. Bu bağlamda beş isim öne çıkarken sürecin neler beklediğini kestirmek güçtür. Bir yandan Merkel'e yakınlığıyla bilinen Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Başbakanı Armin Laschet'in liberal kanadı temsilen adı öne çıkarken, mevcut federal sağlık bakanı Jens Spahn'ın da hem bir Merkel muhalifi hem de yeni ve genç jenerasyonun temsilcisi olarak destekçi bulduğu gözlenmektedir. CDU içerisindeki sağ-muhafazakâr çevrelerin desteklediği ve geçmişte de hem Merkel'in hem de son olarak 2018 CDU kongresinde AKK'nin rakibi olan Friedrich Merz'in de genel başkanlık için şansı olduğu düşünülmektedir. Hatta Merz'in doğrudan parti üyelerince seçilmesi durumunda genel başkanlık şansının çok daha yüksek olduğuna işaret edilirken genel başkan kongrede delegelerce seçilmekte ve bu ilkeden de vazgeçilmemektedir. Son olarak şimdilik adı pek öne çıkmasa da CSU Genel Başkanı ve Bavyera Başbakanı Markus Söder de CDU/CSU'nun ortak şansölye adaylığı bağlamında göz ardı edilmemesi gereken biridir. Bu sebeple Söder'in CDU içerisinde önce genel başkanın belirlenmesi, şansölye adayının ise daha sonra CDU ve CSU tarafından birlikte kararlaştırılmasını savunması anlam kazanmaktadır. Son olarak bu hafta içerisinde CDU'lu Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen tüm diğer muhtemel adaylardan henüz adaylık konusunda resmî bir açıklama gelmezken somut olarak adaylığını kamuoyuna duyurdu.
Almanya'da bir sonraki federal meclis seçimleri için düşünülen tarih 2021'in son baharı olarak planlanırken Büyük Koalisyonun her iki iktidar ortağının istikrarsız liderlik sorunlarıyla yüz yüze gelmesi, olası erken seçimleri de gündemde tutmaktadır. Bu sebeple mevcut denklemde Merkel'in şansölyelik görevini kaotik bir hâl almak üzere olan CDU yönetimiyle birlikte nasıl yürüteceği ve hatta 2020'nin ikinci yarısından itibaren Almanya'nın üstleneceği AB dönem başkanlığını ne ölçüde etkileyeceği de sorgulanmaktadır. Bu bağlamda Merkel'in şansölyelik görevini şimdiden bırakması gerektiği, SPD'nin muhalefete geçerek AfD'nin etki alanını sınırlandırması ve CDU'nun da bir azınlık hükûmetiyle bu geçiş sürecini tamamlaması fikri üzerinde duranlar dahi olmaktadır.
Ayrıca CDU genel başkanlığı görevini bırakacağını ve şansölye adayı olmayacağını açıklayan AKK'nın bu süreçte savunma bakanı olarak görevini de sürdüreceğinin –hâlihazırda son yıllarda ciddi kurumsal sorunlar yaşayan– Alman ordusuna ne gibi bir etkisi olacağı sorusu da gündeme gelmektedir. Ekonomi çevrelerinin de muhtemel beş adaydan kimi şansölye olarak görmek isteyeceğini de irdeleyen Alman kamuoyu, Merz ve Spahn'ın ekonomi çevrelerinde Laschet'e göre daha iyi bir konumda olduğuna işaret etmektedir. Diğer yandan muhafazakâr ve ekonomi çevrelerdeki saygınlığının yanı sıra çevre ve iklim konularındaki artan duyarlılığı sebebiyle CSU'lu Bavyera başbakanı Söder'in de şansölyelik görevine talip olması ihtimal dahilindedir.
Sonuç olarak her ne kadar SPD eş-başkanı Walter-Borjans koalisyon partneri CDU'ya güvendiğini açıklamışsa da –ki kendisi geçtiğimiz aylarda SPD genel başkanlık yarışı esnasında koalisyon karşıtı olarak öne çıkmaktaydı– önümüzdeki aylarda Alman siyasetinin daha da istikrarsız bir aşamaya evrileceği açıktır. Bu bağlamda her ne kadar tüm siyasî çalkantılara rağmen Alman siyasî sisteminin dirençli olduğu değerlendirilse de ana akım partilerin bilhassa aşırı sağcılar karşısında gittikçe eridiği bir gerçektir. Haliyle toplumsal gerginliğin de artması –Hanau kentindeki son aşırı sağcı terör saldırısında da görüldüğü üzere– sistemin uzun vadede istikrarsızlığa ne kadar direnç gösterebileceğini sorgulatmaktadır.
[Sabah, 22 Åžubat 2020].