Cumhurbaşkanı Erdoğan yoğun bir ziyaret trafiğinde. Hindistan, Çin, Rusya ve ABD’yi çok kısa bir süre içerisinde ziyaret etti, edecek. Dünya siyasetinde ve ekonomisinde kilit rol oynayan bu ülkelerden özellikle Rusya ve ABD ile ilişkiler, Türk dış ve güvenlik politikalarımızın geleceğini şekillendirecek cinsten.
Rusya ziyaretinden birkaç gün önce Putin ve Trump arasında gerçekleşen telefon görüşmesinin en çarpıcı noktası Suriye’de güvenli bölgelerin kurulması konusunda varılan mutabakattı. Benzer şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi ziyaretinde de birçok önemli başlık arasından sıyrılanı çatışmasızlık bölgeleri ve güvenli bölge konusunda bir mutabakata varıldığı açıklamasıydı.
İki kavramın da içlerinin doldurulması gerektiği aşikâr. Bahse konu üç ülke arasında güvenli bölge ve çatışmasızlık bölgeleri konusunda bir anlayışın ortaya çıkmaya başladığı görülüyor. Yine de bu kavramların sahada neye karşılık geleceği ve bu karşılığın Suriye’nin geleceğine nasıl yansıyacağı hala netleşmemiş görünüyor. Aslında Cumhurbaşkanı net bir şekilde “İdlip’in bir yeşil çizgi çizilerek çatışmasızlık bölgesi olarak kabul edileceğini” söyledi; benzer şekilde Fırat Kalkanı bölgesinin de güvenli bölge olabileceğini ima etti. Trump ve Putin’in bu iki kavramdan muradının ne olduğunu öğrenmek için ise biraz beklememiz gerekecek.
Fırat Kalkanı demişken; güvenli bölge tartışmalarının bu kadar zemin kazanmasında harekâtın ve başarılarının büyük rolü olduğunun altını çizmek gerek. Güvenli fikri Fırat Kalkanı öncesinde muğlak ve soyut bir fikirdi. Harekâtla DEAŞ’tan arındırılan bölge, bölgedeki yeniden inşa çalışmaları ve geri dönen Suriyeliler, güvenli bölge fikrini ete kemiğe büründürdü. ABD’nin sabık Başkanı Obama, bu fikre iltifat etmeyerek on binlerce canın yitirilmesine sebep oldu.
Şu an ise güvenli bölge ve çatışmasızlık bölgeleri fikri, siyasi müzakerelerin olmazsa olmazı ateşkes ile paralel düşünülüyor. Fikrin önünde üç ciddi meydan okuma var. Birincisi, İran’ın Suriye’deki müzakerelere ateşkes merkezli yaklaşmaması. İran Suriye’deki kazanımlarından henüz tatmin olmuş değil ve “oyun bozucu” potansiyelini hâlâ güçlü bir şekilde koruyor. İkincisi, Rusya’nın kâğıt üzerine yazdıklarıyla sahada yaptıkları arasında farkların olması. Rusya’nın bu fikrin sahada karşılık bulması için rejime karşı oynamayı göze alacağı kozlar, fikrin başarı seviyesini belirleyecek. Üçüncüsü ise CENTCOM’un güdümündeki ABD’nin Suriye politikasının YPG/PKK merkezli düşünmeden kurtulamaması. CENTCOM, Türkiye’nin PKK terörüyle mücadelesini engellemek için YPG’nin kontrolü altındaki bölgelerin de güvenli bölge veya çatışmasızlık bölgeleri kapsamına alınması konusunda ısrarcı olabilir.
Türkiye ise DEAŞ, El-Kaide ve PKK’nın tüm uzantılarıyla bu fikirden muaf tutulması gerektiğini savunacak ve bu konuda herhangi bir arabulucu teklifi kabul etmeyecek. Diğer bir deyişle Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde yuvalanan PKK’nın Türkiye’den kendisini emin hissedebileceği bir denkleme müsaade etmeyecek. Güvenli bölge veya çatışmasızlık bölgesi olarak ilan edilse bile Suriye’nin kuzeyinde PKK terörü hedef alınmaya devam edecek.
Son olarak hatırda tutulması gereken bir nokta, PKK’nın sadece ABD’nin omuzundan değil aynı zamanda Afrin ve Menbiç’te Rusya’nın da omuzundan ateş ettiğidir. Her iki ülke de PKK’yı bir cepte tutmak istiyor. Türkiye ise bir taraftan ABD ve Rusya’yla müzakereleri artıracak, diğer taraftan ise bu iki ülkeye rağmen PKK’yı vuracak. Mesele sonuç almakta, alınan sonuca göre müzakereler şekillenir.
[Akşam, 5 Mayıs 2017].