AK Parti'nin millet ile arasının açıldığı, siyasetinin yapaylaştığı eleştirileri daha sık duyulmaya başlandı. Bu eleştirilerin AK Parti'ye yakın bazı medya organlarında yer bulması meseleyi daha da ilginç kılıyor. Keza muhalefete yakın basın organları bu iddiaların hemen üstüne atlayıp "İçeriden eleştiri var" ve "AK Parti kendi tabanı tarafından sorgulanmaya başlandı" manşetleri atıyor.
Halbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AK Parti teşkilatlarına yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirisiyle bu duruma –elbette daha farklı ve yapıcı bir tavırla– çok daha önce dikkat çektiğini biliyoruz. Bu eleştirilerin havada kaldığı, öylesine dile getirildiği de söylenemez. Cumhurbaşkanı Erdoğan sorunu görmezden gelmiyor, aksine durumu kabul ediyor ve çözmek için somut adımlar atıyor. Bu eleştirilerin akabinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bazı belediye başkanlarının görevden ayrılması bunun en büyük göstergesi. 31 Mart seçimlerinin sloganının "Gönül Belediyeciliği" olarak nitelendirilmesi de bunu işaret ediyor. Milletle olan gönül bağına ve kader ortaklığına vurgu yapılıyor.
AK Parti'nin kaderinin ne bürokrasideki gücüne ne de büyük sermayedeki payına yani ne silaha ne de paraya dayanmadığını şüphesiz en iyi Cumhurbaşkanı Erdoğan biliyor. AK Parti iktidarının yegane dayanağı millet iradesi ve bunun yansımasını bulduğu yer olan siyaset kurumu. Dolayısıyla ne çoğulcu siyaset ne de elitist siyaset AK Parti siyasetinin temeli olabilir. Milli irade siyaseti AK Parti'nin ideolojik zeminini oluşturuyor, silah ve paraya hakim değilsen millete yaslanmaktan başka çaren de olmaz. Bu durumda AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan için milletle bağın zayıflaması siyaseten intihara davetiye çıkarmaktan başka bir anlam taşımaz.
İktidarda olmanın partiye ve harekete ciddi zarar verdiği, "oligarşinin katı kuralları"nın belli ölçüde devreye girdiğini belirtmeye gerek yok. İktidarı paraya ve kişisel ikbale tercih eden küçük adamlar mutlaka olacaktır. Ancak bu manzara karşısında AK Parti siyasetinin yapaylaştığı, adaylarının kurgu olduğu ve bunların neticesinde Millet İttifakı'nın seçimde şansının arttığı sonucuna varabilir miyiz? Millet İttifakı milli iradenin yeni temsilcisi olarak görülebilir mi? Millet İttifakı'nın 31 Mart seçimlerine gidilirken milletle çok daha doğal ve sahici bir bağ kurduğunu söyleyebilir miyiz?
AK Parti'yi milletten kopmakla eleştiren ve muhalefetin "yandaş medya" olarak hafife aldığı yayın organlarında bu eleştirileri dillendirenlerin vardığı nokta maalesef bu. Bu yazar-çizer takımına sormak lazım:
CHP'nin hiçbir ideolojik ortaklığı olmadığı halde aday yaptığı, İYİ Parti'nin adayı olmamak için bin bir takla atan ama oylarını reddetmeyen, HDP'ye bir yandan ateş püskürüp bir yandan oylarına talip olan Mansur Yavaş'ın milletle doğal bir bağı mı var? Yavaş milli iradenin doğal temsilcisi, rakibi Mehmet Özhaseki ise kurgu bir aday, öyle mi?
Yavaş'ın bırakın milletle, kendisini ortak aday gösteren Millet İttifakı bileşenleriyle bile sahici bir bağı söz konusu değil. Yavaş sahici bir aday olsaydı en azından sahte senet meselesinde önüne mikrofon konulunca afallamaz, mertçe hatasını kabul ederdi. Yukarıdan "sus" emri gelince sustu ve şimdilerde mağduriyet üzerinden kendini temize çıkarmaya ve siyasi rant elde etmeye çalışıyor. Kendi iradesine göre hareket edemeyen, siyaset yapmakta güçlük çeken birisi Yavaş.
Gelelim Millet İttifakı'nın İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu'na. İmamoğlu her fırsatta milletin adamı imajı çizmenin peşinde, belki de gerçekten içimizden birisi. Ancak şunu hatırlatmak lazım: İmamoğlu uzun yıllar milli iradeyi ayaklar altına alan, oligarşik siyasetin temsilcisi konumundaki CHP'nin adayı. Bu durumda CHP'yle yürüyen İmamoğlu ya rol yapıyor ya da siyaseten yanlış yerde duruyor. Milletle sahici bağı olan bir siyasi figürün CHP'de yer alması büyük bir çelişki. Sokakta vatandaşın CHP'nin adayı olduğunu duyduğunda İmamoğlu'na verdiği olumsuz tepki de bunun en açık göstergesi.
Yanlış anlaşılmasın CHP'yi kriminalize etmek ya da siyaseten marjinalleştirmek gibi bir derdim yok. Mutlaka birileri oligarşi savunusu yapacak, bunda beis yok. Demokratik siyaset buna da imkan sağlıyor. Söylemek istediğim CHP'nin milli irade siyasetini benimseyemeyeceği, Türk siyasetini belirleyen üç tarz-ı siyasetten (elitist, çoğulcu ve milli irade siyaseti) elitist ve oligarşik siyasetin temsilcisi olmanın ötesine geçemeyeceği. CHP ancak taktiksel olarak milli irade siyasetine soyunabilir. CHP'nin varsıl ve seçkinci sosyolojisi bunun ötesine imkan tanımaz.
Netice itibarıyla AK Parti eleştirisi yapanların akıllarını başlarına alması gerek. Mansur Yavaş'a ve Ekrem İmamoğlu'na organik siyasetçi, halk adamı muamelesi çekmek ahmaklık.
Vesayetin partisi CHP, ırkçı İYİ Parti, PKK'nın Truva atı HDP ve şaşkın İslamcıların SP'sinin oluşturduğu siyaset mühendisliği harikası siyasi bloktan bir milli irade siyaseti çıkarmak da tek kelimeyle gülünç. Gerçekten söylediklerinde samimiyseler ve milletin çıkarlarını düşünüyorsalar yapmaları gereken şey AK Parti'nin hikayesini hatırlamasına yardım etmek. Bitmemiş ve bitmeyecek hikayeye takoz koymak değil.
[Sabah, 23 Mart 2019].