Siyasi partilerin seçimden sonra ortaya çıkan manzarayı yönetme biçimleri, Türkiye'yi nasıl yönetecekleri hakkında fikir verecektir.
Seçimlerde kullanılan oyların toplam yüzde 95'i mecliste temsil ediliyor. Dışarıda kalan seçmen iradesi sadece yüzde 5. Üstelik bu temsil parçalı da değil, sadece 4 parti arasında bölünmüş durumda. Mecliste temsilin yoğunlaşmasına baktığımızda da karşımıza normal şartlarda gayet olumlu bir manzara çıkıyor; birinci parti yüzde 40-41'lik bir oran yakalamış ve diğer partiler sırasıyla yüzde 25, 16 ve 13 oylar almışlar.
Niteliksel dağılıma baktığımızda kağıt üzerinde iç açıcı bir resim var; ülkenin merkezinin farklı tonları AK Parti ve CHP tarafından temsil ediliyor. Bunun yanında iki milliyetçi kanat da mecliste. Geleneksel siyasetin kodları ile okursak sağ ve sol temsili var. Türkiye'nin dinamikleri açısından baktığımızda muhafazakarlar ve modernler, şehirliler ve taşralılar, Aleviler, gayrı Müslimler kısacası bütün toplumsal kesimler 7 Haziran seçimleri ile oluşan mecliste kendilerine yer bulabiliyorlar.
Kağıt üzerinde bu kadar kusursuz görünen manzara seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz bir koalisyon ve erken seçim tartışmasını beraberinde getirdi.
Ön alma düşüncesiyle, acemilikle veya başbakan/hükümet olma hevesiyle hareket eden partiler, bir yandan erken seçime kapıları kapatırken bir yandan da onunla koalisyon kurmam, bunu istemem minvalli açıklamalar yaptılar. Şimdi ise neredeyse seçimin üzerinden bir hafta geçmişken kazın ayağının hiç de öyle olmadığını anlayarak başta koydukları kaprislerden vazgeçmek durumunda kaldılar. Ufak ufak mahcup adımlarla 'ülkenin yönetilmesi için ne lazımsa yapmaya hazırız' noktasına geliyorlar.
Bu tutum değişikliğine rağmen ortada yönetilmesi gereken ciddi bir süreç var. Mevcut AK Parti-CHP, AK Parti-MHP, dışarıdan destekli CHP-MHP koalisyon senaryolarının hepsinde muhtemel koalisyon ortakları çözüm süreci, yeni anayasa, dış politika ve ekonomi gibi temel konularda birbirlerinden ciddi anlamda ayrılıyorlar. 1999-2002 arasındaki son koalisyon döneminde olduğu gibi partileri 'uyum'a icbar edecek bir asker de, çok şükür, yok. Hatırlayın, o dönem başbakan olan Ecevit her cümlesine "Hükümetimiz uyum içerisindedir" diyerek başlardı ve nihayetinde uyum içerisindeki hükümet ülkeyi ekonomik krize ve erken seçime sürüklemişti.
Bugün ne asker ne de onun zoraki uyumu var; siyasal ve ekonomik sistem ise 13 sene öncekiyle mukayese edilemeyecek kadar sağlam. Peki ama tüm bu şartlar altında ülkeyi kim yönetecek?
SÜRECİ VE ÜLKEYİ YÖNETMEK
Süreç kendi içerisinde çeşitli belirsizlikler ve çelişkiler barındırıyor.
Fakat bütün bu belirsizlikler ve çelişkiler bir yana ortada iki somut gerçeklik var.
Birincisi hiçbir koalisyon formülü denenmeden acil bir erken seçime gitmek kimsenin hayrına değil. Bir diğer gerçeklik ise en uyumlu ve muhtemel gözüken koalisyon senaryosunun bile uzun soluklu olması mümkün değil. Bu durumda içerisinde koalisyon görüşmelerini, kısa ömürlü ve muhtemelen bol krizli bir koalisyon dönemini ve en nihayetinde erken seçimi barındıran bir süreç içerisine giriyoruz.
Bu süreçte ister iktidar isterse muhalefet kısmında yer alsın süreci iyi yöneten siyasi aktör erken seçimden sonra da ülkeyi yönetecektir.
[Sabah Perspektif, 13 Haziran 2015]