Bir siyasi hareket düşünün; tarihi boyunca birçok askerî darbeye maruz kalmış ülkenin, en son, en kanlı, en hain askerî darbe girişiminin püskürtüldüğü süreçte, hiç esamesi okunmasın. Darbecileri değil, darbeye maruz kalan siyasetçileri eleştirsin. Tüm ülke yekvücut hâlinde sokaklarda vatan nöbeti tutarken, meydanlarda gözükmesin. Hiç sesi soluğu çıkmasın! Kendi kitlesine, “meydanlara inin, ülkeye sahip çıkın” çağrısı yapmasın. Hatta siyasi kadrolara rağmen, hareketin kitlesi sokağa çıkmışken, kılı kıpırdamasın.
Ülke olağanüstü zamanlardan geçerken, bu siyasi hareket kimsenin aklına gelmesin. Ülkede oluşan millî birlik havasının tam anlamıyla dışında kalsınlar. Söyleyecek sözleri, sözlerini dinleyecek muhatapları olmasın. Cumhurbaşkanı ve başbakan, muhalefet liderleri ile istişareler, basın toplantıları, mitingler düzenlerken, bu sözde siyasi partinin genel başkanının ismi, kimsenin aklına gelmesin. Kimse eksikliğini hissetmesin. “Ülkenin geleceğine yön veren bu görüşmelerde, ‘o neden yok’...” diye sorma ihtiyacını kimse hissetmesin.
Ülke siyaseti için “millî irade”nin geçmişte hiç olmadığı kadar belirleyici olduğu günlerde, seçmenin oyunu almış bu siyasi parti ve lideri, yokluğa mahkûm olsun. Millet iradesini doğrudan kullanmış, silahlara, tank namlularına ve F-16’lara kendi bedenini siper etmişken, milletin bir kısmının oyunu alan bu siyasi partinin hiçbir ağırlığı ve saygınlığı kalmasın. Darbe girişiminin tahribatını tamir etmek ve yenilerine fırsat vermemek için iktidar ve muhalefet el ele verip, anayasa değişikliği üzerinde anlaşırken; ülkenin sadece bugünü değil, yarını da tasarlanırken, bu siyasi partiye fikrini sorma ihtiyacı doğmasın.
Evet, PKK’nın siyasi kolu HDP’den ve onun eş genel başkanı Demirtaş’tan bahsediyoruz. HDP ve Demirtaş, aslında siyasi aktör olmadıkları, şiddet ve terörden beslenen gayrimeşru aktörler oldukları için aldıkları oya rağmen bu duruma düştüler. “Türkiye partisiyiz” diye seçmenlerini kandırıp oy aldılar ama Türkiye’nin en temel meselesinde, bırakın sahayı, tribünlerde olacak kadar bile varlık gösteremediler! Bunun nedeni, diğer siyasi aktörlerin HDP’ye veya Demirtaş’a karşı takındıkları tutum değildi! Gerçek neden, HDP ve Demirtaş’ın, geleceğe umutla bakmamıza imkân veren, bizi “biz” yapan tüm değerlere karşı ortaya koydukları tutum ve davranışlardı. HDP ve Demirtaş’ın tutum ve davranışları, “söz konusu Türkiye olduğu zaman” her türlü kutsalı yok sayan bir “klasik tavır”a dönüşmüştü.
HDP ve Demirtaş’ın bu “klasik tavrını” şu şekilde özetleyebiliriz:
- Vatanı umursamazlar
- İnsan hayatına değer vermezler
- Kadın ve çocukları kollayıp gözetmezler
- Aileye saygı duymazlar
- Dini ve mukaddesatı sömürmekten kaçınmazlar
- Yalan ve iftiraya başvurmadan söz söyleyemezler
- Şiddeti överler
- Terörü severler
- Ve teröre hedef olmuş masum sivilleri sizden bizden diye ayırırlar
[Türkiye, 23 Ağustos 2016].