Hayli eskimiş de olsa demokrasi ya da demokratikleşme kavramı hâlâ sihirli bir sözcük. Bütün sorunları çözecek bir maymuncuk gibi. Hem daha fazla iktidar arayışında olanlar hem de muhalefet edenler için.
Yine de Türkiye siyasetinde demokrasi kelimesini en fazla tüketen ideolojik grup, Kürt milliyetçileridir. Bunun sebebi mücadelelerinin sadece "Kürt" halkının taleplerini gerçekleştirmek için Türkiye devletine muhalefet etmekle kalmaması. Aynı zamanda kendi muhayyel iktidar alanlarını kurma peşinde olmaları.
Bunun için "demokratik" tanımlamasını kimi zaman PKK'nın Güneydoğu'nun ilçelerinde "özyönetim" adı altında yürüttüğü silahlı mücadele için kullanıyorlar. Kimi zaman da "demokratik özerklik" formülüyle muhayyel "Kürdistan'a" gidişin adımlarını meşrulaştırmak için.
Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır'da gerçekleşen DTK Kongresi ile "demokratik" tanımlı söylemlerin gerçek niyeti ayan beyan oldu. Bunu anlamak için DTK'nın sonuç bildirgesinde önerdiği yetkileri hayli geniş "özerklik" modelini incelemeye bile gerek yok. Bildirgenin başlangıç ve sonuç cümleleri bile yeter. İlk cümle: "Kürdistan ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu Ortadoğu son derece tarihsel ve önemli bir süreçten geçmektedir." Ve son cümle: "Kürdistan'daki bütün toplumsal kesimleri ve siyasi partileri ulusal birlik ruhuyla halkımızın yürüttüğü direnişe sahip çıkmaya; dünya halklarını ve kurumlarını halkımızın meşru özgürlük talepleriyle dayanışmaya çağırıyoruz."
İsterseniz bu cümlelerdeki "Kürdistan" vurgusunun tam anlamını HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş'ın söyleminde bulalım: "Artık gelecek yüzyılda bir Kürdistan gerçeği olacak. Özerk bölgeleri de olacak belki devleti de olacak. Kürtler artık kendi coğrafyasında siyasi bir irade olacaktır." Mesele net: Seküler olanından İslamcısına kadar Kürt milliyetçilerinin derdi "Kürtlerin hakları" sorunu değil; "Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı" isteği ve "Kürdistan tahayyülü"dür. Yani, PKK ve HDP'nin mücadelesini yürüttüğü davanın hedefi "Kürt" sorununu çözmek değildir.
"Kürt" sorununu belirli bir şekilde çözme iddiasıdır; "Kürdistan"ı kurarak çözmektir. Bu netleşmenin Türkiye halkı genelinde bölünme korkusunu büyüteceği malum. Ancak meselenin bir başka boyutu daha var.
Bugün itibariyle Türkiye'deki Kürt milliyetçilerinin taleplerinin adını doğru koyacağımız bir noktaya geldik. Bu noktada yaşamakta olduğumuz sorunu "demokratikleşme" ile çözebileceğimizi söyleyerek de aslında pek bir şey söylemiş olmuyoruz.
Ne kastediliyor? Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi mi? PKK- HDP çizgisi için bunun anlamı Güneydoğu'da özerklik yolu ile kendi kontrollerini kurmak. Dahası, Türkiye'yi iki uluslu bir yapı olarak yeniden yapılandırmak. Ve dahası "muhayyel Kürdistan'a" gidişte Suriye, Irak ve belki ileride İran "Kürdistan"larını birleştirmek.
İşte bu sebeplerle, Kürt milliyetçilerinin "Kürtleri siyasi irade sahibi bir ulus" olarak görmeleri ve "statü" istemeleri Türkiye'deki bütün siyasi akımlar için ciddi bir meydan okumadır. Ancak bunu Türkiye'nin bütünlüğünü aşan bir perspektifle düşünmeleri asıl kritik nokta. Bu yüzden AK Parti'yi "demokratikleşmeye" çağırarak ya da zorlayarak "Kürdistan" sorunu çözülemez.
AK Parti karşıtlarının da tasalanması gereken bir yerdeyiz. Demokratikleşmeye karşı çıkmıyorum; aksine derinleştirilmeli. Ancak asıl mesele bu değil. "Bir arada yaşama" ve "ortak kaderine sahip çıkma" anlamında Türkleri ve Kürtleri "bir millet olarak tahayyül etme" duygusunu güçlendirmemiz şart. Bu da Türkiye merkezli siyasetler üretmeyi gerektirir. "Kürdistan sorunu" ancak böyle çözülür.
İşte bu yüzden nazik bir dönemden geçiyoruz. Suriye ve Irak'ta yaşanan iç savaşların etkilerini taşıyabilecek dış politika performansına ihtiyacımız var. Ve bunu mümkün kılacak sahici bir Türkiyelileşme sürecine.
Umalım Yeni Anayasa görüşmeleri bunun yolunu açsın.
[Sabah, 29 Aralık 2015]