SETA > Yorum |

Anayasa Referandumu Kavşağında Irak

15 Ekim’de yapılan anayasa referandumuyla birlikte ‘yeni Irak’ta bir kavşak daha geçilmiş oldu. ABD hükümet çevreleri (zorlamayla da olsa) anayasanın planlanan tarihte bitirilerek belirlenen takvime uygun olarak referanduma gidilmesini bir zafer olarak görüyorlar. Bu Amerikan kamuoyuna yönelik propagandanın bir parçası olmanın yanı sıra, Irak’tan askerlerin bir an evvel çekilmesi için gerekli olan süreç ve takvimin işlediğinin de bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Üstelik ABD’nin çeşitli müdahaleleriyle Sünnilerin de bu sürece dahil edilmeye çalışılması, bu yolla direnişin (ya da direnişe desteğin) bitirileceği yolunda bir beklentiye de yol açmaktadır. Ancak Amerikan hükümetinin bütün beklentilerine rağmen, kesin sonuçlar bu yazının yazıldığı tarihte belli olmamakla birlikte, referandumda kabul edileceği tahmin edilen mevcut anayasa taslağının Irak’a içbarış ve istikrar getireceği oldukça şüpheli gözüküyor. Amerikan hükümeti için her şey yolunda, takvimine göre gidiyor ama; bu ne direnişin biteceğinin ne de Irak’a istikrarlı bir demokrasinin geleceğinin garantisi değil. Aksine böylesi hızlandırılmış bir sürecin, zorla sağlanan (ya da sağlandığına inanılan) bir mutabakatın ve belirsizliklerle ve çelişkilerle dolu bir anayasanın şiddet sarmalını ve istikrarsızlığı daha da arttırılabileceği tahmin edilebilir.  

15 Ekim’de yapılan anayasa referandumuyla birlikte ‘yeni Irak’ta bir kavşak daha geçilmiş oldu. ABD hükümet çevreleri (zorlamayla da olsa) anayasanın planlanan tarihte bitirilerek belirlenen takvime uygun olarak referanduma gidilmesini bir zafer olarak görüyorlar. Bu Amerikan kamuoyuna yönelik propagandanın bir parçası olmanın yanı sıra, Irak’tan askerlerin bir an evvel çekilmesi için gerekli olan süreç ve takvimin işlediğinin de bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Üstelik ABD’nin çeşitli müdahaleleriyle Sünnilerin de bu sürece dahil edilmeye çalışılması, bu yolla direnişin (ya da direnişe desteğin) bitirileceği yolunda bir beklentiye de yol açmaktadır.

Ancak Amerikan hükümetinin bütün beklentilerine rağmen, kesin sonuçlar bu yazının yazıldığı tarihte belli olmamakla birlikte, referandumda kabul edileceği tahmin edilen mevcut anayasa taslağının Irak’a içbarış ve istikrar getireceği oldukça şüpheli gözüküyor. Amerikan hükümeti için her şey yolunda, takvimine göre gidiyor ama; bu ne direnişin biteceğinin ne de Irak’a istikrarlı bir demokrasinin geleceğinin garantisi değil. Aksine böylesi hızlandırılmış bir sürecin, zorla sağlanan (ya da sağlandığına inanılan) bir mutabakatın ve belirsizliklerle ve çelişkilerle dolu bir anayasanın şiddet sarmalını ve istikrarsızlığı daha da arttırılabileceği tahmin edilebilir.  

 

15 Ekim’de yapılan anayasa referandumuyla birlikte ‘yeni Irak’ta bir kavşak daha geçilmiş oldu. ABD hükümet çevreleri (zorlamayla da olsa) anayasanın planlanan tarihte bitirilerek belirlenen takvime uygun olarak referanduma gidilmesini bir zafer olarak görüyorlar. Bu Amerikan kamuoyuna yönelik propagandanın bir parçası olmanın yanı sıra, Irak’tan askerlerin bir an evvel çekilmesi için gerekli olan süreç ve takvimin işlediğinin de bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Üstelik ABD’nin çeşitli müdahaleleriyle Sünnilerin de bu sürece dahil edilmeye çalışılması, bu yolla direnişin (ya da direnişe desteğin) bitirileceği yolunda bir beklentiye de yol açmaktadır. Ancak Amerikan hükümetinin bütün beklentilerine rağmen, kesin sonuçlar bu yazının yazıldığı tarihte belli olmamakla birlikte, referandumda kabul edileceği tahmin edilen mevcut anayasa taslağının Irak’a içbarış ve istikrar getireceği oldukça şüpheli gözüküyor. Amerikan hükümeti için her şey yolunda, takvimine göre gidiyor ama; bu ne direnişin biteceğinin ne de Irak’a istikrarlı bir demokrasinin geleceğinin garantisi değil. Aksine böylesi hızlandırılmış bir sürecin, zorla sağlanan (ya da sağlandığına inanılan) bir mutabakatın ve belirsizliklerle ve çelişkilerle dolu bir anayasanın şiddet sarmalını ve istikrarsızlığı daha da arttırılabileceği tahmin edilebilir. Anayasa metin olarak Amerikan kamuoyunu mutlu edecek, diğer Ortadoğu ülkelerinin anayasalarıyla karşılaştırıldığında (bazı maddeleri görmezden gelinir veya yerel kültür gerekçesiyle hoş görülürse) “çağdaş” ve “demokratik” bir metin olarak algılanabilir; ama bütün bunlar yeterli mi? Burada insanı Irak’ın geleceği konusunda kötümserliğe iten şey, sadece anayasanın şu veya bu maddesi değil, daha çok Irak’taki iç siyasi gelişmelerle ilgili; Anayasa da ne yazarsa yazsın, sonuçta Irak’ın kaderinin mevcut siyasi aktörlerin eylemleri ve kararlarıyla belirleneceği aşikâr. Anayasa yapım sürecinde üzerinde anlaşılamayan, ihtilaflı noktalardan birincisi federalizm konusuydu. Kürtler baştan beri 1991’den sonra elde ettikleri kazanımları kaybetmemek, sağlamlaştırmak, yasal bir zemine oturtmak için federalizmi şart koşuyorlardı. Bunu bağımsızlığın alternatifi ya da Irak’a bağlı kalmanın bir şartı, olmazsa olmaz bir koşul olarak sundular. Bu talebe itirazlar olmakla birlikte bazı Sünni kesimler bile kabul edilebilir bulmaktadır. Zira Kürt otonomisinin geçmişe uzanan kökleri vardı; daha 1970’lerin başında Baas rejimi Kürt otonomisini kabul etmiş, ancak Kerkük’ün statüsü üzerinde anlaşılamayınca masadan kalkılıp yine silahlar konuşmaya başlamıştı. Sünnilerin asıl itiraz ettikleri, Şii Arapların da federal çözüm istemeleri. Özellikle sürgün/muhalefet yıllarını İran’da geçirmiş, İran’la yakın ilişkiler içinde olan İslami Şii grupların son dönemde çoğunlukta oldukları güneydeki dokuz vilayette federal bölge kurma planlarını dillendirerek anayasa taslağına buna yönelik maddeler koydurmaları endişe verici olarak görülmektedir. Sünni Arapları temsil eden partiler bu durumun Irak’ı parçalayacağını ve kendilerinin merkezi Irak’ta, petrol yoksunu ve şiddet yüklü, istikrarsız ve fakir bir devletçiğe hapsolunacaklarını ileri sürüyorlar. Bu konuda Sünni Arapların endişelerini arttıran, federalizm maddesiyle birleştirerek çekince koydukları ikinci husus ise, petrol ya da petrol gelirlerinin paylaşılması meselesi olarak ortaya çıkmaktadır. Sünni Araplar anayasa taslağında belirsizlikler içeren bu maddelerin kendilerini petrolden mahrum bırakmak için yazıldığını öne sürüyorlar. Sünni Arapların itiraz ettikleri özellikle Irak’ın kimliği ile ilgili maddeleri içeren diğer ihtilaf noktaları ise referanduma günler kala yapılan son değişikliklerle aşılmaya çalışıldı. Irak’ın Arap kimliği, resmi dil ve eski Baas partisi üyeleri hakkındaki düzenlemeler ile ilgili maddelere Sünni Arapları memnun edecek şekilde bazı ufak ilaveler yapıldı. İslam’ın rolü ve kadın hakları gibi meselelerdeki ihtilaflar ise yukarıda sözü edilen konularda uzlaşamayan Sünni ve Şii gruplar arasında değil, aslında “laik” Kürtler, Şiiler ve Sünni Araplar (bir de Batılı yorumcular) açısından sorun teşkil etmektedir. Bunlardan İslam’ın devletin resmi dini olması ve yasamanın temel kaynaklarından biri olması ile ilgili 2. madde, özellikle Batılı uzmanların tepkisini çekmekle birlikte, Ortadoğu coğrafyasının siyasi şartları açısından bakıldığında anlamsız gözükmüyor. İslam’ın resmi din olarak anayasada belirtilmesi Ortadoğu coğrafyasında tabii görülüyor. İslam’ın yasamanın temel kaynağı olduğu ifadesi ise farklı ibarelerle de olsa yine bölgedeki bütün anayasalarda yer alıyor. Ancak bu ikincisi ülkeye göre değişmekle birlikte, ülkedeki siyasi, sosyal ve kültürel modernleşmenin derecesine bağlı olarak daha çok kağıt üzerinde kalan bir ifade olarak görülmektedir. Lakin Iraklı Şiilerin mevcut durumuna baktığımızda, bu madde pek de kağıt üzerinde kalmayacak gibi gözüküyor. (Şiilerin federal çözüme sıcak bakmalarında bu noktanın da payı olduğu düşünülebilir; zira anayasaya göre federal bölgelerin kendi anayasaları ve kanunları olacak. Kısaca, Şiiler kendi federal bölgelerinde kendi şeriatlarını uygulayabilecekler.) 2. maddenin takip eden paragraflarında ise yasaların İslam’ın temel ilkelerine, demokrasinin ilkelerine ve anayasada ifade edilen temel hak ve özgürlüklere aykırı olamayacağı gibi ileride belirsizliklere yol açabilecek ifadeler yer almakta (İslam’ın temel ilkeleri nedir? Hangi İslam? Demokrasinin temel ilkeleri nedir? Bu ikisi çelişirse ne olacak?) Federal Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmının din adamlarından oluşacağı maddesi de göz önüne alındığında bu konuya itiraz eden tarafların tereddütleri daha da artmaktadır. Anayasa yapım süreci sonucunda tarafların durumuna baktığımızda, bu süreçten bütün istediklerini elde ederek, en karlı çıkanlar Kürtler gözüküyor. 1991’den itibaren elde ettikleri kazanımlarını meşrulaştırmış ve yasalaştırmış durumdalar. Federal rejim, sağladığı ekonomik imkanlar ile birlikte onlara bu durumlarını daha da geliştirme fırsatı verecektir. Irak’ta işler kötüye gittiği ve ayrılma kaçınılmaz olduğu takdirde de kaybedecekleri pek bir şey yok. Şii Araplar ise bu süreçte istediklerini kısmen elde etmiş durumdalar. İstedikleri maddeler anayasa girmesine girdi ama, Amerikalıların Baas/Saddam artıklarını temizlemelerinin ardından, tarihi bir dönüşümle Irak’ın kaderine el koyma hayalleri şimdilik gerçekleşemeyecek gibi gözüküyor. Kendilerine yönelik şiddet sarmalı devam eder ve işler çıkmaz bir noktaya gelirse petrolü alıp, Irak’ı kaybedebilirler. Sünni Araplara gelince onlar anayasa sürecinde sembolik bir iki ifade ve 15 Aralık seçimleri sonrası için verilen (garantisi olmayan) sözler dışında bir şey elde edemediler. Ancak Irak’ta sorunun asıl adını koyabilmek için şu soruyu sormak gerekiyor: Sünni Arapların bütün istekleri kabul edilse hatta federalizmden bile vazgeçilseydi, Irak’ta şiddet biter ve istikrarlı bir demokratik süreç başlar mıydı? Korkutucu olan da bu: Irak’ta işler o kadar kontrol dışına çıkmış durumda ki, nasıl bir anayasa geçerse geçsin, şiddetin durdurulması zor gözüküyor. Şiddetin durdurulamayacağına karar verildiği aşamada ise Irak’ın parçalanması kaçınılmaz gözüküyor. Sünni Arapların açmazı da burada: (başka gerekçeler yanında) Irak’ta istediklerini kabul ettirmek için uyguladıkları (destekledikleri ya da sempati duydukları) şiddet en sonunda kendilerine en zarar verecek sonuca yol açacak: merkezi Irak’ta ufak, fakir, güçsüz ve istikrarsız bir Sünni Arap devleti.. Kısaca, Irak’ın kaderi anayasadan çok, mevcut siyasi (ve dini) aktörlerin bizzat siyasi süreçteki kararları ve eylemleri ile şekillenecek gibi gözüküyor. Kısaca, şiddet sona ermediği, bitirilemediği sürece Irak’ın geleceği karanlık gözüküyor. Peki bu sürecin bölgedeki yansımaları ne olur? Bir kere Irak’taki şiddet ve istikrarsızlığın bütün bölgeyi etkilemesi kaçınılmaz. Irak parçalansa da parçalanmasa da tek bir ülkenin kazançlı çıkacağı ise aşikar: İran. Irak’ta her şey yolunda gittiği takdirde, demokratik bir Irak’ta zaten Şiiler hakim güç olacak; parçalanır ve bir Şii devleti ortaya çıkarsa yine İran kazanacak. Nitekim ABD’nin bölgedeki müttefikleri (Suudi Arabistan ve Ürdün gibi) şimdiden Bush hükümetini sert bir dille eleştirmeye başladılar. Bünyelerinde önemli miktarda Şii azınlık bulunan Suudi Arabistan ve Körfez Ülkelerinin ortaya çıkacak Şii devletini istikrarsızlaştırmak için ellerinden gelen her şeyi yapabilecekleri tahmin edilebilir. Bu durumun da bölgeyi nasıl bir istikrarsızlığa sürükleyebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.