Görebildiğim, okuyabildiğim kadarıyla "Ahmet Davutoğlu'nun görevlerini devretme süreci"ne dört farklı yaklaşım var.
1) Birinci yaklaşım, bu sürecin Türkiye açısından olumlu olduğunu düşünenlerin yaklaşımı.
a. Bu yaklaşımı dillendirenlerin bir kısmı bu sürecin sadece Türkiye için değil, Davutoğlu için de hayırlı olduğunu düşünüyor.
b. Diğer bir kısmı ise bu sürecin Davutoğlu için bir "yenilgi" olduğunu ve bir siyasetçi için böylesi bir yenilginin "olumlu" olarak nitelenemeyeceğini belirtiyor. Bununla birlikte süreci "Türkiye adına olumlu" olarak nitelemeye devam ediyorlar.
Benim kanaatim, Davutoğlu'nun görevi bırakma kararının Türkiye siyaseti açısından da kendisi açısından da hayırlı bir karar olduğu.
Davutoğlu, gidişatı doğru okudu ve yıpranmamak, dahası Türkiye siyasetinde kalıcı bir aktör olabilmek adına görevi bıraktı.
2) İkinci yaklaşımı savunanlara göre ise bu devir süreci, sahici gerekçeleri olmaksızın ortaya çıkmış bir süreç. Sordukları soru şu: Ne gereği vardı şimdi bunun?
a. Kimileri, "Türkiye Davutoğlu'ndan daha iyi bir başbakan mı bulacak" diyor.
b. Kimileri ise, "Davutoğlu'nun harcandığı"nı iddia ediyor. "Harcandı" diyenlerin büyük bir kısmı "Erdoğan'ın Davutoğlu'nu rakip gördüğü" için onu "harcadığ"nı iddia ediyor.
Açıkçası, Davutoğlu'nun görevi bırakma kararı, kolay kolay yabana atılabilecek gelişmeler neticesinde ortaya çıkmış bir karar değil.
Esas mesele, ülkenin siyasi bir krize girmesini engellemek, manipülasyonlara açık hale gelmesinin önüne geçmek.
Hele hele "Erdoğan'ın Davutoğlu'nu siyasi bir rakip olarak gördüğü için harcadığı" söylemi tam bir paranoya ürünü.
3) Üçüncü yaklaşıma göre, bu olan bitenin altında "yapısal nedenler" yatıyor. Türkiye'nin mevcut hükümet sistemi bu tür gerilimler üretiyor. Buna göre, Davutoğlu da bu süreç nedeniyle görevi bırakmak durumda kaldı.
Bu yaklaşımdaki haklılık payını göz ardı edemeyiz. Fakat, meselenin "yapısal" analizi neyin ne olduğunu bir yere kadar izah ediyor.
Yine de önümüzdeki dönemin Türkiye siyasetinin önemli gündem maddelerinden birinin yeni hükümet sisteminin oluşturulması olacağı da ortada.
4) Dördüncü yaklaşımı dillendirenlere göre ise, bu devir süreci "Erdoğan'ın anayasal sınırlarını aşarak yaptığı bir müdahale"nin sonucunda ortaya çıkmış bir süreç. Bunlara göre, bu olup bitenler, Erdoğan'ın otoriterleşme sürecinin bir parçası.
a. Kimileri bu süreçte "Erdoğan'ın AK Parti MKYK'sını devreye soktuğu"nu iddia ediyor.
b. Kimileri ise Davutoğlu'nun bir "İnternet darbesi" ile yıkıldığını belirtiyor.
Bu iddiayı dile getirenlerin "Erdoğan karşıtı" kesimler olduğu malum. Bunların büyük bir kısmı aynı zamanda AK Parti karşıtı kesimler.
Hazin bir biçimde, bu kesimlerin benim Pazartesi günü Star gazetesinden Fadime Özkan'a verdiğim söyleşiyi de malzeme olarak kullandıklarını gördüm.
Söylediklerimi delil gösterip, "Erdoğan'ın anayasayı çiğnediği"ni iddia ediyorlar.
Ben ne söylemiştim?
AK Parti MKYK'sı duruma el koydu. Erdoğan da başgösteren bu gelişmenin bir siyasi krize doğru evrilmemesi için süreci yönetti. Kararı, Davutoğlu verdi. Erdoğan bu süreci yönetmeseydi kriz olurdu.
Buradan Erdoğan'ın Davutoğlu'nun gidiş sürecini baştan sona dizayn ettiği anlamı çıkaranların kastı ortada.
Dertleri Erdoğan düşmanlığını derinleştirmek ve yaygınlaştırmak.
Göremedikleri şu.
Beğenseler de beğenmeseler de, kabul etseler de, etmeseler de, Tayyip Erdoğan'ın liderliği, kaynağı itibariyle meşru, işleyişi itibariyle sahici, etkisi itibariyle güçlü bir liderlik.
Yeni dönem Türkiye siyasal gerçekliğinin en önemli unsurlarından biri de budur.
[Yeni Şafak, 11 Mayıs 2016]