Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önceki hafta dile getirdiği yeni anayasa konusu bu hafta da gündemin önemli bir başlığı olarak tartışılmaya devam ediyor. AK Parti TBMM grup toplantısında "Cumhuriyetimizin 100. yılını yeni sivil bir anayasa ile karşılayalım. Biz, Cumhur İttifakı olarak çalışmalara en yapıcı katkıyı sunmakta kararlıyız. Nihai karar elbette milletimizin olacaktır…Anayasalar doğaları gereği toplumun kahir ekseriyetinin desteğini almak zorundadır. Biz toplumun her kesiminin yeni anayasa çalışmalarında olmalarını sağlayacağız" diyen Erdoğan anayasaların toplum sözleşmesi niteliğine atıf yaparak siyasi partilerin ve tüm kesimlerin kendi anayasa önerilerini hazırlamasını ve geniş kapsamlı bir tartışma ile ortak bir anayasa oluşturulmasını önerdi. Cumhurbaşkanı, hükümet sistemi, insan hakları eylem planı ve yargı reformu kapsamında yapılan çalışmaların eklektik kaldığını ve kalıcı bir reform için yeni anayasanın şart olduğunu vurguladı. Bu açıklamalar AK Parti'nin yeni anayasada ısrarcı olacağını ve en geniş katılımla devam etmek için her türlü çabayı harcayacağını gösteriyor.
1982 Anayasası'nın yenilenmesi konusunda neredeyse tüm toplumda fikir birliği var. Geçen haftaki yazıda yeni anayasayı gerekli kılan sebepleri ele almıştım. Bu sebeple neden anayasa değişiklikleri ile yetinilmediğini baştan bir yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu tekrar etmeye gerek yok. 2011 seçimlerinden sonra kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu bu fikir birliğini gösteriyordu zaten.
Bundan önce üç defa 1982 Anayasası yerine yeni baştan bir anayasa hazırlama girişimi olmuş ancak bunlar hep vesayet sisteminin engelleri ile karşılaşmıştı. İlk girişim 1993'te başlatılmış ve TBMM'de temsil edilen tüm partiler yeni anayasa önerileri hazırlayarak Meclis Başkanlığına sunmuştu. Bu öneriler hala Meclis arşivinde bulunuyor. Ancak bu girişim sonucunda 1995'te yapılan anayasa değişikliği dışında bir sonuç çıkmamış, 28 Şubat süreci yaşanmış ve yeni anayasa gündemi tamamen sonlanmıştı.
İkinci bir girişim olarak, 2007'de AK Parti'nin talebiyle Ergun Özbudun başkanlığında oluşturulan bilim kurulunun hazırladığı anayasa tasarısına değinilebilir. Ancak hatırlanacak olursa, bu girişim muhalefetten hiçbir destek almadığı gibi kısa süre sonra vesayet sisteminin aktörleri harekete geçmiş, anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali ve AK Parti kapatma davası gündeme gelmiş, siyasette gerilim had safhaya ulaşmıştı. Böylece bu girişim de sonuçsuz kalmıştı.
Üçüncü ve en ciddi girişim olarak ise, 2011 seçimleri sonrasında kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu tecrübesi ele alınabilir. Partiler yeni anayasanın yapım yöntemi konusunda anlaşmış, önce toplumsal talepler toplanmış ve sonrasında Uzlaşma Komisyonu anayasa yazımına başlamıştı. Komisyon anlaşamadığı konuları sona bırakarak ilerlemiş, hüküm olarak Anayasa'nın yarısından fazlası diyebileceğimiz 59 madde üzerinde uzlaşmıştı. Ancak hükümet sistemi konusunda anlaşamayan komisyon verilen ek sürelere rağmen sonuca ulaşamamış ve dağılmıştı. Komisyonun kuruluş ve çalışma ilkelerinden kaynaklanan birtakım başarısızlık sebepleri vardı. Tüm partilerin eşit üye vermesi, oy birliği ile karar alınması ve bir partinin komisyondan çekilmesinin komisyonun dağılmasına sebep olması gibi. Ancak komisyonda elde edilen birikimin değerlendirilememesinin ve sürecin sonradan tekrar canlandırılamamasının sebebi gene siyasal koşullarla ilgiliydi. 2013'te başlayan Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17/25 Aralık girişimi, PKK'nın çözüm sürecini sabote edip saldırılara başlaması, Hendek olayları ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimi yeni anayasanın tamamen siyasetin gündemi dışında kalmasına sebep olmuştu.
Vesayet sistemi yeni anayasa girişimlerini bu şekilde baltaladığı gibi yapılan anayasa değişiklikleri de genellikle vesayetin sınırları içerisinde yapılabilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen yılın Kasım ayında başlattığı yeni reform süreci tekrardan yeni anayasanın tartışılması için bir kapı aralamıştır. Cumhurbaşkanı'nın sonraki açıklamaları bu kapının açık tutulacağını ve mümkün olan en geniş katılımla çalışmaların sürdürüleceğini gösteriyor. Peki bundan sonraki süreç nasıl işleyebilir?
Yeni anayasanın yol haritası
Yapılan açıklamalar bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceği konusunda birtakım fikirler veriyor. Anayasa yapımında halktan başlanacağı ve tekrardan halka gidileceği görülüyor. Anayasa yapım literatüründe bu yöntem kum saati metaforuyla açıklanmaktadır. Kum saatinin geniş olan yukarı kısmı halkı temsil ediyor ve oradan gelen talepler ortadaki ince olan kısımda yani Mecliste metne dönüşüyor. Sonrasında tekrardan kum saatinin alttaki geniş kısmına yani halka soruluyor. Buna göre, öncelikle tüm toplumsal talepler bireysel olarak veya kurumlar aracılığıyla toplanacak ve Mecliste en geniş katılımla anayasa yazım sürecine geçilecek.
Bu noktada önceki Anayasa Uzlaşma Komisyonunun birikiminden faydalanmak süreci kolaylaştıracaktır. Komisyon katılım, veri toplama ve değerlendirme aşaması olarak açıkladığı ilk aşamada altı aylık bir süre boyunca talepleri topladı. 4 Mayıs 2012'ye kadar üç ayrı alt komisyonda 42 siyasi partiyi, 39 meslek örgütü ve sendikayı, 79 dernek, vakıf ve platformdan oluşan sivil toplum kuruluşlarını (STK) üniversiteler ile çeşitli kurumları dinledi. Aynı dönem içerisinde Anayasa Uzlaşma Komisyonuna, TBMM Yeni Anayasa web sitesi, e-posta gibi iletişim kanallarıyla da 64 bin kişi görüş bildirdi. Bu görüşlerin 440'ı STK'lardan geldi. Sonrasında komisyon bu önerileri konularına göre tasnif etti ve yazım çalışmalarında değerlendirdi. TBMM arşivinde bulunan bu büyük müktesebat kullanılmalı ancak mutlaka kısa bir süre de olsa anayasa konusunda yeni öneriler dinlenmelidir.
Bundan sonra siyasi partiler kendi anayasa önerilerini hazırlamalı ve müzakere sürecine katılmalıdır. Bu aşamada önceki Uzlaşma Komisyonu'nun üzerinde anlaştığı maddeler temel alınabilir. Şüphesiz bu maddeler üzerinde bazı değişiklikler önerilebilir. Ancak buradan başlamak süreci kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır. Eğer bir Anayasa Komisyonu kurulacaksa partiler toplumsal destekleri oranında temsil edilmeli ve nitelikli bir kabul yeter sayısı belirlenmelidir. Karar alabilmek için oy birliği yerine 2/3 gibi bir çoğunluk tercih edilmelidir.
Partilerin süreç sonunda anlaşamamaları halinde farklı bir yöntem denenebilir ve halka farklı anayasa önerileri sunulabilir. Mevcut anayasamız böyle bir halkoylaması yöntemini öngörmüyor. Ancak partiler bu yöntemde anlaşırlarsa bu yöntemi mümkün kılacak değişiklikler pekala yapılabilir.
Siyasi partilerin pozisyonları ve beklentileri itibarıyla yeni bir anayasa hazırlamanın zor olduğu bir gerçek. Ancak tüm zorluğuna rağmen anayasa tartışmalarının sağlayacağı zeminin önemi göz önünde bulundurularak süreçte ısrar etmek ve alternatif yöntemler üzerinde kafa yormak gerek.
[Sabah, 13 Şubat 2021].