28 Şubat'ta "altılı masa" olarak bilinen muhalefet bloğu "güçlendirilmiş parlamenter sistem" adını verdikleri bir hükümet sisteminin temel ilkelerini kamuoyuyla paylaşmıştı. 28 Kasım'da ise bu ilkeler doğrultusunda hazırlanan bir anayasa değişikliği önerisi açıkladılar. Anayasanın 84 maddesini değiştiren öneri temel hak ve özgürlüklerden hükümet sistemine, yargıdan anayasal kurumlara uzanan çok sayıda düzenleme öngörüyor.
Anayasaların en önemli işlevlerinden birisi de toplumsal barış ve birlikteliği sağlamaya katkı sunmalarıdır. Bir başka deyişle anayasalar siyasal açıdan olduğu kadar sosyal yönden de kurucu niteliğe sahip olmalıdır. Bunun için de hem hazırlanma süreci hem de hem içerik yönünden toplumun hemen her kesiminin kendisini bulabileceği bir metin ortaya koyulmalı. Altılı masanın "anayasa yapıcıları" da bu fikirde olmalı ki, değişiklik önerisinin "toplumu en geniş yelpazede temsil eden altı siyasi parti" tarafından hazırlanan bir "toplumsal sözleşme taslağı" olduğunun altını çiziyorlar.
Bununla birlikte toplumun en az yarısının bu önerinin hazırlanış sürecinin dışında tutulduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 10 Şubat 2021'de tüm siyasi partilere yaptığı yeni anayasa hazırlama çağrısına daha en baştan bizzat muhalefet liderlerinin kapıyı kapatmış olması ile değişiklik taslağının önsözünde "toplumun tüm kesimleri ile müzakere edildikten sonra" Meclise sunulacağı ifadesi arasındaki tutarsızlık dikkatlerden kaçmıyor.
Hatırlanacağı gibi 2011 seçimlerinden sonra kurulan Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonunda AK Parti, yüzde ellilik oy oranına rağmen, tüm partilerin eşit sayıda üyeyle temsil edilmesini kabul etmişti. Her ne kadar eşit temsil ve tam mutabakat gibi "idealist" çalışma usulleri komisyonun başarılı olmasını engellemiş olsa da uzlaşı ve diyalog arayışına verilen önemin bir göstergesiydi.
Yapıcı Güvensizlik Oyu Parlamenter Sistemi Yeterince Güçlendirebilir mi?
Taslak parlamenter hükümet sistemini temel alıyor. "Güçlendirme" ile kastedilen rasyonelleştirilmiş parlamentarizm araçlarına başvurulmuş olmasıdır. 1982 Anayasası da hükümetlere güven için basit çoğunluğun, güvensizlik içinse mutlak çoğunluğun aranması gibi bu yönde bazı rasyonelleştirilmiş parlamentarizm kurumlarına yer vermişti. Muhalefetin önerisinin getirdiği başlıca ilave yenilikse yapıcı/kurucu güvensizlik oyu olarak bilinen Meclisin hükümeti düşürmesini yeni bir Başbakan üzerinde salt çoğunlukla uzlaşması koşuluna bağlayan düzenlemedir ki bu da 1949 Alman Anayasasından neşet eden bir uygulamadır.
Fakat parlamenter sistemin en büyük açmazı Bakanlar Kurulunun gensoru sonucu düşmesinin ardından yaşanan "hükümetsizlik" değil koalisyon hükümetlerinin işleyemez hale gelip kısa sürede dağılmalarıdır.
Evet yapıcı güvensizlik oyu gensoru sonucu bakanlar kurulunun düşürülüp ülkenin hükümetsiz kalmasının önüne geçebilir. Ama bu tedbir hükümetlerin uzun ömürlü olmasını garanti etmez. Nitekim 1982 Anayasası döneminde gensoru neticesinde güvensizlik oyuyla düşürülen (ve yapıcı güvensizlik oyu olsaydı düşmeyecek olan) tek hükümet 3. Mesut Yılmaz (Anasol-D) hükümetiydi. Oysa 1991'den 2002'ye 11 yılda kurulan diğer 5 Bakanlar Kurulu koalisyon partilerinin anlaşmazlığa düşmesi gibi gerekçelerle dağılmıştı. Hal böyleyken bu nev'i tedbirlerin parlamenter rejimi yeterince "güçlendiremeyeceği" ortadadır.
Cumhurbaşkanının Konumu
Taslağın bir başka iddiası da cumhurbaşkanının 1982 Anayasasının ilk halindeki parlamenter rejimle bağdaşmayan abartılı yetkilerini kaldırmasıdır. Ancak yetkisiz ve partisiz olarak konumlandırılan cumhurbaşkanının tek seferliğine de olsa halk tarafından seçileceğinin belirtilmesinin Türkiye'deki yakın siyasi tarih göz önüne alındığında kriz doğurma potansiyeline sahip olduğu söylenebilir. En az % 50+1 ile seçilmiş ve çoğunlukla başbakandan daha yüksek bir demokratik temsiliyete sahip olacak bir cumhurbaşkanının hükümetle kuracağı ilişkiler teorinin öngördüğü gibi gerçekleşmeyebilir. Cumhurbaşkanı bakanları atama, azletme ve genelkurmay başkanını atama gibi yetkilerini parlamenter sistemin işleyişini aksatabilecek şekilde kullanabilir. Sahip olduğu güçlü halk desteğiyle hükümet üzerinde siyasal baskı kurabilir. Nitekim böyle bir temsili kuvvetleri olmamasına rağmen eski cumhurbaşkanlarının yaptığı de facto "vetolar" hala hafızalarda.
Jandarma Genel Komutanına Anayasal Statü
Değişiklik önerisinin Jandarma Genel Komutanına ilişkin hükümlerinde 12 Eylül müktesebatına dönüş yapılıyor. İç güvenlikten sorumlu bir kolluk kuvveti olan Jandarma Genel Komutanlığının demokratik bir siyasal düzende İçişleri Bakanlığına bağlı olması izahı gerekmeyen bir husustur. Buna karşın 12 Eylül askeri rejiminin düzenlemeleriyle Jandarma Komutanlığı "Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası" olarak teşkil edilmiş ve böylece askeri otoriteler lehine önemli bir yetki transferi yapılmıştı. 1982 Anayasasıyla da buna paralel olarak Jandarma Genel Komutanı kuvvet komutanlarının yanında Milli Güvenlik Kurulunun tabii üyesi yapılmış ve Yüce Divanda yargılanacağı belirtilmişti.
2002 sonrasında atılan demokratikleşme adımları kapsamında Genelkurmay Başkanlığının Jandarma üzerindeki inisiyatifi sınırlandırılmıştı. Fakat asıl sivil dönüşüm 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasının ardından gerçekleşmiş; Jandarma teşkilatı tamamen İçişleri Bakanlığına bağlanmış, 2017 Anayasa değişikliği ile Jandarma Genel Komutanının MGK üyeliği ve Yüce Divanda yargılanması usulüne son verilmişti. Ancak altılı masanın anayasa önerisinde ilginç bir şekilde bu iki düzenlemeden de vazgeçilip 1982 Anayasasındaki eski hükümlerin benimsendiği görülüyor.
Halbuki tıpkı Emniyet Genel Müdürü ya da Millî İstihbarat Teşkilâtı Başkanı gibi Jandarma Genel Komutanının da gerektiğinde MGK toplantılarına çağrılmasının önünde hiçbir engel yok. Bugün demokrasi kuramı bağlamında Milli Güvenlik Kuruluna anayasal düzeyde yer verilmemesi önerilirken muhalefetin MGK'yı Jandarma Genel Komutanının daimî üyeliğiyle tahkim etme çabasını anlamlandırmak çok güç. Böylesi bir değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğuna dair herhangi bir gerekçeye de yer verilmiş değil.
Türkiye'nin çoğulcu demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri güçlendirecek yeni ve sivil bir anayasaya ihtiyacı olduğu konusunda toplum da siyasi karar alıcılar da hemfikir. Fakat salt politik karşıtlık üzerinden bir parlamenter sistem savunusu yapmak yeni anayasa arayışına katkı sunmayacağı gibi geçmişte yaşanan bazı sistemik sorunların tekrarına da yol açabilir.
[Sabah, 3 Aralık 2022].