Baştan uyarayım, bu yazının “Erdoğan sonrası AK Parti”yle bir ilgisi yok.
AK Parti’nin Erdoğan döneminde karşı karşıya kaldığı ve sonrasında da önünde duracak çok daha köklü bir imtihanla ilgisi var.
Bu, AK Parti’nin “modernlik”le, “modernlikler”le imtihanı.
Modernlik hakkında yazanların kahir ekseriyeti zihinlerinde şöyle bir ayrım yaparlar: “Teknoloji temelli modernlik” ve “hak ve özgürlük temelli modernlik”.
Bir yanda modernliği fabrikayla, otoyolla, uçakla, bilgisayarla yahut cep telefonuyla özdeş gören anlayış yer alırken, modernliğin merkezine seçme ve seçilme hakkı, basın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği vb. gibi normatif değerleri yerleştiren anlayış yer alır.
Her ne kadar 18. Yüzyılın Aydınlanma felsefecileri bu iki anlayışın birbirini dışlamadığını öne sürmüşlerse de, 1789 Fransız Devrimi sonrasında bu iki anlayışın temsilcileri arasında çok karşıtlığın ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Bu anlamda on dokuzuncu yüzyıl ideolojilerinin biçimlenmesinde, bu iki modernlik anlayışıyla aralarındaki mesafenin belirleyici bir rolü vardır.
Immanuel Wallerstein, 1968 sonrasında “özgürlük temelli modernliğin”, “teknoloji temelli modernliğe” galabe çaldığından bahseder. Her ne kadar bu okuma biçimi, toplumsal gerçekliği bütünüyle kuşatamasa da, günümüz dünyasında hak ve özgürlük temelli modernliğin teknoloji temelli modernlik karşısında görece bir söylemsel üstünlük elde ettiği de bir gerçektir.
Bu iki modernlik anlayışının sadece Batı’ya özgü olduğunu düşünmek de doğru değil. Batı dışı modernlik tecrübeleri içerisinde de bu iki anlayışın izlerini görebilmemiz mümkündür. Nitekim bu iki anlayış, Türkiye modernliği içinde de tebellür etmiştir.
Cumhuriyet rejimi, modernliği öncelikle “teknik bir mesele” olarak kavramış, hak ve özgürlük temelli bir modernlik düşüncesini ise son derece sınırlı bir çerçeve içerisinde aktarmayı tercih etmiştir. Bir başka deyişle, Cumhuriyet rejimi için “hak ve özgürlük temelli modernlik” sınırlı bir elit kesimin tüketebileceği bir tecrübe olarak değerlendirilmiş, geniş toplum kesimleri bu modernlik anlayışından mahrum bırakılmıştır.
Bu kurgu, siyasal talepler seslendirilme imkanı bulmaya, kimlikler belirginleşmeye başladıkça ortadan kalkar. Bu bağlamda Menderes liderliğindeki Demokrat Parti ve Özal liderliğindeki Anavatan Partisi bu iki modernlik anlayışı arasında bir denge tutturmaya çalışan iki önemli örnek olarak zikredilebilir. Fakat her iki siyasi aktör de bunu başaramamıştır. Sebepleri her ne olursa olsun...
AK PARTİ NEYE KALKIŞTI?
AK Parti, 2001 yılında “adalet” ve “kalkınma” kavramlarını siyasetin merkezine taşıdığında bu dengeyi kurmaya talip oldu. Şunu söyledi AK Parti: “Ben, modernliğin bugüne dek çatışan bu iki anlayışını kendi siyasal tahayyülüm ve ideallerim doğrultusunda telif edeceğim.” Yani, “bir yandan ekonomik ıslahat yapacağım, diğer yandan temel hak ve özgürlük sorunlarını çözeceğim.”
AK Parti, her iki alanda da önemli adımlar attı. Bu temsil ve telif iddiasını bugüne dek sürdürdü.
AK Parti, 12 yıllık iktidarı boyunca “teknoloji temelli modernlik” savunusu yapan geleneksel Türk elitlerini devre dışı bırakmayı başardı. Performansıyla, icraatlarıyla yaptı bunu. Toplum da bunu gördü.
AK Parti, diğer yandan hak ve özgürlük temelli bir modernleşme politikası da yürüttü. Birçok yapısal sorunu çözdü. Ne var ki bu süreçte, henüz rakiplerinin elinden “söylemsel üstünlük”lerini alamadı.
AK Parti’nin imtihanı, bu iki modernlik anlayışı telif etme politikasını sürdürüp sürdüremeyeceğinde. Bugün AK Parti’nin karşısında CHP ve MHP aktörlerinin temsil ettiği “teknik modernistler” ve BDP-HDP ve Gezi muhalefetinin temsil ettiği “özgürlükçü modernistler” yer alıyor.
Bana kalırsa AK Parti, önümüzdeki dönemde bu iki anlayışa birden sahip çıkan bir modernlik politikası izlediği sürece başarılı olacak.
Bu, hiç de kolay bir imtihan değil.