29 MART yerel seçimlerinin dikkat çekici sonuçlarından birisi de Kürt meselesinde yeni bir dönüm noktasında olduğumuzun ortaya çıkması oldu. Sadece yakın geçmişi hesaba kattığımızda çeyrek yüzyıla ulaşan Kürt sorunu artık bütün tarafları çözüme icbar etmektedir. Türkiye, Kürt meselesini çözemeyecek kadar küçük bir ülke değil; PKK da bu meselede nihai sözü söyleyecek kadar büyük bir güç değil. Dolayısıyla PKK terörünün bitirilmesi ve Kürt meselesinin çözülmesinin bütün sorumluluğu Türkiye Cumhuriyeti devletinin omuzlarındadır. Gelinen nokta itibarıyla Türkiye'nin bu sorunu "çözüyormuş gibi" yaparak yeni onyıllar geçirmesini kabul edemeyiz.
I. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından hem PKK hem güvenlik bürokrasisi hem de Türkiye kamuoyu kısa bir “dondurulmuş çatışma” dönemi yaşadı. Bu kısa suhulet dönemi AK Parti’nin iktidara gelmesi, Irak’ın işgali ve AB süreciyle 2007 seçimlerine kadar uzadı. 1985’ten bu yana ilk kez terörün beş yıla ulaşan kısmi azalışına şahitlik ettik. 2007 seçimleriyle birlikte AK Parti iktidarı Irak’ın işgaline dâhil olmamanın “bir bedeli olarak” terörün yakıcı yüzüyle seçim öncesi “tanıştırıldı”. 2005 “Kürt meselesi açılımı”nı oldukça “normalleşmiş” bir ortamda fazlaca muhalefete maruz kalmadan dillendiren AK Parti, terörün yeniden yükselişiyle, Kürt meselesinin yakıcılığını bedel ödeyerek fark edebildi. Öyle ki şiddetin oldukça düzenli bir frekans ile toplumsal ve siyasi gerilimlerimizi nasıl kolayca provoke edebildiğine son iki yılda şahit olduk. Sadece şiddetin siyasi ve toplumsal kimyamızı bozmasına değil; aynı zamanda Kürt meselesi bağlamında tartıştığımız konuların artık bir fasit daireden başka bir şey olmadığını da fark ettik. TRT-Şeş, kamu bürokrasinin Kürt meselesine dair ne kadar ironik bir durumda olduğunu gösteren en trajik örnek oldu. Öyle ki “olmayan bir kavmin”, “olmayan diliyle”, “Türkçenin farklı bir mahalli lehçesiyle”, TBMM kayıtlarına göre “anlaşılmayan bir dil” ile devletimizin televizyonu yayına başladı. Türkiye bölünmedi. Kıyamet kopmadı. Türkçeyi kimse unutmadı. Hepsinden önemlisi TRT Şeş reyting rekorları kırmadı. Kurtlar Vadisi hâlâ Türklerin de Kürtlerin de en favori dizisi. Olan tek şey Kürtçenin normalleşmesiydi. Kürtçenin sadece siyasal gerilimler, tarihî kavgalar, terör ve kan ile anılan bir dil olmadığının medya eliyle gösterilmesiydi.
II. Kürt meselesinin çözümünde bir kırılma noktasındayız. Tıpkı 1993’te ve 1999’da olduğu gibi. Özallı yılların sonunda Kürt sorununu çözmek için oldukça uygun bir ortam oluşmuş, Cumhurbaşkanı Özal’ın vefat etmesiyle büyük bir fırsat heba edilmişti. Aynı şekilde 1999’da Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle yeni bir imkan doğmasına rağmen koalisyon hükümetinin süreci oldukça kötü yönetmesiyle bu fırsat da elden kaçırılmıştı. AK Parti hükümeti döneminde ise inişli-çıkışlı bir şekilde Kürt meselesiyle muhatap olan Türkiye, yeni bir fırsatın eşiğine gelmiş durumda. Bu yeni dönemde Kürt meselesinin dinamikleri belli bir yol haritasıyla insicam içerisinde; fakat müstakil olarak ele alınırsa başarı elde edilebilir. Kürt meselesi ile PKK, Kuzey Irak ile terör, güvenlik ile demokrasi, sivil insiyatif ile askeri yaklaşım kendi bağlamlarında değerlendirilmelidir. Toplamda aynı sorunun farklı boyutlarını tarif ve tahkim eden yukarıdaki başlıkların, mucizevi bir dokunuş ile Kürt meselesini çözmek bir yana, daha fazla kangren hale gelmesine sebep olmaları gayet muhtemeldir. III. Kürt meselesinin çözümünün fiilî adımları herhangi bir çözüm stratejisinin cüzi boyutunu teşkil ediyor. Asıl sorun alanı toplumsal travmamızı tamir etmemizi gerektiren meselenin politik psikoloji boyutudur. Bu ise sorunun bir “devlet meselesi” olduğunu ortaya koyarak, bütün kesimlerin ve kurumların azami desteğini alacak ve ellerini taşın altına koymalarını sağlayacak siyasal bir uzlaşıyla mümkündür. Hiçbir hükümet, muhalefetin ve güvenlik bürokrasisinin desteğini almadan mezkur sorunla muhatap olamaz. AK Parti hükümetinin de, öncelikle MHP ve DTP’nin desteğini belli sınırlar dairesinde almadan Kürt meselesinde ciddiye alınabilecek adımlar atması mümkün gözükmemektedir. Bu siyaseten oldukça anlaşılabilir bir durumdur. Anlaşılamayan durum ise, ihtiyaç duyulan desteğin alınabilmesi için arzulanan adımların atılmaması, riskin dağıtılmasına yönelik aşikâr bir siyasal iletişimin ortaya konmamasıdır. Hükümet Kürt meselesinde MHP ve DTP ile “çatışarak” muhatap olduğu sürece, sadece çözümden uzaklaşmakla kalmamakta, aynı zamanda hiçbir şey yapmadan daha fazla koruyabileceği siyasal tabanını da zedelemektedir. 22 Temmuz’dan bu yana, AK Parti söylem düzeyinde MHP ve DTP’yi muhatap almaksızın bugüne kadar attığı adımları atmakla yetinseydi, 29 Mart seçimlerinden daha farklı bir tablo çıkarabilirdi. Ekonomik yatırımlar, TRT-Şeş, Kuzey Irak’la iyi ilişkiler, üniversitelerde Kürtçe kürsüler vs. gibi fiilî pozitif adımları, negatif siyasal iletişim yaklaşımı kolayca neshedebildi. Neticede, AK Parti tabanından DTP ve MHP’ye kaçışı engelleyemedi. Dolayısıyla iyi çalışılmış bir siyasal iletişim stratejisi, Kürt meselesinin politik psikolojisini yönetmenin başında gelmektedir. IV. Kürt meselesinin doğurduğu bir PKK gerçeği var. Ancak geldiğimiz nokta itibarıyla Kürt meselesi PKK’nın bir sorunu değil. Bu oldukça basit görünen sebepten dolayı Kürt meselesi PKK’nın değil Türkiye’nin sorunu. Bugün Kürt meselesi adına dile getirilen ve bilinen taleplerin büyük bir kısmı halledilse dahi PKK varlığını sürdürmeye devam edecektir. Öyle ki PKK ile Kürt meselesi arasındaki tabii sebep-sonuç ilişkisi zaman içerisinde anlamsızlaşmıştır. Artık PKK’sız bir Kürt meselesi; Kürt meselesiz bir PKK tarif etmek mümkündür. PKK Kürt meselesini kullana kullana tüketmiş haldedir. Aynı şekilde Kürt meselesi analizlerinde PKK da kullanıla kullanıla tüketilmiştir. Bugün itibarıyla hangisinin hangisini var ettiği belli değildir. Bu muğlak tabloya Kürt meselesinin doğrudan muhatabı olan her parti ve kurum da eklenebilir. Varlık sebebini ya da güç devşirme bahanesini Kürt meselesine belli oranda borçlu olan her oluşum ve kurum da aynı çelişki içerisindedir. V. O halde, Türkiye Kürt meselesinden bağımsız bir şekilde de PKK sorunu ile muhatap olmak zorundadır. Tam da bu sebepten dolayı, eylemlerine başladığı 1984’ten bu yana “PKK silahsızlandırılmaktadır”. Bu bitmez tükenmek bilmek “PKK’nın silahsızlanması” süreci Kürt meselesinin çözümüne bağlanmaktadır. Kürt meselesinin çözümü ise PKK’nın silah bırakmasına. Eğer siyasal bir yumurta-tavuk egzersizine Türkiye’nin en değerli onyıllarını bir kez daha feda etmek istemiyorsak bu fasit daireden hızla çıkarak gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir. PKK, Kürt meselesi dairesinde müstakil bir vakıa olarak ele alınmadığı sürece “iyi şeyler olması”nı dilemekten öteye geçemeyiz. Aynı şekilde DTP, Kürt sorununun sonucu olarak var olmaktadır. Fakat bu tespit DTP’nin bir Kürt meselesi olduğunu ortaya koymaz. PKK’nın bir PKK; DTP’nin ise bir DTP sorunu bulunmaktadır. Ve bu sorunları Kürt meselesinden çok daha önceliklidir. PKK örgütün geleceği konusunda çaresiz olduğu kadar; DTP’de Kürt meselesinin asgari bir düzeye düştüğü durumda partinin ne olacağıyla meşguldür. Hem PKK’nın hem de DTP’nin cari sorunlarını devlet aklıyla Türkiye çözmek durumundadır. Eğer Türkiye bugün ihtiyaç duyulan adımları atamazsa, yarın Türkiye’nin yerine başka güçler oldukça rahat bir şekilde farklı adımları atmaktan geri durmayacaklardır.