Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adaylığına kesin gözüyle bakılan Trump’ın NATO’yla ilgili sözleri Amerika’nın küresel liderlik iddiasının ne kadar kırılgan olduğunu tekrar gösterdi. Trump bazı NATO üyesi ülkelerini askeri harcamalarını yeterli seviyeye getirmedikleri takdirde tehdit edeceğini söyledi. Rusya’nın onlara ‘ne isterse yapabileceğini’ dile getiren Trump, başkanlığı dönemindeki anti-NATO söylemini daha da ileri bir seviyeye taşımış oldu. Önceden beri ABD’nin ortak savunma konseptini sorgulayan Trump’ın NATO üyesi bir ülkeyi korumaması bu askeri ittifakın pratikte sonu anlamına geliyor. NATO’nun 5. maddesine dayanan kolektif savunma anlayışının caydırıcılığının ortadan kalkması ittifakın güvencelerinin bitmesiyle kalmayıp ABD’nin de Batı ittifakı içindeki liderliğinin sonu anlamına gelecektir. Rusya ve Çin’le küresel güç mücadelesi içinde olan Amerika’nın Batı ittifakı içinde birlik sağlamadan bu mücadeleyi yürütmesi çok zor hale gelecektir.
Trump’ın başkanlığı döneminde uluslararası ittifakları ve anlaşmaları hem sorgulayan hem de sona erdiren politikaları, Amerikan dış politikasının tek taraflı bir çizgide gitmesi sonucunu getirmişti. Uluslararası anlaşmaların bağlayıcı etkisinden rahatsız olan dış politika damarının bir ifadesi olarak, ABD’yi Trans-Pasifik Ortaklığı Anlaşması’ndan çıkaran Trump NAFTA’yı da yeniden pazarlık etmişti. NATO ittifakını sorgulayan Trump, Paris İklim Anlaşması’yla birlikte İran nükleer anlaşmasından da çekilmişti. Bu anlaşmalardan çekilmesi Amerika’nın tek taraflı hareket yeteneğinin kısıtlanmasına itirazla birlikte Trump’ın bu anlaşmalara kendi çabasıyla varılmasını sağlayarak siyasi kredi elde etme arzusunun da bir yansımasıydı. Sonuç itibariyle Amerika’nın anlaşmalarına sadık kalmayacağı tezini güçlendiren bu politika, birçok ülkeyi Trump dönemi sona erene kadar sabretmeye bazılarını da yeni arayışlara sevk etmişti.
NATO ittifakını kuran liderliği gösteren ABD’nin bunun mali yükümlülüğünü de yüklenmesini bir türlü kabullenemeyen Trump, Avrupalıların daha fazla finansman sağlayarak Amerika’nın ‘yükünü’ azaltması gerektiğini savunuyordu. NATO ülkelerini %2 savunma harcaması sözünü yerine getirmeye zorlayan Trump bunda kısmen başarılı olmuştu ancak özel toplantılarda ABD’nin NATO’dan çıkmasını telaffuz etmesi Amerikan liderliğine güvensizliği had safhaya getirmişti. Bunun sonucu olarak Avrupa’nın kendini Amerika olmadan savunabilme kapasitesi geliştirmesi tartışmaları da başlamıştı. Yeni arayışlar noktasında NATO’nun zayıf kaldığını ittifakın ‘beyin ölümü’ yaşadığı şeklinde ifade eden Fransız Cumhurbaşkanı Macron gibi liderler de Trump’ı memnun etmeye çalışmanın ötesine geçememişlerdi. Alman lider Merkel’i sevmediğini saklamayan Trump ittifakı siyasi türbülansa sokmuştu.
Trump’ın Amerikan liderliğini tek taraflı dış politika zeminine oturmasına itiraz eden Biden hem NATO gibi uluslararası ittifakları yeniden canlandırmaya hem de uluslararası anlaşmalar dönmeye çalıştı. NATO’yu canlandırma noktasında Rusya’nın Ukrayna işgali sayesinde büyük oranda başarılı olan Biden, Amerikan kamuoyunu küresel liderliğe ikna konusunda ciddi bir çaba gösteremedi. Amerika’nın uluslararası sistemdeki rolüne derin şüphe beslemeye devam eden Amerikan halkı, küresel liderliğin maliyetini ödemek de istemiyor. Dahası Biden yönetiminin sıklıkla vurguladığı ‘kurallara dayalı uluslararası sistem’ anlatısının aşınmasını engelleyemediği açık. Bunun en açık örneğini 7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze’de yürüttüğü etnik temizlik harekâtında gördük. Biden yönetimi İsrail’in uluslararası kural ve normları hiçe saymasına göz yummakla kalmayıp aktif destek verdi. Filistin meselesini çözme konusunda da uluslararası bir çabanın liderliğini yapmayı reddeden ve bu yöndeki çabalara köstek olan ABD’nin küresel liderlik iddiasının iyice aşındığı ortada.
Amerika’nın küresel liderliğini tek taraflı politikalar üzerinden ABD’nin birincil ülke olması şeklinde tanımlayan Trump’a karşı çok taraflı politikalar üzerinden Batı ittifakıyla birlikte uluslararası kurallara dayalı sistemin devamında gören Biden yarışacak. Amerikan halkının uzun süredir küresel liderlik iddiasının maliyetinden hoşnut olmadığını biliyoruz. Kongre’den bir türlü çıkmayan Ukrayna yardımının bir sebebi de bu aslında. Öte yandan Amerika’nın global üstünlüğünün de devam etmesini ve bunun askeri araçlardan ziyade ekonomik üstünlükle sağlanabileceğini düşünen hatırı sayılır bir kamuoyu var. Kasım ayında bu perspektiflerin mücadelesinden kim galip çıkarsa çıksın, Amerika’nın küresel liderlik iddiasının tesisi kolay olmayacak.
Trump gelirse Batı ittifakındaki ülkeler de dahil birçok ülke Amerika’dan bağımsız dış politika arayışlarını güçlendirecektir. Biden tekrar kazanırsa bu ülkeler Amerikan küresel liderliğinin gereğini yapmasını talep edecektir. Filistin konusunda bu kadar kötü bir liderlik sınavı veren Washington’un uluslararası sistemi tahkim etmesinin önümüzdeki en büyük engellerden biri İsrail’in savaş suçu işlemesine göz yummaya varan ayrıcalıklı konumunda ısrarı olarak öne çıkıyor. Trump’ın kazanması Amerika’nın küresel liderlik iddiasından vazgeçmesinin kesinleşmesi anlamına gelebilir. Biden’ın kazanması ise bu iddianın devamı ancak içinin doldurulmasının pek de kesin olmaması anlamına gelecektir zira Biden yönetimi Amerikan halkını küresel liderliğe ikna etmenin siyasi maliyetini ödemeye hevesli görünmüyor. Kasım seçimlerinin sonucu ya küresel liderlik iddiasından vazgeçme ya da bu iddiayı gerçekleştirmek mümkün olmasa da ‘ağır aksak’ devam ettirme anlamına gelecektir.
[Yeni Şafak, 14 Şubat 2024]