ABD’de 2017’nin Ocak ayında göreve başlayan Donald Trump’ın Başkan olarak ilk ziyaretlerini Suudi Arabistan ve İsrail’e yapması dikkat çekti. Birçokları bu ziyaretleri Obama döneminde “geleneksel müttefikler” olarak kabul edilen bu iki ülke ile ilişkilerin restore edilmesini amaçladığını ileri sürdü. Nitekim Obama döneminde Washington’un özellikle İran merkezli Ortadoğu siyaseti hem Tel-Aviv hem de Riyad yönetimlerinin tepkisini çekmişti. Tahran’la nükleer müzakerelerin olumlu sonuçlandırılması ve sonrasında İran’a yönelik yaptırımların bir kısmının kalkması özellikle İsrail’i rahatsız etmişti. Öte yandan Suriye ve Yemen politikalarında sorumluluk almaktan kaçınan ve bu tutumuyla İran’ın bölgedeki yayılmacı siyasetine dolaylı olarak katkıda bulunan Obama yönetimi, Suudi Arabistan’ın ciddi biçimde tepkisiyle karşılaşmıştı.
Suudi Arabistan ve İsrail ile ilişkilerinde böyle bir miras devralan Trump yönetiminin, özellikle iç kamuoyunda yaşadığı baskıyı da hafifletmek ve Ortadoğu’da ABD’nin geleneksel dış politika kodlarına dönmek üzere ilk ziyaretlerini Suudi Arabistan ve İsrail’e gerçekleştirme kararı aldığı söylenebilir. Yaptığı açıklamada Trump Ortadoğu ziyaretinin amacının “Ülkeleri terörle mücadelede bir çatı altında toplamak ve hızlı biçimde yayılan düşmanca ideolojileri yok etmek” şeklinde belirtmiştir. Ancak Trump, ABD’nin Ortadoğu’daki geleneksel iki müttefiki Suudi Arabistan ve İsrail’e ziyaretinin gerçek amacının kodlarını yine aynı konuşmada vermiştir: “İran liderleri sürekli İsrail’i yok edeceklerini söylüyor. Ben olduğum sürece bunu asla başaramayacaklar. ABD’nin bölgedeki iki önceliği İsrail’in güvenliği ve İran’ın nükleer silah sahibi olmamasıdır.”
Bu nedenle Trump’ın ziyaretinin temel hedefinin İran’ın bölgede artan etkisinin önlenmesi ve ABD’nin müttefiklerinin güvenliğinin sağlanması olduğu söylenebilir. Bu çerçevede Trump’ın ilk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a gerçekleştirmesi, İran tehdidine karşı bölgedeki en önemli müttefik olarak görülen Riyad yönetimiyle Obama döneminde zarar gören ilişkilerin restore edilmesidir. Bu sayede Riyad’ın İran konusunda duyduğu güvenlik endişeleri bertaraf edilmiş olacak, bir taraftan da iki ülke arasındaki güven ilişkisi yeniden tesis edilecektir.
ABD ŞEMSİYESİ
Bu açıdan bakıldığında Trump’ın Riyad temaslarının Ortadoğu bağlamında en önemli çıktısı İran konusunda olacaktır denilebilir. Nitekim Trump yönetiminin Suudi Arabistan’ın İran’ı dışarıda bırakarak oluşturmaya çalıştığı İslam İttifakı Ordusu’na destek vereceğini açıklaması ve milyarlarca dolarlık silah tedariki yapması iki ülke açısından kazanımlar olarak görülmektedir. Öte yandan Riyad, ekonomik gücünü kullanarak Trump yönetimini Ortadoğu siyasetinde İran’a karşı daha sert bir pozisyon almaya zorlamayı da hedeflemektedir.
Trump’ın Suudi Arabistan’ı ziyaretindeki bir başka amaç da Riyad’ın özellikle son dönemde Asya ülkelerine yönelik dış politika eğilimlerinin önüne geçmektedir. ABD liderliğinin görece gerilediği bir dönemde Çin, Japonya, Hindistan ve Endonezya gibi küresel ekonominin önde gelen ülkeleri ile yakınlaşma girişimlerinde bulunan Suudi Arabistan’ın dış politikada “ABD şemsiyesi” altında kalması Washington için hayati önemdedir. Trump yönetiminin üçüncü amacı son yıllarda savunma harcamaları ciddi biçimde artan Riyad’ın bu anlamda yaptığı alımlarda ABD’nin sahip olduğu payı artırmak istemesidir. Nitekim ziyaret kapsamında Suudi Arabistan, ABD’den 110 milyar dolarlık silah siparişi vererek tarihte bu sektörde yapılan en büyük satın almayı gerçekleştirmiştir. Trump’ın ziyaretinin bir diğer amacı da Suudi Arabistan menşeli yatırımların ABD’ye çekilerek ekonomiye katkıda bulunulmasıdır. Bu bağlamda da Washington açısından verimli geçtiği söylenebilecek olan ziyarette Suudi Arabistan’la ABD arasında 200 milyar dolardan fazla yatırım ve ticaret anlaşması imzalanmıştır.
İSRAİL TEMASLARI
Donald Trump’ın Ortadoğu turundaki ikinci durağı ise İsrail’di. Başkanlık kampanyası boyunca ABD’nin bu ülkedeki başkentini Tel-Aviv’den Kudüs’e taşıyacağını söyleyen Trump’ın ziyareti Tel-Aviv açısından büyük önem taşıyordu. Her ne kadar göreve gelişinin ardından güvenlik gerekçesi ile bu kararından geri adım atsa da Trump açık biçimde Ortadoğu’daki en önemli partnerinin İsrail olacağını vurguladı. “İsrail’in meşruiyetine en ufak biçimde karşı çıkanlara hiçbir şekilde anlayış göstermeyeceğini” söyleyen Trump, Obama döneminde Washington ile Tel-Aviv arasında yaşanan gerginliklerin de son bulacağını kanıtlamış oldu. Nitekim ziyaret boyunca iki ülke liderlerinin gösterdiği samimiyet ve Trump’ın daha önce hiçbir ABD Başkanı’nın görevi sırasında ziyaret etmediği Ağlama Duvarı’na gitmesi Tel-Aviv yönetimini fazlasıyla memnun etmiştir. Bununla birlikte Trump’ın belki de bu ziyaretle ilgili asıl amacı Amerikan iç politikasına yöneliktir. Seçim kampanyası boyunca ABD’deki Yahudi lobisinin desteğini alan Trump, İsrail ziyaretiyle ülkesinde halihazırda kendisine yönelik devam eden olumsuz kampanya karşısında destek tazelemeyi hedeflemektedir.
Trump’ın İsrail ziyaretinin kamuoyuna yansıyan jestlerin ötesindeki dış politika ve Ortadoğu siyaseti bağlamındaki anlamının ise yine İran meselesi ile ilgili olduğunu söylemek yerinde olacaktır. İran’ın Suriye’de Esed yönetimi üzerinden etkinliğini sürdürmesi ve yine Lübnan’daki Hizbullah aracılığıyla Levant siyasetinde rol oynamaya çalışması Tel-Aviv yönetimini endişelendirmeye devam etmektedir. Bunun yanında İsrail yönetimi Körfez’deki müttefiklerinin İran’ın etki alanının daha da yayılarak Körfez bölgesi üzerinde olası bir nüfuz girişimine yol açmasına karşın Tahran’ın dizginlenmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu nedenle Trump’ın Suudi Arabistan temasları ile birlikte düşünüldüğünde İsrail ziyareti, Obama yönetiminin Tahran politikasından ciddi biçimde rahatsız olan Tel-Aviv tarafından Washington’un inisiyatifiyle giderek daha fazla şekillenmeye başlayan İran’ı çevreleme politikasının gayrı-resmi başlangıcı olarak görülmektedir. Trump yönetiminin Ortadoğu’daki en yakın iki müttefiki olarak gördüğü İsrail ve Suudi Arabistan, şüphesiz İran’ın çevrelenmesi politikasına destek vereceklerdir. Öte yandan bu noktada Türkiye ve Mısır gibi bölgenin kadim güç merkezlerinin de desteğini almak isteyecek olan bu girişim, henüz bu konuda tam anlamıyla bir karşılık görmemiştir. Nitekim Kahire özellikle 2016 boyunca Suudi Arabistan’la gerginlik yaşadığı dönemde İran eksenine yaklaşmış, ancak Trump’ın seçilişiyle bu politikasını yeniden gözden geçirmeye başlamıştır. Türkiye ise enerji ihtiyaçları konusunda ciddi bir ortağı olan Tahran ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi istememekte, Suriye konusunda yaşanan taban tabana zıt pozisyonlara rağmen İran’a yönelik açıktan herhangi bir hasmane tutum izlemekten kaçınmaktadır.
TÜRKİYE VE KATAR’A ETKİLERİ
Trump’ın Ortadoğu temaslarının etkileme potansiyeli olan diğer iki ülke de birçok bölgesel meselede aynı pozisyonları alan Türkiye ve Katar’dır. Suriye, Mısır, Libya ve İran’a karşı politikalarda benzer öncelikler çerçevesinde hareket eden Ankara ve Doha, son dönemde ABD ile ilişkilerde anlaşmazlıklar yaşayan iki ülke olarak da görülmektedir. Obama döneminde özellikle Suriye politikası nedeniyle Washington’a tepki gösteren Ankara, Trump döneminde ABD ile daha sağlıklı ilişkiler geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle Trump yönetiminin Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı PYD’ye silah vermeyi onaylamasına rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’ye planladığı seyahatte herhangi bir program değişikliğine gitmeyerek diplomasiye şans verdiğini göstermiştir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15-17 Mayıs tarihlerinde ABD’ye düzenlediği ziyaretteki temaslarının başlıca amacının Obama döneminde yaşanan hasarların en üst düzeyde tespit edilerek, yeni bir başlangıca zemin hazırlanması olduğu da söylenebilir. Ancak gerek terör tehdidiyle mücadelede gerek de İran’a karşı oluşturulan ittifakta Ankara’nın desteğini almak isteyen ABD’nin Türkiye’nin önceliklerini dikkate alması gerektiği de unutulmamalıdır.
Son olarak Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinin Körfez ülkelerinden Katar’a yönelik olumsuz etkiler gündeme getirebileceği söylenebilir. Nitekim ziyareti izleyen günlerde Katar Haber Ajansı’na yönelik internet korsanlarınca düzenlene saldırı sonrası hem Suudi Arabistan hem de Birleşik Arap Emirlikleri yönetimlerinin sert tavırlar alması dikkat çekmiştir. 2013 sonrası dönemde özellikle Mısır politikaları ve Müslüman Kardeşler hareketiyle olan ilişkileri nedeniyle Riyad ve Abu Dabi ile Doha yönetimleri arasında gerginlikler yaşanmış ancak son dönemde bu ülkeler özellikle İran tehdidi karşısında uzlaşmayı seçmişlerdir. Trump’ın ziyareti ile bir nevi Amerikan liderliğinin desteğini yeniden arkasında hisseden Suudi Arabistan ve yakın müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri, Katar üzerindeki baskılarını yeniden canlandırabileceklerine dair ihtimali gün yüzüne çıkarmışlardır.
Trump, Suudi Arabistan ve İsrail’i kapsayan Ortadoğu ziyareti ile ABD’nin bölgeye geri dönüşünün sinyallerini vermiştir. Bu ziyaretiyle Trump, bir taraftan İran’ı çevreleme, terör örgütleriyle mücadele ve Ortadoğu’daki geleneksel müttefiklerle ilişkileri restore etme gibi siyasi amaçları taşırken, bir taraftan da ABD ekonomisini canlandırmaya yönelik ticari hamleler gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Bu dört konuda da ABD’nin siyasi ajandası açısından olumlu adımlar atan Trump’ın ziyaretinin Ortadoğu toplumları için olumlu sonuçlar doğuracağı ise şüphelidir. Bu noktada özellikle Suudi Arabistan’ın başını çektiği bir grup Arap ülkesinin İran’ı dizginleme amacı peşinde koşarken, ABD’nin Ortadoğu siyasetinin bir aracı haline gelebilecekleri ihtimalini de göz ardı etmemeleri bölge barışı açısından hayati önemdedir.
[Star Açık Görüş, 28 Mayıs 2017].