15Temmuz darbe girişimiyle Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir döneme girdi. Türkiye’nin Amerika’dan darbe girişiminin arkasında olduğu anlaşılan FETÖ lideri Fetullah Gülen’in iadesi talebi, ikili ilişkilerin kısa ve orta vadedeki seyrini belirleyecek. Amerikan tarafının iade konusunda yeterince hassas davranmaması durumunda, iki ülkenin ilişkileri tamir edilmesi çok zor yaralar alabilir. Türkiye’de doğrudan demokrasinin varlığına kasteden, demokrasiyi askıya almak için kendi halkına karşı silah kullanmaktan çekinmeyen, devletin en üst düzey kurum ve yetkililerine karşı şiddet kullanan bir örgütün liderinin Amerika tarafından iade edilmemesi iki ülke ilişkilerini dinamitleme potansiyeline sahiptir. Darbe girişimi öncesi Suriye meselesiyle ilgili yaşanan görüş ayrılıkları ve Amerika’nın PYD’ye desteği zaten ciddi bir güven bunalımına yol açmıştı. Gülen’in iade edilmemesi bu bunalımın, ‘çuval krizini’ mumla aratır derecede derinleşmesi ve kalıcı hale gelmesi sonucunu doğurabilir.
İade meselesinin hukuki sürecine bakıldığında, Türkiye’nin Amerika’yla yapılan geri iade anlaşmasının 3. maddesinin ilk fıkrasına dayanarak Gülen’in 60 gün süreyle gözaltına alınmasını talep ettiği anlaşılıyor. Geri iade talebinin reddedilmesi koşullarını belirleyen bu maddede, ülke liderlerine suikast girişimi olması durumunda karşı tarafın iade talebinin reddedilemeyeceği hükme bağlanmış. Eğer Amerikan tarafı Türkiye’nin sunduğu dosyayı işleme koyar ve Gülen’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast girişiminde dahli olduğuna kani olursa bu madde işletilebilir ve iade süreci başlayabilir. Türkiye iade anlaşmasının bu maddesinin dışındaki maddelerini de işleterek güçlü bir dosya sunacaktır zira üst düzey askerlerin ifadeleri, darbecilerin yazışmaları ve darbe sonrası komuta kademesinin nasıl olacağıyla ilgili belgeler gibi delillerin dosyanın parçası olması kaçınılmaz. Türkiye’nin sunduğu delillerin Amerikan tarafında yetersiz bulunması durumunda Türkiye anlaşmayı askıya aldığını açıklayabilir ki bu iki ülke arasında terörle mücadele konusundaki işbirliğine darbe vuracaktır.
VAHİM BİR AÇIKLAMA
İade meselesinin hukuki boyutunun ötesinde siyasi açıdan yeni bir kriz yaşanabilir. Aslında darbenin ilk anlarından itibaren bu krizin emareleri kendini gösterdi. Dışişleri Bakanı Kerry’nin yaptığı erken açıklamanın Türkiye’de barış ve istikrarın tarafında olduklarını vurgularken demokratik yollarla seçilen hükümete veya demokratik ilkelerden bahsetmemesi Türkiye’nin haklı tepkisini çekti. Bu tepki üzerine Obama’nın seçilmiş hükümetten ve demokrasiden yana olduklarını söylemesi Kerry’nin açıklamasının hasarını tam olarak gidermedi. Kerry’nin açıklamayı yaptığı anlarda darbe mi yoksa bir terör saldırısı mı olduğu anlaşılamadığı için biraz ortada bir açıklama yaptığını söyleyenler var. Ancak geçmişte örneğin Mısır darbesinde olduğu gibi adeta bekle gör tavrının nüksettiğini gözlemlemek de mümkün. Daha sonra Başkan Obama’nın Amerika’nın Türkiye’deki darbede dahli olmadığı yönündeki açıklamaları da Gülen’in Amerika’dan grubunu yönlendiriyor olması sebebiyle Türk kamuoyunu tatmin etmiş değil. Amerikan hükümeti ilk andan itibaren net biçimde demokrasi yanında tavır almış olsaydı, Türk kamuoyu nezdinde daha fazla kredisi olur ve ikircikli bir tavır takındığına ilişkin algı iki ülke arasındaki güven krizinin derinleşmesine yol açmayabilirdi.
Amerika’nın darbeye karşı tavrının ötesinde önümüzdeki süreçte özellikle Gülen’in iadesi konusunda takınacağı tavır belirleyici olacak. Eğer Obama yönetimi Amerikan basınının işlediği ‘Gülen’i baskıcı ve otoriter bir ülkeye iade ettiği’ eleştirisine yenik düşerse, siyasi kriz derinleşecektir. Amerikan basını ve analistleri arasında darbenin ilk bir iki gününde darbe karşıtı yayınlar ağırlıkta gibi görünmesine rağmen kısa sürede yayınların Erdoğan karşıtı bir kampanya halini almasını izah etmek pek de kolay değil. Özellikle Gezi olayları ve 17-25 Aralık operasyonları sonrasında Gülencilerin devlet kurumlarındaki yapılanmalarının dağıtılması sürecinde dış basında ‘otoriterleşen Türkiye’ teması oldukça geniş biçimde işlenmişti. Bunda hem bir kesim liberal dış basının hem de Gülen grubunun Türkiye’yi DAEŞ’e destekle suçlayan ve Suriye’de olumsuz bir rol oynadığı şeklinde göstermeye çalışan çabaları da etkili olmuştu. Amerikan basını OHAL ilan edilmesini ve geniş çaplı görevden almaları örnek göstererek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbeyi kendi siyasi rakiplerini yok etmek için kullandığı temasını işlemeye başladılar. Türkiye’de oluşan darbe karşıtı geniş toplumsal tepkiyi küçük gören bazı basın yayın organları, olayı Erdoğan ve siyasi muhalifleri arasında bir kavgaya indirgemeye çalıştılar. Eğer Amerikan yönetimi devlet içinde devlet haline gelen böyle bir yapının en yakın NATO müttefiklerinden biri olan Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini kabul etmez ve basının şu ana kadar sunduğu gibi algılamayı tercih ederse, Türk-Amerikan ilişkileri ciddi yara alacaktır.
AYRILIKLAR DERİNLEŞEBİLİR
Amerikan medyası ve düşünce kuruluşlarının bir kısmının Türkiye’nin tamamen atlattığından hala emin olamadığı darbe girişimiyle hesaplaşmasını takdir edebildiklerini söylemek zor. Türkiye’nin bundan sonra DAEŞ’le mücadeledeki rolü, İncirlik’in Amerika tarafından kullanılıp kullanılamayacağı, Türk ordusunun NATO içerisindeki yeri gibi stratejik meselelere odaklandığını görüyoruz. Türk kamuoyu darbenin nasıl ve neden gerçekleştiğini sorgulayıp sorumluları adaletin karşısına çıkarmaya çalışırken Amerikan analistlerinin meselenin sadece Amerikan çıkarlarını ilgilendiren kısmıyla ilgilenmeleri iki ülke arasındaki ilişkiler açısından bir başka handikap teşkil ediyor.
Darbe girişimi öncesinde Amerika’yla Türkiye arasında DAEŞ’le mücadele konusunda koalisyon ortaklığı devam ederken Suriye’nin kuzeyinde Amerika’nın PYD’yle ilişkisi ciddi bir sorun olmaya devam ediyordu. Genel olarak Suriye stratejisinde de ciddi farklılıklar bulunuyordu. Darbe girişimi sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) nasıl şekilleneceği ve Amerika’nın öncelikli olarak önemsediği stratejik meselelere nasıl etki edeceği merak konusu. Türk-Amerikan ilişkilerinde öteden beri gelen ve yeterince kapsamlı stratejik diyalog eksikliğinden kaynaklanan görüş ayrılıklarının darbe girişimi sonrası süreçte daha da derinleşmesini bekleyebiliriz zira Türkiye’nin önceliği bu darbeyle hesaplaşıp darbe koşullarının bir daha oluşamayacağı demokratik bir sistem kurabilmek olacak.
BÖLGESEL KONULARDA İHTİLAF
Türk-Amerikan ilişkilerinin AK Parti hükümetleri döneminde bölgesel gelişmelerin de etkisiyle hem derinleştiğini hem çeşitlendiğini hem de daha fazla sorun alanlarının oluştuğunu söyleyebiliriz. İkili ilişkilerde sabitleyici görev yapan askeri ilişkilerin darbe girişimi sonrası yeni askeri yapılanmayla birlikte eskisi gibi olmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Soğuk Savaş sırasında NATO çerçevesinde Batı’yla kendi başına ilişki kurabilen ve gerçek anlamda sivil otoritenin kontrolü altında olmayan Türk ordusunun bundan sonra demokratik toplumlarda olduğu gibi gerçek sivil kontrol altına alınması elzem hale geldi. Bu bağlamda zaman zaman Soğuk Savaş günlerini yad eden bazı Amerikan askeri kesimlerin yeni duruma ayak uydurmaları zor olabilir. Ancak Türkiye ordusunu tam profesyonel ve sivil otoriteyi kabul eden bir güce dönüştürme yoluna girdikçe, uzun vadede Türk-Amerikan ilişkilerinin de daha sağlıklı bir noktaya gelmesi sağlanabilir. 15 Temmuz darbe girişimine halkın direnişi Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinin artık eskisi gibi olamayacağını kesin biçimde gösterdi. Bu Türkiye’nin hem NATO içerisindeki yerini hem de Amerika’yla ilişkilerini daha sağlıklı bir noktaya getirecektir.
Türk-Amerikan ilişkilerinin kurumsal geçmişi ve mevcut bölgesel meselelerin gerektirdiği üzere güçlü ve çeşitli kalmaya devam etmesi her iki ülkenin ulusal çıkarları açısından önemli. Ancak yeni başkanla birlikte Amerika’nın son zamanlarda dış politikasını fazlasıyla terör meselesine endeksleyen ve Türkiye’yle ilişkisini de IŞİD’le mücadeleye desteğe indirgeyen Obama yönetiminin nispeten indirgemeci yaklaşımından uzaklaşması gerekecek. Dış politikada yeni bir vizyona ve bu doğrultuda Türkiye’yle de yeni tarz bir ilişki geliştirmeye ihtiyacı olan Amerika’nın Gülen’in iadesi meselesini de bir fırsat olarak değerlendirmesi gerekiyor. Amerikan yönetimi Türkiye’nin Gülen örgütünü bir numaralı ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğünü anlamak ve NATO müttefikinin yanında yer almak durumundadır. Aksi takdirde hem Türk kamuoyundaki güvensizlik ve şüpheler derinleşecek hem de terörle mücadeleden dış politika meselelerine kadar geniş bir yelpazede sağlıklı bir ortak çalışma zemini ortadan kalkacaktır.
[Star Açık görüş, 31 Temmuz 2016]