Türkiye’de “evet” ve “hayır”ların birbiriyle yarıştığı ve “evet”lerin üstün geldiği anayasa referandumu süreci yaşanırken yanıbaşımız Ortadoğu’da Filistinli ve İsrailli evetçilerle hayırcılar genelde barışa, özelde ise bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasına yönelik bir “EVET” çıkarabilme umuduyla bir araya getirildiler. İsrail’in 2008’deki Gazze saldırısı nedeniyle kopan İsrail ve Filistinli liderler arasındaki direkt görüşmeler, yaklaşık iki senelik bir aranın ardından 2 Eylül’de Amerikan sponsorluğunda tekrar başladı. Beyaz Saray ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda yürütülen ilk tur görüşmelerde İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu (Bibi) ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Ebu Mazen), birbirlerinin barış konusundaki ciddiyetlerini test ettiler. Bu hafta Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde devam edecek görüşmelerde ise iki tarafın öncelikli “evet” ve “hayır”ları masaya yatırılacak.
2007 senesinde zamanının Amerikan Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’ın ev sahipliğinde Annapolis’te gerçekleşen ve kırkı aşkın ülkeden devlet adamı, bürokrat ve siyasetçiyi bir araya getiren Annapolis Konferansı’nı müteakiben zamanının İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Ebu Mazen, konferansta çizilen yol haritasını ve ayrıntılarını yaptıkları direkt görüşmelerde ele almışlardı. 2008’in sonuna kadar Filistin Devleti’nin kurulacağı bir anlaşmayı tamamlama amacıyla başlayan Annapolis süreci, yakında görevi sona erecek olan George W. Bush’un prestij kazanma çabası olarak yorumlanmıştı. Amerikan yönetiminin hem tarafsız arabuluculuk hem de İsrail’in yakın müttefiki rollerini birlikte oynamaya çalıştığı bu süreç, diğer sebeplerle birlikte kırk küsür ülkeden katılım olmasına rağmen Filistin’de meşruiyet sahibi aktörlerin davet edilmemesi sebebiyle Filistin Devletini doğuracak bir zemin oluşturamamıştı. Aralık ayında başlayan İsrail’in Gazze saldırısı iki tarafın da zihinlerinde zaten bitmiş olan görüşmeleri açıkça sona erdirmişti.
Mayıs 2010’dan beri İsrailli ve Filistinli taraflar yine Amerika sponsorluğunda dolaylı görüşmeler yürütüyorlardı. Dolaylı görüşmelerin başından itibaren Abu Mazen, direkt görüşmelere geçmek için İsrail’in yerleşim inşaasını dondurmasını şart koşuyor, buna karşılık Bibi direkt görüşmelere geçmek için hiçbir önşartı kabul etmeyeceğini söylüyordu. Yine bu süreçte Ebu Mazen görüşmeler için bir program hazırlamanın gerekliliğinden bahsederken, Bibi bu tarz bir programın önkoşul oluşturacağını düşündüğünden buna karşı çıkıyordu.
Özellikle Amerika’nın baskı ve yönlendirmeleri sonucunda iki taraf da önkoşulsuz direkt görüşmelere başlamayı kabul etti. Ortadoğu Dörtlüsü (Amerika, Rusya, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği) yaptıkları açıklamada bu görüşmelerin takriben bir sene kadar süreceğini ve tüm nihai statü meselelerinin çözüleceği bir anlaşmaya dönüşeceğini duyurdu. Gündemin ana maddeleri arasında Kudüs, yerleşimler, sınırlar, mülteciler ve su hakları yer alıyor. Bu meselelerin çözümüyle İsrail işgaline son verme ve bağımsız Filistin Devlerinin kurulması hedefleniyor. Bu bir senelik süre zarfında hem Bibi ve Ebu Mazen hem de iki tarafın değişik düzeylerdeki müzakere ekipleri Ortadoğu’da ve Amerika’da birçok toplantı yapacaklar.
Türkiye’dekinin aksine İsrail-Filistin direkt görüşmelerinden bir EVET çıkma ihtimali an itibariyle oldukça düşük görünmekte. Görüşmelerin sağlam temellere oturtulamadan başlatılması, her iki tarafın da yaşadığı meşruiyet sorunu ve siyasi bölünmüşlükler HAYIR cephesini kuvvetli kılmakta. Üstüne üstlük mücadele sadece “yetmez ama evetçiler” ve hayırcılar arasında da geçmiyor. Bunlara ek olarak İsrail bağlamında “yeter yine de hayırcı” yerleşimciler lobisi ve aşırı sağcı kesim, Filistin bağlamında ise “biz yoksak hayırcı” Hamas ve irili ufaklı örgüt ve organizasyonlar görüşmelerin seyrini değiştirebilecek kadar kuvvetliler.
İlk analizde İsrailli ve Filistinli bu iki blok temelde benzer sebeplerle barış görüşmelerine karşı çıkıyor gibi görünmekte. İki blok da toprağa duydukları dini/milli aidiyetlerinin yanında görüşmeleri yürüten liderlerin ve parçası oldukları siyasi akımlarının dini/milli kırmızı çizgileri öncelemede aciz kaldığını ve bilinen bir tabirle “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içerisinde olduklarını” düşünüyorlar. İki bloğun da paylaştığı bir düşünce ise görüşmelerin naif bir şekilde ve gerçekçi temellere oturtulmadan başlatıldığıdır. İsrail’in aşırı sağcı ve yerleşimci bloğu için bu topraklardaki gerçeklik 1967’den beri kendi elleriyle yarattıkları “yerleşimler” gerçekliğidir. Her şeye rağmen yaratmaya devam ettikleri bu gerçekliği gözardı eden hiçbir barış görüşmesi başarılı olamayacaktır, olmamalıdır. Hamas’ın gerçekliği ise İsrail işgali ve Filistin halkından aldıkları meşruiyete rağmen gözardı edilmelerinin barış çabalarını boşa çıkaracak olmasıdır.
Aralarındaki en büyük fark ise Hamas’ın meşruiyetinin kabul edilmesi ve ciddiye alınması durumunda görüşmelere dahil olmayı isteyecek kadar pragmatik davranabilecek olması, İsrailli aşırı sağcı ve yerleşimci bloğun ise özellikle İkinci İntifada’dan ve Gazze’den çekilmeden sonra barış görüşmelerine, çekilmelere, toprak değişimlerine kısacası Araplarla barış konuşmaya şiddetle karşı çıkmasıdır.
Direkt görüşmelerin tarafları ve sponsorları ise bu iki bloğun problem çıkarma kapasitesini kabul etmekle birlikte olası problemlerle nasıl baş edebilecekleri konusunda planlı ve kararlı görünmüyorlar. “Yerleşimler” ve “silahlı saldırılar”, görüşmeler için en büyük tehlike olarak görülse de şimdiye kadar ne Eylül’ün 26’sında dolacak olan yerleşimlerin inşaasını geçici olarak durdurma kararına karşı sağlam bir pozisyon geliştirebildi, ne de Hamas ve diğer grupların görüşmelere karşı muhalefetine temel oluşturan sebepler anlaşılıp bu yönde çözümler üretildi.
Önkoşulsuz olarak başlayan görüşmeler şimdiye kadar nispeten pürüzsüz geçti. Fakat görüşmeler çok yakın zamanda yerleşimler imtihanı ile karşı karşıya kalacak. Bir diğer ifadeyle henüz nihai statü meseleleri tartışılmaya başlanmadan görüşmeler kesilme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. İsrail’in yerleşimlerin inşaasını geçici olarak dondurma kararı her iki taraf için de içinden çıkılması güç bir siyasi atmosfer oluşturacak. Meşruiyeti zaten sallantıda olan Ebu Mazen’in İsrail’in yerleşim inşaasına devam etmesi durumunda Filistin halkı nezdinde eli daha da zayıflayacak ve görüşmelere devam etmesi zorlaşacak. Diğer taraftan dondurma kararının uzatılması durumunda Bibi, kırılgan koalisyonunu bir arada tutmakta zorluk çekecek. Muhtemelen kısmi, sadece büyük yerleşim bloklarını hariç tutan ve Doğu Kudüs’teki inşaatlara sınır getiren bir ara formül bulunmaya çalışılacak. Yerleşimler konusundaki böyle bir ara formülün görüşmelerin ömrünü ne kadar uzatacağını da ilerki günlerde göreceğiz.
Amerikan Yönetimi ise yerleşimler konusundaki olumsuz fikrini koruduğunu ve İsrail’in dondurma kararını uzatmasının görüşmelerin sıhhati için elzem olduğunu söylüyor. Aynı zamanda Ebu Mazen’e de “yerleşimleri bu kadar önceleyip görüşmelerin geleceğini tehlikeye atma” mesajını gönderiyor. Bir diğer ifadeyle Amerikan yönetimi, iki tarafa arabulucu vasfıyla, görüşmeleri bir şekilde devam ettirebilmek için iyi niyetli olsa da özde çelişen mesajlar gönderiyor.
Bu iyi niyetin arka planında Obama yönetiminin görüşmeleri başlatarak riske attığı itibarını kurtarma çabası yatıyor ki 2009 ylınından bu yana mezkur itibar Ortadoğu’da zaten gün geçtikte erimekteydi. 2003 yılından beri Maryland Üniversitesi’nden Shibley Telhami direktörlüğünde altı Arap ülkesinde yapılan ve alanının en kapsamlı ve profesyonel çalışmalarından birisi olan "Arap Kamuoyu Yoklamasının" kısa süre önce yayınlanan 2010 senesi sonuçları bu itibar kaybını gözler önüne serdi. 29 Haziran-20 Temmuz tarihleri arasında Mısır, Ürdün, Lübnan, Fas, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılan anketlerin geçen sonuçları, geçen senenin rakamlarıyla kıyaslandığında ortaya çıkan en çarpıcı sonuç, Obama’nın hem başkanlığına hem de kişiliğine duyulan güven kaybı olarak karşımıza çıktı. Obama’ya nasıl bakıyorsunuz sorusuna “olumlu bakıyorum” cevabını verenler 2009’da %45 iken 2010 yılında bu rakamın %20’ye indiğini görüyoruz. Aynı soruya “olumsuz bakıyorum” cevabını verenler ise 2009’da %29 iken bu sene bu rakam %62’ye yükselmiş. Ankete göre Obama’ya karşı duyulan en büyük hayal kırıklığının sebebi ise %61 ile Filistin meselesindeki tutumu. Halihazırdaki tabloya baktığımızda Bibi’nin, Ebu Mazen’nin, Hamas’ın, yerleşimcilerin ve Amerika’nın evet ve hayırlarını alt alta koyduğumuzda elde ettiğimiz sonuçtan bir EVET çıkması oldukça zor. Yine de görüşmelerle alakalı iki olumlu gelişmenin altını çizmeliyiz. Bunlardan birincisi, Obama’nın Ortadoğu özel temsilcisi George Mitchell’in haftasonuna doğru önce Suriye’yi ardından da Lübnan’ı ziyaret edecek olması. Mitchell, Şam’da Esad ile görüşüp Suriye Devlet Başkanına barış görüşmeleri hakkında bilgi verecek. İkincisi ise, Hilary Clinton’un Dışişleri Bakanı Ahmet davutoglu ile bu hafta içinde yaptığı telefon görüşmesi. Bu görüşmede Clinton Davutoğlu’nu görüşmelerin seyri konusunda bilgilendirmişti.
Temelden sorunlu başlayan görüşmelerde Türkiye, Suriye ve Lübnan hatta Katar gibi ülkelerin gözlemci, garantör, kolaylaştırıcı veya ev sahibi sıfatıyla yardımına başvurmak sürecin sıhhati ve geleceği açısından faydalı olacaktır. Daha önceki barış çabalarında olduğu gibi halihazırdaki görüşmelerde de en büyük eksikliğin Filistin tarafının Filistin halkı nezdinde meşru ve birleşik bir gurup tarafından temsil edilmemesidir. Tam bu noktada Türkiye’nin Filistinli fraksiyonları bir araya getirmede Mısır’dan daha efektif olabileceğini not etmekte fayda vardır ve bu Filistin tarafı için en öncelikli mesele olmalıdır.
Hamas ve Filistin Otoritesi’ni aynı masada oturtmakla birlikte Türkiye’nin barış sürecine en büyük katkısı İsrail-Suriye görüşmelerini kaldığı yerden başlatmak olacaktır. İsraille ilişkilerdeki tansiyonun düşmeye başlaması ve Amerikan yönetiminin Suriye-İsrail barışına yönelik ortam oluşturma sinyallerini vermesi, bu konuda insiyatif almak için iyi bir fırsattır. Ortadoğu’da kapsamlı bir barışın tesisi ve Filistin meselesinin sıhhati ve geleceği için İsrail-Suriye barışının tesisi elzemdir. Bu süreç İsrail-Filistin görüşmeleri devam ederken de yürütülebilir ve aslında Filistin meselesinden daha basit ve çözülebilir olan Suriye-İsrail sorunundaki gelişmeler İsrail-Filistin barış görüşmelerine de olumlu katkılarda bulunacaktır. Bu noktada Türkiye de dahil olmak üzere bölgede nüfuzu olan tüm ülkeler bir işbölümü yaparak Ortadoğu’nun sorunlu unsurlarıyla eş zamanlı ve işbirliği içerisinde ilgilenmelidirler.