Galler’de yapılan NATO Zirvesi’nde Batı eksenli ittifakın bugünlerde karşı karşıya olduğu önemli sorunlar görüşüldü. Dünyanın en büyük askeri gücünün, Afganistan’dan çekilmeye hazırlanırken bu ülkede yaşadığı başarısızlık gündemdeki konulardan biriydi. Daha önemli konu ise NATO’nun Ukrayna Krizi çerçevesinde karşı karşıya olduğu ciddi riskler karşısında nasıl bir reaksiyon göstereceği meselesiydi. İttifak’ın Doğu Avrupalı üyeleri, Putin’in müdahaleci politikalarının sonunda kendilerini de hedef alacağı korkusuyla artık NATO’nun Rusya’ya karşı etkili tedbirler almasını isterken, ABD başta olmak üzere NATO politikalarına yön veren eski üyeler, kendilerini Rusya ile doğrudan bir çatışmaya sürükleyecek adımlardan kaçınma konusunda hassasiyet göstermekteler.
NATO’nun en eski üyelerinden biri olan Türkiye açısından bakıldığında, Arap Devrimleri’nin güneydeki komşularıyla ilişkilerine olumsuz etkilerine benzer şekilde, Ukrayna Krizi’nin de Rusya ve Batılı ülkeler ile ilişkilerini ciddi şekilde olumsuz etkileme riski bulunmaktadır. Sorunun bu aşamasına kadar mümkün olduğunca Rusya’yı rahatsız edecek bir politika izlemekten kaçınan Türkiye, kriz derinleştikçe bu politikayı sürdürmekte zorlanacaktır. NATO’nun Rusya konusunda aldığı ve alacağı kararlar, ittifakın bir üyesi olan Türkiye’nin bu ülkeyle ilişkilerinin bozulmasına yol açacak gibi görünüyor. Ankara’nın NATO’nun bu konudaki kararlarıyla yeterince dayanışma içerisinde olmaması ise bu defa Batılı müttefikleriyle ilişkilerini sorunlu hale getirecektir.
Ankara Batılı müttefikleriyle ilişkilerinin sorunsuz olması için elinden gelen gayreti gösterse de, bu ülkelerin Türkiye’ye karşı aynı hassasiyeti gösterdiğini söyleyemeyiz. Bu ittifak ilişkisinin kurulduğu 1950’li yıllardan beri Batılı müttefikleri sürekli olarak Türkiye’nin içişlerine karışmakta ve bu konuda çaba sarf etmektedirler. Hatta Osmanlı Devleti’nin 19. Yüzyılda zayıflamasıyla birlikte değişik dönemlerde ittifaklar kurduğu farklı Avrupa güçleri İstanbul’a karşı fırsat buldukça müdahaleci bir tutum içerisinde olmuşlar ve Osmanlı’yı kendi çıkarları doğrultusunda politikalara yönlendirmeye çalışmışlardır.
Batılı küresel güçlerle Osmanlı ve sonrasında Türkiye arasındaki bu dengesiz ilişki taraflar arasındaki asimetrik güç dağılımı ile yakından ilgili olmuştur. Bu ilişkinin daha güçlü tarafı olan Batılı ülkeler bu gücün verdiği imkanları Türkiye’nin içişlerine müdahale konusunda kullanmışlar ve özellikle Türkiye’nin ekonomik alandaki yetersizlikleri ve ihtiyaç duyduğu destek bu müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Batılı ülkelerin Türkiye’ye karşı bu müdahaleci politikaları Türkiye’nin Batı’nın güvenliğine ciddi katkıları olduğu dönemlerde de devam etmiştir. Hatta Türkiye’nin bu güvenlik katkılarının çok yüksek olduğu Soğuk Savaş döneminde ABD gibi ülkeler, Ankara’nın bu katkısının devamını garanti etmek ve onu Batı blokunun bir üyesi olarak tutabilmek için Türkiye’nin içişlerine daha fazla müdahil olmuşlardır.
SİYASAL RASYONALİTE
Der Spiegel dergisinin yayınladığı, Almanya ve ardından da ABD ve İngiltere’nin Türkiye’yi dinlediğine dair iddialar Batılı “müttefikleri”nin Türkiye’ye karşı müdahaleci politikalarını yeniden gündeme getirmiştir. Dinleme skandalı çerçevesinde özellikle Türk-Alman ilişkilerinde yaşanan sorunlar Türkiye kamuoyunda ciddi şekilde konuşulmaya başlandı. Aslında dinleme meselesinin öncesinde yaşanan bazı sorunlarla Türk-Alman ilişkilerinin atmosferi bozulmuştu. Alman medyasının bir kısmının Türk hükümetini hedef alan yayınları, Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un Türkiye ziyareti sırasında antidemokratik yollarla iktidarı devirmek isteyenlere destek veren açıklamalarda bulunması, Almanya’da iktidar partisine mensup politikacıların “Erdoğan Türkiyesi Avrupa Birliği’ne giremez” gibi garip açıklamaları, Almanya’da Gezi Parkı eylemleri sonrasında Türkiye’de Mısır’dakine benzer bir halk devrimi (!) bekleyen ve bunun için çalışan kesimlerin medyadan siyasetçilere kadar uzanan geniş bir spektruma ulaşması ve Almanya’daki Türkiye kökenli siyasetçilerin çok fazla Türkiye’nin içişlerine karışan açıklamalar yapması gibi gelişmeleri bu sorunlar arasında sayabiliriz.Almanya’nın bir yandan Ortadoğu’da daha aktif olmaya çalışırken bölgenin en önemli aktörlerinden biri olan Türkiye konusunda bu kadar sorumsuzca politika izlemesinin nedenlerini anlamak zor. Çünkü küresel bir ekonomik güç olan Almanya’nın dış politikasını şekillendirirken sürekli olarak çok rasyonel davrandığı ve ekonomik çıkarlarını ön planda tutmaya çalıştığı bilinirdi. Türkiye gibi önemli bir ülkeyle arasını bozacak bu kadar fazla spekülasyona neden müsaade ettiğini sorgulamak gerek.
Türk-Alman ilişkileri söz konusu olduğunda akla ilk olarak hep “tarihi dostluk” (historische Freundschaft) ve “silah kardeşliği” (Waffenbrüderschaft) gibi kavramlar gelirdi. Ancak devletler arasındaki ilişkilerin bu tür “dostluk” ve “kardeşlik” algıları üzerinden yürümediğini, aksine çıkarlar üzerinden şekillendiğini tarih bize öğretiyor. Kaldı ki, Türk-Alman ilişkilerinde bu kavramların öne çıktığı zaman olan Birinci Dünya Savaşı ve öncesi dönemdeki ilişkinin dostluk ve kardeşliğe dayalı bir “dengeli” ilişki olmadığını hepimiz biliyoruz.
Ancak devletler arasındaki ilişkilerin dostluk ve kardeşlik kavramları çerçevesinde şekillendirilmesi rasyonel olarak zor olsa da, “düşmanlık” temelinde bir ilişkinin inşası da rasyonel değildir ve bütün taraflara zarar verir. Bunu en iyi yaklaşık 2,7 trilyon dolarlık dış ticaret hacmiyle dünyanın en büyük ticaret devletlerinden biri olan Almanya’nın bilmesi gerekir. Çünkü Almanya kendisini küresel bir ekonomik güç yapan dış ticaretteki bu üstünlüğü, gereksiz çatışmalardan kaçan ve mümkün olduğunca diğer ülkelerle işbirliği temelli bir ilişki geliştirmeyi hedefleyen dış politikasıyla yakalamıştır. Siyasi alanda yaşanan sorunların nihayetinde ekonomik işbirliğini de olumsuz etkileyeceğini ve ticarete darbe vuracağını bilen politikalar izlemiştir.
Bu noktada şu soruların sorulması gerekir: Berlin neden Türkiye ile işbirliği eksenli bir ilişki geliştirmek yerine, yavaş yavaş iki ülkeyi düşmanlığa doğru sürükleyen gelişmelere müsaade ediyor? Siyasi alanda uzun zamandır yaşanan gerginliklerin sonunda ekonomik ilişkilere de yansıyacağını ve her iki ülkeye de zarar vereceğini görmüyor mu Alman siyasetçiler?
Bu soruların tamamıyla yakından ilgili bir başka soruda “Merkel Almanya’sı Türkiye ile dengeli karşılıklı bağımlılığa dayalı bir ilişkiye sahip olmayı istiyor mu?” sorusudur.
Sorun da tam buradan kaynaklanıyor. Merkel hükümetinin, kendisinden önceki Schröder hükümetinden farklı olarak, Türkiye ile eşit ortakların birbirine karşı saygı temeline dayalı dengeli bir ilişki kurmak yönünde hareket etmediği algısı giderek güçleniyor.
ALMANYA NE YAPMALI?
Bu aşamada, son dönemde yaşanan gerginliklerden iki ülkenin kalıcı zararlar görmesinin nasıl önleneceği sorusunun cevabını aramak gereklidir. Türk tarafının Almanya’nın Türkiye politikası konusunda erken çıkarımlarda bulunup aşırı savunmacı bir tepki vermekten kaçınması önemlidir. Bu çerçevede, Almanya’daki bazı kesimlerin Türkiye’deki hükümet aleyhine faaliyetlerini ve Türkiye iç siyasetini dizayn etme girişimlerini bütün Alman siyasetinin ürünü olarak görmek doğru olmayacaktır. Berlin’de Türkiye ile Schröder dönemindeki gibi daha rasyonel ve karşılıklı çıkar temelli ilişki kurmak isteyen siyasetçilerin sayısının da az olmadığını bilmek ve onlarla işbirliği imkanlarını sonuna kadar kullanmak gerekir. Ayrıca Alman medyasında bu ülke kamuoyunu Türkiye konusunda sürekli olarak yanlış bilgilendiren ve Türk hükümetine karşı bir algı oluşturmak isteyen bir lobi olduğunun da farkında olarak, bu lobinin yıkıcı faaliyetlerine karşı etkin tedbirler alınması ve doğru bilgilendirme yapılmasını sağlayacak adımların atılması gerekmektedir. Alman tarafının yapması gerekenler konusunda ise şu noktaların altı çililebilir. Herşeyden önce başta SPD olmak üzere CDU ve diğer partiler içerisindeki sağduyulu ve rasyonel düşünen kesimlerin daha fazla öne çıkması gerekmektedir. Almanya’nın, güç politikasına hevesli Wilhelmci kanadın ve İslamofobik politikalara meyilli yabancı düşmanı kesimlerin etkisi altına girmesine müsaade etmemeleri sadece Almanya ve Türk-Alman ilişkilerinin geleceği açısından değil, Avrupa’nın geleceği ve Ortadoğu ile ilişkileri açısından da büyük önem taşımaktadır. Çünkü Almanya Avrupa’ya yön verme potansiyeli en yüksek ülkedir ve bu potansiyeli ekonomik gücünden almaktadır. Ekonomik gücünü ise ticaret devleti özelliğinden ve bu özelliğin gereği olarak başka ülkelerle kurduğu işbirliği eksenli ilişkilerden almaktadır. Berlin’de bunun farkında olan sağduyulu politikacılar her zaman olmuştur ve bu politikacılar Almanya’nın Türkiye politikasının yukarıda değindiğimiz marjinal Alman siyasi çevrelerince ya da bu ülkede yaşayan bazı Türkiye kökenli marjinal siyasetçiler tarafından ipotek altına alınmasına izin vermemelidirler.Son yaşanan dinleme skandalının Türk-Alman ilişkilerinde Almanya-ABD ilişkilerinde yaşanan dinleme skandalından daha büyük bir güven problemi ortaya çıkardığı tespitini yapmak yanlış olmayacaktır. Çünkü Berlin ile Washington arasında yaşanan dinleme skandalı öncesinde bu iki ülke arasındaki ilişkiler genel olarak sorunsuz bir şekildeydi. Bu yüzden Amerikan istihbarat örgütlerinin başta Alman Başbakanı Merkel’in telefonlarının dinlenmesi olmak üzere Almanya’da yaptığı faaliyetler Almanya-ABD ilişkilerinde tamir edilmesi güç yaralar açmadı. Buna karşılık BND’nin Türkiye’yi dinlediğinin ortaya çıkması öncesinde de Ankara ile Berlin arasında yukarıda değindiğimiz nedenlerden dolayı ciddi bir güven sorunu vardı. Bu güven bunalımının olduğu ortamda ortaya çıkan BND-Dinleme Skandalı Türk-Alman ilişkilerinde tamiri mümkün olamayacak yaralar açmaya adaydır. İki ülke arasında bu türden büyük zararlar ortaya çıkmasını önleme konusunda özellikle Alman hükümetine önemli görevler düşmektedir. Çünkü son dönemde Türkiye politikasında gerekli hassasiyeti göstermeyen adımlar atan ve Ankara’ya karşı müdahaleci diyebileceğimiz bir tutum içerisinde olan Almanya’dır. Berlin’in Türkiye’ye karşı kendi politik yaklaşımlarını dayatıcı ve müdahaleci tarzından vaz geçmesi gereklidir. Türkiye’nin kendi içişlerine yönelik bu tür müdahaleleri kabul etmesi söz konusu olmayacağına göre, Ankara ile Berlin arasında sağlıklı bir ilişki kurulması ancak Almanya’nın Türkiye’yi eşit bir ortak olarak kabul edip egemenliğine saygı duymasıyla mümkün olacaktır.
[Star Açık Görüş, 07 Eylül 2014].