Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, TBMM Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı’nın Almanya’da polis tarafından alıkonulması nedeniyle “Şimdi bunlara aynısını yapmak gerekmez mi? Sen benim Meclis Başkan Yardımcıma bu tür bir yanlışı yaparsan, senin polisin vesairen bunu yaparsa, buna aynısıyla mukabele etmem lazım” şeklindeki sözleri Almanya’ya misilleme konusunu gündeme getirdi. Bu çerçevede Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Martin Erdmann Dışişleri Bakanlığına çağrılıp Türkiye’nin rahatsızlığı dile getirildi ve diplomatik pasaport taşıyan bazı Alman vatandaşları havaalanındaki pasaport işlemlerinin uzatılması nedeniyle uçaklarını kaçırdılar.
Bu gelişmeler üzerine medyada başlayan tartışmalarda bazı kesimler Türkiye’nin misillemesini doğru ve haklı bulurken, bazıları da abartılı ve yanlış bir uygulama olarak eleştirdi.
Türkiye’nin bu konudaki tepkisinin sertliğinin sadece TBMM Başkanvekili ile ilgili yaşanan tatsız olayla açıklanamayacağı kanaatindeyim.
15 Kasım’da Türkiye’yi ziyaret eden Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ile yaptığı basın toplantısında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun kullandığı ifadeler de aslında Türkiye’nin Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin politikalarına karşı tahammül sınırına dayandığını gösteriyordu. Çavuşoğlu’nun “Türkiye’yi aşağılayıcı tutumlardan bıktık” şeklindeki sözleri Avrupa’nın Türkiye’ye karşı uzun zamandır devam eden olumsuz tavrına karşı tepkiyi ifade etse de, bu sözlerin Alman Dışişleri Bakanı ile basın toplantısında söylenmiş olması ise bu tepkinin özellikle Almanya’ya yöneldiğini gösteriyordu.
Peki, Almanya bu şekilde Türkiye’yi misilleme noktasına getirecek ne yapıyor?
2014’ten beri yaşanan bazı gelişmelere bakarsak Berlin’in tavırlarının Ankara’da neden bu kadar rahatsızlığa yol açtığını anlarız.
Nisan 2014’te Türkiye’ye resmî bir ziyarette bulunan Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck diplomatik nezakete tamamen aykırı bir biçimde yaptığı açıklamalarda, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti ilkesinin tehlikede olduğunu ve polis devletine doğru kaydığını ileri sürmüştü.
Aynı yılın Ağustos ayında Alman dış istihbarat servisi BND’nin uzun yıllardır Türkiye’yi dinlediğine dair haberler Alman basınında yayınlandı. Alman yetkililer bu bilgileri reddetmezken bazı Alman siyasetçiler bu dinlemenin doğru ve gerekli olduğu yönünde açıklamalar yaptılar.
Bu yılın haziran ayında Türkiye’den gelen bütün uyarılara rağmen Alman Parlamentosu, Osmanlı Devleti’nin Ermenilere soykırım yaptığına dair bir karar alarak tarihçilerin tartışması gereken bir meseleyi Türkiye’ye karşı siyasi baskı aracına dönüştürdü.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında Almanya’nın tutumu ise Ankara’yı en fazla rahatsız eden meselelerden biri oldu. Darbeye karşı zamanında tepki vermekte geciken ve Türkiye’nin beklediği düzeyde desteği ise hiçbir zaman vermeyen Alman hükümeti, darbecileri koruyan bir tutum takınarak dolaylı olarak darbeyi destekleyen bir pozisyona düştü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temmuz sonunda darbeye karşı Köln’de yapılan mitinge telekonferans yöntemiyle katılıp konuşmasının Alman Anayasa Mahkemesi kararıyla engellenmesi, buna karşılık aynı şehirde PKK/PYD tarafından yapılan mitingde bu örgüt elebaşlarının konuşmasına izin verilmesi Almanya’nın darbe ve PKK terörü konusundaki garip tavrını bir kez daha ortaya koydu.
Bunların yanında, Alman Başbakanı Merkel’in her fırsatta açıkça Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu söylemesi, başta Sol Parti ve Yeşiller Partisi mensupları olmak üzere birçok Alman siyasetçinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye aleyhinde sürekli aşağılayıcı bir dil kullanmaları, Alman medyasının da benzer şekilde uzun zamandır, neredeyse her gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı konu eden yayınlarında hakarete varan ifadelere yer vermeleri Türkiye’de çok ciddi rahatsızlığa yol açıyor.
Mülteci sorununun çözümü için bir yılda beş kez Türkiye’yi ziyaret eden Merkel’in Türkiye’nin mülteci yüküne destek olma konusunda verdiği sözleri tutmaması, Almanya’da her geçen gün Türkiye kökenli insanlara yönelik ırkçı saldırıların artması, Berlin’in PKK’ya karşı mücadelesinde Türkiye’ye destek olmaktan kaçınıp bu örgütün ülkesindeki faaliyetlerine göz yumması ve son olarak FETÖ/PDY terör örgütü mensuplarına da benzer şekilde kucak açan bir politikaya yönelmesi “dost ve müttefik” bir ülkeden beklenen politikalar olarak görülmüyor.
Görüldüğü gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya konusundaki söyleminin sertleşmesi sadece TBMM Başkanvekili Bahçekapılı’ya yapılan saygısızlıktan kaynaklanmıyor. Almanya’nın Türkiye politikaları konusunda Ankara uzun zamandır rahatsız.
[Türkiye, 10 Aralık 2016].