Bugünlerde Almanya, kendisini "Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar" olarak tanımlayan İslam karşıtı PEGİDA hareketinin ve karşıtlarının gösterileriyle meşgul. Halbuki Avrupa Parlamentosu Mayıs 2014 seçim sonuçlarında radikal sağ partiler Fransa ve İngiltere'de birinci parti konumuna gelirken Alman siyasetçiler yabancı düşmanı partilerin yüzde 10'u geçmemesi ile övünmüşlerdi.
Radikal sağ partilerin bütün Avrupa'da oylarını artırması "siyasi bir deprem" etkisi yaratırken onlar kendi ülkelerini "Avrupa'da sağduyunun garantisi" olarak sunmuştu. Dresden'de İslam karşıtı pankartlar ve sloganlar eşliğinde ilk gösterisini 27 Ekim 2014'te yapan PEGİDA, 22 Aralık'taki gösterisinde 17.500 kişiyi toplamayı başardı.
Önde gelen Alman siyasetçilerinin eleştirilerine rağmen "Hıristiyan- Yahudi hâkimiyetindeki Batı kültürünü koruma hakkı"nı savunduğunu söyleyen bu hareket gün geçtikçe tabanını genişletiyor. Almanya'da haftalık Stern dergisinin araştırmasına göre halkın üçte biri PEGİDA'yı destekliyor. Alman merkez sağ (CDU-Hıristiyan Demokratlar Birliği) siyasetçilerin kafası bu destek sebebiyle bir hayli karışık.
İngiltere'deki gibi aşırı sağcı partilere çok fazla zemin kaybetmek istemiyorlar. Bir yandan PEGİDA'nın söylemlerinin merkez siyasete yerleşmemesi için kendilerini bu harekete karşı çıkmak zorunda hissediyorlar. Diğer yandan ise halkın en azından üçte birinin sempati duyduğu bu harekete karşı çok sert açıklamalar yapmaktan da kaçınıyorlar. Çünkü hareketin arkasındaki kitleyi küstürmek istemiyorlar. AfD'nin (Almanya için Alternatif) bir anda yüzde 10'lara yaklaşan bir oy oranına sahip olmasını hatırlıyorlar...
Yani bu hareketin de bir partiye dönüşerek Avrupa Parlamentosu seçimlerinde birinci parti konumuna gelme ihtimalinden çekiniyorlar. Alternatif sol partilerin (Yeşiller ve Die Linke) güçlenmesiyle birlikte oy oranı yüzde 20'lere düşen SPD'nin başına gelenlerin şimdi de CDU'nun başına gelme riski var. AfD'nin ardından PEGİDA'nın da sağ seçmen konusunda CDU ile mücadeleye girme ve başarılı olma ihtimali Hıristiyan Demokratlar'ın son dönemde Alman siyasetindeki dominant pozisyonunu tehlikeye sokuyor.
Mevcut durum iki tarafı keskin bir kılıç: Ya kendilerinden daha sağda bir partinin var olmasına müsaade etmeyecekler ve kendileri sağa kayıp ırkçı ve İslam karşıtı söylemleri sahiplenecekler ya da daha sağda partilere müsaade edecekler ve oy oranlarının erimesini seyredecekler. Alman sağ/merkez siyasetinin yaşadığı bu çelişki aslında tüm Avrupa ölçeğinde bir soruna işaret ediyor. Aristotle Kallis'in SETA'dan yayımlanan The Radical Right in Contemporary Europe (Çağdaş Avrupa'da Radikal Sağ) başlıklı analizinde tartıştığı üzere, radikal sağın argümanları Avrupa merkez siyasetini güçlü şekilde etkilemeye başladı. Radikal sağın "göçmen ve İslam karşıtı ve AB aleyhtarı" fikirleri merkez siyasetin unsurlarına dönüşme sürecinde.
Kimlik ve refah hakkındaki kaygılardan beslenerek tabanını genişleten radikal sağın gücü, Avrupa siyasetindeki "merkez" ile "aşırı" arasındaki ayrımı da bulanıklaştırıyor. Ekonomik krizin faturası göçmenlere yıkılırken, Avrupa'nın "bir arada yaşama ideali ve evrensel değerleri" kendi içinde ciddi bir meydan okuma ile yüz yüze. Müslümanları ötekileştiren bu İslam karşıtı dalga Avrupa'yı yeniden tanımlamaya çalışıyor. Bu yeni tanım "Paylaştığımız Avrupa" değil. İçine kapanan, göçmenlerin enerjisini kaybeden, İslamkarşıtı, güvenlikçi bir Avrupa tahayyülü.
Bu tehlike karşısında Avrupalı siyasetçilere düşen görev net: Irkçı ve İslam karşıtı söylemlerin Avrupa'yı yeni bir felakete sürükleyeceğini etkili şekilde halka anlatmak ve bunun için sağduyulu diğer partilerle ittifak yapmak.
[Sabah, 6 Ocak 2015]