İkinci Dünya Savaşı'ndan beri Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor: Faşizm hayaleti. "Bir daha asla!" sloganında ifadesini bulan tarihi tecrübe gereği Avrupa uzun bir dönem bu hayaletin korkusu ile yaşadı ve ona karşı tebdirler geliştirdi. Bugün ise bu hayalet Avusturya başta olmak üzere bütün Avrupa sathında ete kemiğe bürünerek somut bir tehdit haline gelmek üzere. Avrupa'nın ana akım partilerinin siyasetçileri ve AB ise bu hayalete karşı üç maymunu oynamakta.
Avusturya'da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri bütün Avrupa için bir uyanış çağrısıdır. Seçimlerin ikinci turu sonucunda bu yazının yazıldığı saatlerde basına yansıyan bilgilere göre Yeşiller Partisi tarafından desteklenen bağımsız aday Van Der Bellen'in 31.026 farkla (%50,3) seçimleri kazandığı açıklandı. Buna rağmen aşırı sağ parti FPÖ'nün adayı Hofer %49,7 oy alarak İkinci Dünya Savaşı'ndan beri birçok Batı Avrupa ülkesinde marjinalleştirilen aşırı sağı merkeze taşımış durumdadır. Tahminlere göre yapılacak olan ilk seçimlerde aşırı sağ FPÖ, koalisyon ortağı olarak iktidara gelecektir. Buna rağmen şurası kesindir ki, Avusturya siyasetinde ve Avrupa genelinde göçmen, Müslüman, yabancı karşıtı aşırı sağ hareketlerin yükselişe geçtiği artık yadsınamaz bir olgu olarak önümüzde durmaktadır.
Özellikle 11 Eylül'den sonra Avrupa'da Müslümanlar aşırı sağın yeni "ötekisi" olarak eski öteki olan Yahudilerin yerini almış durumdadırlar. Aşırı sağ uzun dönemdir antisemitizm vurgusundan vazgeçerek Müslüman düşmanlığını merkeze alan İslamofobik bir propaganda yürütmektedir. Londra'dan Atina'ya, Paris'ten Stockholm'e bütün Avrupa ise Müslümanları düşmanlaştıran bu propaganda karşısında üç maymunu oynamaktadır. Aşırı sağı durdurmak için strateji geliştirmek şöyle dursun bu rüzgarın gücünün farkına varan bazı merkez partiler aşırı sağ söylemleri benimsemiş durumdadırlar. Buna rağmen Avusturya örneğinde olduğu gibi korkuları kışkırtma siyasetinde, mülteci ya da İslamiyet düşmanlığında ana akım partilerin aşırı sağ ile yarışması mümkün değildir.
Bugün Avrupa'nın birçok noktasında sokaktaki atmosfer Müslümanlar için dayanılmaz bir hal almış durumda. Örneğin Almanya'da doğmuş, büyümüş ve eğitim almış birçok üçüncü ya da dördüncü kuşak Türk kökenli vatandaşımız, bu karşılaştıkları ayrımcılık ve düşmanlık nedeniyle Türkiye'ye göç etmektedirler. Son beş yıldır Türkiye, Almanya'dan göç alan bir ülke haline gelmiştir. Yani Almanya'ya göç edenden daha fazla sayıda insan Almanya'dan Türkiye'ye göç etmektedir. Sadece Türklerde değil, ayrıca başka milletlerden Müslüman kökenli Avrupa vatandaşları da Türkiye'ye göç etmektedirler.
Daha da korkutucu ve endişe verici olanı bugün Avrupa'daki Müslüman entelektüellerin ciddi ciddi ikinci bir holokostun Avrupa'da gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tartışır hale gelmeleridir. Her ne kadar uzak ve gerçekleşmesi zor bir senaryo olsa da bu meselenin tartışılır hale gelmesi bile Avrupa'da yaşayan Müslümanların psikolojisini ve sosyal hayatta karşılaştıkları düşmanlığın derecesini anlamamız açısından önemlidir.
Faşizm tehlikesi artık Avrupa için uzak olan bir tehdit olmaktan çıkarak somut bir tehdit haline gelmiştir. Her ne kadar faşist hareketler Müslüman düşmanlığını merkeze alsalar da esasen Avrupa'nın çok kültürlülüğünü hedef almaktadırlar. Tarihin bize öğrettiği bir şey varsa o da aşırı sağ ya da faşist hareketlerin, iktidara geldikten sonra toplumdaki bütün muhalif ve farklı kesimleri hedef tahtasına koyduklarıdır. Bundan dolayı aşırı sağın yükselmesi sadece Müslümanların sorunu değildir ve AB'nin akıbetinin belirlenmesinde kilit rol oynayacaktır.
Avrupa'nın birçok noktasında sokaktaki atmosfer Müslümanlar için dayanılmaz bir hal almış durumda. Örneğin Almanya'da doğmuş, büyümüş ve eğitim almış birçok Türk kökenli vatandaşımız, bu karşılaştıkları ayrımcılık ve düşmanlık nedeniyle Türkiye'ye göç etmekte.
[Zaman, 24 Mayıs 2016].