24 Eylül'de Almanya'da genel seçimler yapılacak. Bu seçimlere Türkiye ve Türkler konusu damgasını vurdu desek abartmış olmayız. Zira Merkel ve Schulz arasında yapılan televizyon tartışmasında da görüldüğü üzere Türkiye konusu Almanya'nın bütün ciddi meselelerinden daha fazla tartışılmakta. Bu bağlamda son yapılan kamuoyu yoklamalarına göre ırkçı bir Nazi partisi olan Almanya için Alternatif (AFD)Partisi'nin yüzde 10-12 civarında oy olarak parlamentoya üçüncü parti olarak girebileceğini hatırlatmamız lazım. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ilk defa böyle bir partinin hem de üçüncü parti olarak Almanya gibi geçmişi olan bir ülkenin parlamentosunda temsil edilecek olması özelde Alman siyaseti, geneldeyse Avrupa siyaseti için bir deprem niteliği taşımaktadır.
Aşırı sağ normalleşirken ve aşırı sağ ile ilgili tabular bir bir yıkılırken Alman siyaseti işi gücü bırakmış Türkleri, Müslümanları ve mültecileri tartışmaktadır. Bu durum, aşırı sağın söylemlerinin ve gündeminin ana akım siyasetini şekillendirdiğini göstermektedir. Bu noktada Türkiye ve Türkler'in Almanya seçimlerinde popülist siyasetin bir malzemesi haline gelmesi ve Hrıstiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar, Yeşiller, Sol Parti, Liberal Parti gibi ana akım partilerin Türkiye'ye vurma konusunda birbirleri ile yarışa girmeleri bizleri pek de şaşırtmamalı.
Peki, bütün bu atmosferde Cumhurbaşkanımız'ın Almanya'da yapılacak olan seçimlerle ilgili yapmış olduğu çağrıları nasıl okumalıyız? Erdoğan ilk yaptığı açıklamada Hristiyan Demokratlar, SPD ve Yeşiller Partisi'ni Türkiye düşmanları olarak nitelendirerek, Türk kökenli Almanları bu partilere değil de Türkiye'ye düşmanlık yapmayan partilere oy vermeye çağırmıştı. Pek tabi Erdoğan'ın bu açıklamada Sol Parti, AFD ya da Liberalleri ismen zikretmemiş olması o partilere destek verilmesini istediği anlamına gelmemektedir.
Erdoğan bu açıklamayla Türk kökenli seçmene daha önceki seçimlerde oy verdikleri Sosyal Demokratlar, Yeşiller, Sol parti ve Hristiyan Demokratları tutundukları aşırı Türkiye karşıtı tutum nedeniyle cezalandırmaları çağrısı yapmış oldu. Bu noktada en büyük darbeyi Türk kökenli seçmenin yüzde 67'sinin oyunu alan SPD'nin yiyeceği ayan beyan ortadadır. Yapılan kamuoyu araştırmaları da SPD'nin büyük bir düşüşle yüzde 20'ler civarına düştüğünü göstermektedir. Bu düşüşte pek tabi Martin Schulz'un etkisiz ve renksiz bir kampanya yapmış olması etkili olsa da Türk kökenli seçmenin SPD'yi cezalandırması da etkilidir.
Diğer taraftan Erdoğan bu konuyla ilgili yaptığı ikinci açıklamayla bu seçimlerde Türk kökenli seçmenin oylarını cezalandırmak ve tepki göstermek için atmalarını istediğini açıkça söylemiş oldu. Bu açıklamanın en önemli tarafı ise ”Türkiye dostu olanlarla beraber olun. Küçük partiymiş falan buna da bakmayın, verin. Onlara oyunuzu verin, onları büyütelim ve bu büyüklenenler, Türkiye'ye karşı bu şekilde saldıranlar bu seçimde sandıkta bana göre bir tokat yemeleri lazım" diyerek Türklerin kurmuş olduğu Partiye destek verilmesini istediğini açıkça ihsas etmiş oldu.
Bu noktada şu an için tek alternatif sadece Kuzey-Ren Vestfalya eyaletinde parti listesiyle federal meclis seçimlerine katılacak olan ADD (Alman Demokratlar Birliği) Partisi gözükmektedir. Her ne kadar bu partinin birçok sorunu da olsa bugün artık esas mesele Türklerin Almanya'da ikinci sınıf vatandaş olmayı kabul edip boyun eğmeyeceğini cümle âleme göstermek olmuştur. Uzun vadedeyse Türkleri, Müslümanları ve hatta diğer göçmenleri de kapsayan bir partinin inşa edilmesi Almanya'daki Türklerin hak arama mücadelesi için kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu meseleyi ise bir sonraki yazıda ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.
[Fikriyat, 16 Eylül 2017].