Der Spiegel dergisi, 3 Şubat tarihli sayısında yer alan bir makalede, Almanya’nın eski Kara Harp Okulu Kurmay Başkanı Albay İlhami Polat ve üç meslektaşına sığınma statüsü verdiğini iddia etti. Dergi, bu olayın Türk-Alman ilişkilerindeki yansımalarına dikkat çekerek, haberi “Diplomatik krize neden olan olay” (Diplomatischer Krisenfall) başlığıyla verdi. Zira Ocak ayı itibariyle iki ülke kamuoyunda da, uzun süren gerginlik döneminden sonra, ikili ilişkilerde normalleşmeye gidildiği yönünde bir kanaat oluşmaya başlamıştı.
Ankara’ya 15 Temmuz darbesinden hemen sonra beklediği desteği vermeyen Almanya, ilerleyen süreçte bunun bir adım daha ötesine giderek FETÖ’yü himaye eden bir tavır sergilemeye başlamıştı. Berlin’in FETÖ’ye yönelik bu korumacı tutumu, Alman İç İstihbarat şefi Bruno Kahl’ın 18 Mart 2017 tarihinde Der Spiegel dergisine verdiği röportajda kullandığı ifadelerle resmiyet kazanmıştı. Kahl bu röportajında, FETÖ’yü yalnızca dini ve seküler bir STK olarak gördüklerini açıklamış ve darbenin arkasında bu örgütün olduğunu düşünmediklerini beyan eden ifadeler kullanmıştı. Oysa daha ziyade eğitim alanına yoğunlaşsa da örgütün ticaret, medya ve siyaset dünyasında da yoğun faaliyet gösterdiği herkes tarafından bilinmektedir.
Kahl’ın ifadelerinde resmiyet kazanan ve adeta FETÖ’yü aklayan bu koruyucu tutumun en somut ifadesi, Almanya’nın kendisine sığınan yüksek rütbeli darbecileri Türkiye’ye iade etmeye yanaşmaması oldu. Örgüt mensuplarının sadece darbe sonrasında değil, darbe öncesi süreçte de Almanya’ya sığındıkları biliniyor. Darbeden sonra, hem bu ülkedeki Türk misyonlarında görev yapan üst rütbeli subay ve askerler hem de darbeden sonra buraya kaçan örgüt mensupları Almanya’dan iltica talebinde bulunmuşlardı.
Nitekim Aralık 2017 verilerine göre, 15 Temmuz darbesinden sonra diplomatik pasaport sahibi 260 Türk vatandaşı ve 508 üst düzey kamu görevlisi Almanya‘dan sığınma hakkı talep etmiş. Alman makamları bu başvuruların büyük bir kısmına olumlu cevap vermiş. Ancak geçen haftalarda, darbenin sivil aktörlerinden, “hava kuvvetleri imamı” olarak bilinen Adil Öksüz hakkında, 2017 Aralık ayından beri ikamet soruşturması açıldığı yönünde çıkan haberler, Alman kamuoyunda ikili ilişkilerin iyileşmesine yönelik bir adım olarak gösterilmiş ve “Bir iyi niyet göstergesi” gibi başlıklarla basına yansımıştı.
Darbecilere can simidi Almanya'dan
Darbecilik ve vatana ihanet, Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da suç teşkil ettiği için, bu ülkede bulunan yabancı uyruklu darbe suçlularının ülkelerine iade edilmesi yasal bir zorunluluk. Yalnız belli şartlarda iade talebinin reddi söz konusu olabiliyor. Ancak bu durumda da bu kişilerin Alman mahkemeleri tarafından yargılanmaları gerekiyor. Fakat Almanya darbe sanıklarının Türkiye’ye iadelerini reddettiği gibi, kendi ülkesinde yargılamaya da yanaşmıyor. Almanya’nın darbeci askerlerin iadesi hususunda gösterdiği isteksiz tavrın nedenleri açıklanırken özellikle iki argümanın ön plana çıkarıldığı görülüyor. Bunlardan birincisi, daha ziyade ilk dönemde dillendirilen, darbenin FETÖ tarafından gerçekleştirildiğine dair yeterli kanıt bulunmadığı iddiasıdır. Ancak Türkiye tarafından, darbe soruşturmaları ve mahkeme kararları ışığında, itiraz edilemeyecek netlikte deliller ortaya konmaya başlandıkça, Alman tarafının bu kez de Türkiye’de hukukun bağımsız olmadığı iddiaları ile bu delilleri hükümsüz hale getirmeye çalıştığı görülüyor.Almanya kendi kamuoyuna kulak vermeli
FETÖ’nün darbe girişiminde oynadığı etkin rolü kabule yanaşmayan Almanya’nın önemli bir noktayı göz ardı ettiği anlaşılıyor. O da darbenin arkasında FETÖ olduğuna dair, Türkiye’de oldukça geniş bir kesimi içine alan siyasi ve toplumsal bir mutabakat olduğu gerçeğidir. Almanya, darbenin FETÖ tarafından gerçekleştirildiği gerçeğini kabule yanaşmayan tavrıyla, aslında yalnızca Türk devletini ve iktidarı değil, Türk kamuoyunu ve toplumunu da karşısına aldığının farkında değilmiş gibi görünüyor. Nitekim Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesinde Eylül 2017 tarihinde yayımlanan “Wo Erdoğan richtig liegt” (Erdoğan’ın haklı olduğu noktalar) başlıklı makalede, 15 Temmuz darbesine katıldığı delillerle sabit olan darbecilerin Almanya’da saklandıklarının ortaya çıkması durumunda, Berlin’in nasıl olup da vatan haini ve ağır suç işlemiş bu kişilerin rahatlıkla topraklarında barınmalarına izin verdiğini açıklayamayacağına dikkat çekilmişti. Benzer şekilde Alman hükümetine ve parlamentosuna danışmanlık yapan düşünce kuruluşu SWP’nin (Stiftung für Wissenschaft und Sicherheit) tecrübeli Türkiye uzmanı Günter Seufert de geçen haftalarda Konrad Adenauer Vakfı’na verdiği bir röportajda, Alman devletinin FETÖ’ye yönelik takındığı bu müsamahakâr ve koruyucu tutumun yanlışlığına ve ikili ilişkilere getireceği maliyete şu ifadelerle dikkat çekmişti: “Almanya’da Gülen hareketine karşı takınılan tutumun Türkiye ile ilişkileri etkileyen en önemli etken olduğunu bilincinde olmak gerekir. Ve Almanya’nın bu meselede halihazırda takındığı tutumu (muhalefet ve Kürtler de dahil) Türkiye’de kimseye anlatmak mümkün değil. Benim fikrime göre, FETÖ konusunda daha mesafeli bir tavır takınılmalı. Bu şu demek: Türkiye’nin bu meseledeki tezlerini dinleme hususunda daha istekli olunmalıdır.”Almanya Afganistan hukukuna güveniyor
Almanya’nın, FETÖ’nün darbeye karışmış isimlerinin suçları sabit olsa bile, Türkiye’de kötü muameleye maruz kalacakları ve insan haklarının ihlal edileceği gerekçesiyle bu kişilerin iadesini asla gerçekleştirmeyeceği tezi, Alman kamuoyunda sıklıkla dile getiriliyor. Ancak aynı Almanya’nın, kendi kamuoyunda yükselen sert eleştirileri bile göz ardı ederek, ülkesine sığınan Afgan mültecileri (insan hakları bir yana, can güvenliğinin dahi olmadığı ve sokaklarında her gün bombaların patladığı) Afganistan’a göndermekte bir beis görmemesi, Türkiye’nin iadesini istediği darbecilere yönelik tavrının siyasi bir karar olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu da Türk tarafının, Almanya’nın FETÖ meselesinde, PKK konusunda takındığı tavra benzer bir tutum alabileceği ve bu örgütü Türkiye’yi baskı altına almak için kullanacağı yönündeki endişelerini artırıyor. Bir yandan darbenin sivil “imamı” Öksüz hakkında göstermelik bir arama başlatılırken, diğer yandan Der Spiegel’in haberinin de ortaya konulduğu gibi, üst rütbeli subay ve askerlere sığınma hakkı verilmeye devam edilmesi, esasında Almanya’nın FETÖ meselesinde sergilediği çelişkili siyasete işaret ediyor.Alman polisi darbecileri sadece korumuyor, akıl da veriyor
Der Spiegel’in yazısına konu olan ve Almanya’nın mülteci statüsü verdiği eski Kara Harp Okulu Kurmay Başkanı İlhami Polat’ın dergide yer alan ifadelerinden, darbeci askerlerin, yerleştirildikleri mülteci merkezlerinin önüne polis arabaları konuşlandırılmak suretiyle, Alman polisi tarafından özel olarak korundukları anlaşılmaktadır. Nitekim darbeci Albay “Alman Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV) ve Alman polisi bize, Almanya’da güvende olduğumuza dair güvence verdi. Erdoğan’dan beni koruyan Almanya’ya minnettarım” sözleriyle bu korumacı tavrın devam ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Polisin bu kişileri korumakla kalmadığı, aynı zamanda darbeyle ilişkilerine dair basına beyanat vermemeleri ve diğer Türklerle iletişime geçmemeleri hususunda yönlendirdiği de görülüyor. Hakkında, eşi dahil pek çok şahidin, darbe girişimini Gülen’in talimatıyla gerçekleştirdiği yönünde mahkeme ifadeleri bulunan İlhami Polat, Der Spiegel muhabirinin darbeye karıştığı iddialarına yönelik sorusuna, “Alman polisi bu konularda konuşmamam gerektiğini söyledi” diyerek cevap vermekten kaçınıyor. Almanya’nın, terör örgütlerine karşı mücadelede işbirliği yürüten ülkeler arasındaki karşılıklı istihbarat paylaşımı ilkesini ihlal ederek, Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü FETÖ mensuplarıyla ilgili Ankara’yla işbirliğine yanaşmazken, bir yandan da Türkiye’den, Avrupa’ya geçen DEAŞ ve diğer terör örgütü mensuplarıyla ilgili işbirliği talep etmesi ilginçtir.Hâlâ bir Alman devleti aklı kaldıysa acilen başa toplanmalı
Demokratik yollarla seçilmiş bir hükümeti darbe yoluyla devirmeye çalışan bir örgütle işbirliği yapıyor görüntüsü, Almanya’nın Türkiye kamuoyu nezdindeki imajını zedeliyor ve iki ülke arasında hem devletler hem de kamuoyu nezdinde ciddi bir güven sorunu doğuruyor. Berlin FETÖ konusunda, daha evvel PKK meselesinde düştüğü hatayı tekrar etmemeli. Bu ülkede yıllar içinde oluşturdukları ağlar ve kurdukları STK’lar ile ileride kendi ayağına bağ olabilecek bu yapılanmanın Almanya’daki varlığına daha fazla tahammül göstermemelidir. Örgütün şeffaf olmayan ve uzmanlarca mafya örgütlenmesine benzetilen yapısı iyi incelenmeli, yeni tip bir terör örgütü olan FETÖ’yü anlamada ve onunla mücadelede konvansiyonel bir terör örgütü için kullanıla gelen tanım ve yöntemlerin yetersiz kalacağı bilinmelidir. “Takiyye” stratejisinin sağladığı avantajla içeride anti-demokrat, otoriter, tek tip ve dini referanslı, dışarıda ise Alman toplumunun beklentilerine uygun şekilde demokrat, seküler, barışçıl ve diyaloğa açık bir profil çizen bu örgütün, gerçek yüzünü ancak yeterli güç elde edince gün yüzüne çıkardığı, Türkiye örneğinde açıkça görülmüştür. Almanya örgütün Türkiye’de geçirdiği gelişim evrelerini ve darbeye giden süreci en az Ankara kadar iyi analiz etmeli ve bu noktada hem kendi kamuoyunda hem de Türkiye tarafında dillendirilen uyarılara kulak vermelidir. Tam da bu noktada Türkiye’nin, özellikle örgütün darbeye giden süreçte gösterdiği değişimi ve Türkiye’nin örgüte yönelik tutum değişikliğine dair gerekçelerini, Alman kamuoyuna daha geniş ölçüde aktarması yerinde olacaktır.Alman kamuoyunun FETÖ yapılanmasıyla ilgili olarak ciddi bir dezenformasyonla karşı karşıya olduğu açıktır. Örgüte dair kamuoyunu bilgilendiren birincil kaynaklar, büyük ölçüde hâlâ FETÖ’nün kendi mensuplarının verdiği bilgilerden ibarettir. Darbeci FETÖ mensupları, darbecilik ve cinayet gibi ağır suçlar işleyip ülkelerinden kaçmış olmalarına rağmen, Alman kamuoyuna sanki haksızlığa ve baskıya uğramış da Türkiye’den kaçmış gibi lanse edilmektedirler. Berlin, FETÖ mensubu darbecilere karşı şu ana kadar takındığı himayeci tutum ile adeta failin ve mağdurların yerlerini değiştirmekte ve yüzlerce kişinin ölümüne ve binlerce kişinin yaralanmasına neden olan darbecileri mağdur pozisyonuna sokarak aklamaya çalışmaktadır. Almanya, kendisini demokratik bir ülke olma iddiasından hızla uzaklaştıran ve başka ülkelerdeki darbeleri destekleyen veya darbeci operasyonlara katkı sunan ülke pozisyonuna sokan bu yanlış tutumdan bir an evvel vazgeçmelidir. Zira Berlin’in böylesi bir pozisyonu ne kendi kamuoyuna ne de Türk devleti ve kamuoyuna karşı savunabilmesi mümkün değildir.
Son olarak Almanya, Ocak ayı itibariyle bakanlık seviyesinde yeniden başlatılan görüşmelerle gelişen yeni yakınlaşma sürecini riske atmamalıdır. Terör örgütleriyle mücadelede istihbarat ve bilgi paylaşımıyla oluşturulacak işbirliğinin, her iki ülkenin güvenliği açısından kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır.
[AA, 12 Şubat 2018].