Döne döne vurguladığımız bir husus var. Türkiye büyük bir mücadelenin, çetin bir kavganın içinde. Bu, bir yanıyla bir büyüme mücadelesi. Bir kalkınma çabası. Diğer yanıyla ise bir istiklal mücadelesi. Varolma, ayakta kalma savaşı. Türkiye'nin istiklal savaşı da kalkınma mücadelesi de yeni değil. Bu mücadele, Batı sömürü düzeninin egemen olduğu 19. yüzyıldan bu yana sürüyor. Türkiye bu mücadele nedeniyle sömürgeleşmekten kurtuldu. Ancak uzun yıllar dış politikasını ve ekonomik düzenini bağımlılıktan kurtaramadı. Türkiye senelerce bu bağımlılık ilişkisini kutsayan bir zümre tarafından yönetildi. Kendi imtiyazlarını korumak adına milletin potansiyelini esaret altında tutan dar bir zümre... Devlet, ne yazık ki milletin karşısında konumlandı. Toplum, tarihinden, dilinden, kültüründen koparılmaya çalışıldı. Siyaset, vesayet altında tutuldu.
***
Bugün, Türkiye ilk defa Batı sömürü düzeninin çerçevesini çizdiği sınırların dışına çıkmış durumda. Bir anlamda, Türkiye ilk kez 200 yıldır devam eden o bağımlılık ilişkisinden kurtulmuş vaziyette. Devlet, milletle barıştı, toplumun tarihiyle, kültürüyle ilişkisi normalleşti. Türkiye, 2000 sonrasında kendi ad ve hesabına hareket etmeye, kendi çıkarlarını esas alan bir perspektifle güzergâhını tayin etmeye başladı. Böyle olduğu için de, Türkiye'nin yaşadığı istiklal ve büyüme mücadelesi, ilk kez bu denli görünür bir hal aldı. Türkiye büyüdükçe, kalkındıkça, özgürleştikçe çevresine etki etmeye başladı. Bu da sömürgecilerin Türkiye'nin önünü almaya dönük gayretlerine hız verdi. Sömürgeciler hedef tahtasına, Türkiye'yi bu yeni düzleme taşıyan siyasi lideri oturttular. R. Tayyip Erdoğan'ın tasfiyesi, Türkiye'yi yeniden dizayn etmenin, yeni bağımlılık ilişkilerine icbar etmenin olmazsa olmaz şartı olarak görüldü. Bu anlamda Erdoğan'ı devre dışı bırakma planı nihai hedef değildi. Türkiye'yi yeni bir yöne sevk etme planının başlangıç noktası idi. Bu çerçevede sokak kalkışmaları, darbe girişimleri, en adi komplolar, terör saldırıları devreye sokuldu. Suriye iç savaşı bile Türkiye'yi kuşatma aracına dönüştürüldü.
***
Şu ana kadar bu çabaların hiçbirinde başarılı olunamadı. Erdoğan'ın siyasal liderliği ve toplumun ona verdiği güçlü destek, Türkiye'nin istiklal ve büyüme mücadelesini sürdürmesine imkân tanıdı. Fakat hep diyoruz ya, su uyur düşman uyumaz diye. Şimdilerde sömürgeciler ve onların Türkiye bayileri yeni bir gayret içindeler. Yeni bir strateji ile sahne almak üzereler. Hepsinin dilinde bir "bahar edebiyatı" var. Bununla kasıtları, PKK vb. terör örgütlerinin gerçekleştirmesi muhtemel kanlı eylemler. Bu eylemlerin hem toplumsal infial, hem de ekonomik kriz yaratacağını umuyorlar. Ve sık sık, darbe güzellemeleri yapıyorlar. Orduyu yeniden bir "muhalefet partisi" gibi resmetmeye başladılar. Toplumu, "Erdoğan'a teslim olanlar" ve "teslim olmayanlar" diye ikiye ayırıyorlar. 7 Haziran'dan sonra başaramadıklarını şimdi başarmanın derdindeler. Kendilerince "teslim olmayanlar"ı motive etmeye çalışıyorlar. Formülleri de basit: MHP'yi Bahçeli'den, CHP'yi ulusalcı ve Atatürkçülerden arındır. HDP'nin devre dışı bırakılmasına engel ol. "Endişeli AKP"lileri yanına çek! Ve tabii her daim olduğu gibi sömürgecilerin sözünden çıkma. Hadi bakalım, elinizden geleni ardınıza koymayın. Bakalım bu milletin istiklalini ve ülkenin büyümesini engellemeye gücünüz yetecek mi?
[Sabah, 10 Mart 2016].