Ülkelerin ekonomik büyümeleri için üretim sürecindeki en önemli girdilerden olan enerji, 2000'li yılların gözde konusu haline geldi. Enerji zengini ve yoksunu olan ülkeler arasında siyasi ve ekonomik güç aracına dönüşen enerjide, ülkeler yeni yollar bulmaya çalışıyor.
Üretim ve tüketimde kullanılan enerjide kendi ulusal kaynaklarını kullanmak istemek, bir anlamda ekonomik bağımsızlığa kavuşmak anlamına geliyor. Bu durum, Türkiye gibi gelişmekte olan ülke ekonomileri için ise bir zorunluluk. Çünkü petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarından yoksun olmak, ekonomik aktivitede kullanılan enerjinin dışarıdan alınması demek. Aynı zamanda büyümeye devam edilmesi, enerji ithalatını artırıyor.
İşte tam da burada ortaya çıkan bu ikilemin ortadan kaldırılması için nükleer enerji seçeneği önemli bir fırsat sunuyor Türkiye ekonomisine.
NÜKLEER ENERJİDE GEÇ KALDIK
Türkiye'de nükleer enerjinin geçmişi 1950'lere kadar dayanmaktadır. Ancak geçen 60 yıllık zamanda halen daha Türkiye'de bir nükleer enerji santralinin kurulmamış olması ülke ekonomisi için kayıp konulardan birisidir.
Nükleer enerji meselesinin hala daha ideolojik saplantıların yönlendirmesiyle yorumlanması, bu yorumlarda da çevre hassasiyetinin bahane edilmesi, Türkiye'nin kaybettiği zamanı daha da arttırmaktadır.
1956 yılında nükleer enerji çalışmalarına Türkiye ile birlikte başlayan Güney Kore, nükleer teknolojiyi 20 yıl içerisinde geliştirirken Türkiye'de, ancak 15 Nisan 2015'de Akkuyu Nükleer Santrali'nin temeli atılabildi. Geçen yaklaşık 40 yılda sürekli olarak nükleer enerji santrali kurulmasına karşı çıkarılan engeller, bugün Türkiye ekonomisinin en büyük sorunlarından biri olan yüksek enerji ithalatına zemin hazırlamıştır.
Devamlı olarak enerji ithalatından dolayı ödenen faturanın fazlalılığından ve dolayısıyla cari açıktan şikâyet edenlerin, aynı zamanda nükleer enerji santraline karşı çıkmaları da ülke faydasına değil ideolojik saplantılarına göre hareket ettiklerini gösteriyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre, eğer Türkiye bugün itibariyle bir nükleer enerji santraline, yani sadece Akkuyu Nükleer Santrali'ne sahip olmuş olsaydı, elektrik tüketimin yüzde 17'si bu santralden karşılanacaktı. Böylelikle yıllık 16 milyar metreküp doğalgaz ithal edilmeyecek ve sonuçta yıllık yaklaşık 7 milyar dolar ödenmeyecekti.
Bunun yanı sıra, nükleer enerjinin sağlayacağı enerji miktarı, enerji üretiminde kullanılan hammaddenin azlığından dolayı maliyetin düşük olması, nükleer santrallerin diğer santrallere göre daha az yer kaplaması, enerjinin 10 yıl depolanabilmesi, çevre dostu olması gibi avantajları hiç konuşulmazken, “Türkiye bu işi başaramaz, mutlaka bir sorun çıkar” gibi eski Türkiye jargonuyla engelleme girişimleri son sürat devam etmektedir.
ÜLKELER NÜKLEER ENERJİNİN GÜCÜNÜN FARKINDA
Dünya elektrik üretimindeki payı devamlı olarak artan nükleer enerjide, şu an dünyada 31 ülkede 437 nükleer reaktör işletilmektedir.
104 nükleer reaktöre sahip olan ABD'nin lider olduğu nükleer enerji santrali sıralamasında, Fransa, Japonya, Kanada, Almanya ve İngiltere ön sıralarda yer alıyor. Nükleer enerjiden elektrik üretiminde yüzde 74 ile dünyada birinci sırada Fransa var.
Devam eden nükleer santral inşasında ise, ekonomik güç olarak her geçen gün güçlenen Çin, Rusya ve Hindistan liderliği elinde bulunduruyor. Çin mevcut 16 nükleer reaktör sayısına 28 reaktör daha eklemeyi planlamaktadır.
Gelişmiş ülkeler ve ekonomilerini büyütmek isteyen ülkeler nükleer santralde büyük adımlar atarken, nükleer santrali olmayan, Akkuyu Nükleer Santrali'nin temelini henüz 1 ay önce atmış olan Türkiye ise, nükleer santralin durdurulması için uğraşan yargı, sivil toplum ve siyasette odaklanmış vesayet güçleriyle savaşıyor.
Ayrıca, 2023'te dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi olmayı hedefleyen Türkiye'de iktidara talip olanlar, seçim bildirgelerinde Akkuyu Nükleer Santrali'nin kapatılacağını vaat ediyor. Diğer ülkelerin nükleer enerjide aldıkları yol göz ardı edilerek, nükleer enerjinin Türkiye ekonomisi için zorunluluk olduğu gerçeği görmezden gelinerek çevre hassasiyetinin kullanıldığı bir söylemle ülke ekonomisi üzerindeki enerji baskısını devam ettirmek istiyorlar.
Diğer yandan Yeni Türkiye'de 2023 ekonomisini kurmayı hedefleyen aktörler, kendisine çizilen sınırlara göre değil, hedefleri doğrultusunda hareket etmeyi ve enerji sorununu çözmek için çalışmayı tercih etmektedirler.
[Yeni Şafak, 21 Mayıs 2015]