AK Parti döneminde felaketler 25 Şubat 2003’te başladı. TSK elindeki oyuncak ‘balyozlu’ darbeyle, Kemalist medya Amerikan işgalinin Türkiye’den Bağdat’a kaç saatte ulaşacağıyla, ulusalcı Cumhurbaşkanı sessizlik orucuyla, bugünlerin yeminli Erdoğan düşmanı eski solcuları işgale destek olmamanın nasıl bir felaket getireceği ile meşgulken; vesayet rejiminin, liderini meclis dışında bıraktığı, çiçeği burnunda AK Parti iktidarı, inişli çıkışlı bir politika ile de olsa, Irak cenazesini kaldırdı.
Oysa işgale ortak olsaydık, ne Türkiye’nin ‘ekseni kayacaktı’ ne de 18 Şubat 2006’da Kemalist medyanın İsrail’in kullandığı saldırgan dili aratmayan şekilde hücum ettiği Hamas ülkemizi ziyaret edecekti. Irak’ta Amerika ile beraber tehditleri bertaraf ederken, bizim “Hamas’ımız, PKK”ya büyük bir darbe vurmuş olacaktık. Bu şekilde Batı kampındaki ‘asli tercihimize’ halel gelmezken, ‘itidalli’ politikalarımız sayesinde 27 Aralık 2008’de İsrail’in ‘yaşam hakkını savunmak’ için saldırdığı Gazze krizinde de yara almamış olacaktık. Bir ay sonra, 29 Ocak 2009’da, Ortadoğu’da ‘bir barış mimarı’ olan Peres’le, Erdoğan karşı karşıya gelmeyecekti. ‘Arapların kendi aralarındaki bir sorunda taraf olmanın’ maliyetini ilerleyen yıllarda ödemeyecektik.
31 Mayıs 2010’da ise ilişkilerimizi bozduğumuz İsrail’in Mavi Marmara’ya saldırması engellenmiş olacaktı. Zaten en baştan İsrail ambargosunu delmek için yola çıkan gemiye ‘izin istenseydi’, İsrail’le kan davalı duruma düşmezdik. Asıl iki hafta öncesinde, 17 Mayıs 2010’da, Amerika’nın İran ambargosuna bahane yaptığı nükleer silahsızlanma için BMGK üyesi Brezilya ile, İran’ın devrimden bu yana ilk kez uluslararası bir anlaşmayı imzalamasını sağlamayacaktık. İran’ın ambargodan, bölgenin nükleer silahlardan kurtulmasının bize ne faydası olabilirdi ki?
Aynı yıl, 18 Aralık’ta Tunus’ta başlayan Yasemin Devrimi’ne destek vererek, bir de Akdeniz’de Avrupa’nın hesaplarına karıştık. Kuzey Afrika ile ne işimiz vardı Allah aşkına! Bir ay sonrasında, 25 Ocak 2011’de Mısır’da başlayan devrimin arkasında durarak hem İsrail’i hem de Körfez’i tedirgin ettik. En azından Mısır’da sessiz kalsaydık, Körfez’le yıllardır ‘verimli bir düzeyde’ olan ilişkilerimiz devam ederdi. İki hafta sonra, 15 Şubat’ta Libya’da başlayan isyana uzak dursaydık, hem yatırımlarımızı korurduk hem de Libya’ya doğrudan müdahil olan Fransa ile istişareler yaparak, İngiltere’nin desteğini alarak, Libya’daki pozisyonumuzu riske atmamış olurduk. Bunlar hep Batı’yı ve değerlerini sindiremediğimizden işte.
Libya’dan sadece bir ay sonra, Suriye’de başlayan isyanın bizi etkilemesine müsaade etmemeliydik. Sadece 900 km civarında olan sınırlarımızı güvence altına alarak, oluşacak muhtemel Ruanda manzaraları için BM’yi göreve davet etmeliydik. Bunların hiçbirisini yapmadık. Oysa yapmamız gereken tek şey bir şey yapmamaktı. Üstelik ‘bir şey yapmamanın’ jeopolitik bilgisine fazlasıyla sahiptik. Yıllardır kurduğumuz düzenin kendisinden biraz ders alınsaydı, bu sıkıntılardan uzak dururduk. Ama olmadı. İçeride Kemalist vesayet rejiminin bütün ayarlarını bozduk. Sonuçta kutuplaşmış bir ülkemiz oldu. Daha mı iyi oldu? Nasıl bir ülke haline geldik? Bir asır önce kapatmamış mıydık bu konuları. Arap’la ne işimiz olurdu? Asli tercihimizi yapmıştık. En azından bu tercihi yapanlar AB standartlarında, geriye kalanlar da yıllık 2000 dolarla idare ediyordu. Ama mutluyduk!
Nereden çıktı şimdi bütün bunlar? Bütün dünya üç maymunu oynarken, İsrail’e ayna tutmaktan vazgeçmeyen bir başbakan var. Pes etsin diye küresel dezenformasyon ve karakter suikastlarına rağmen hala direnen bir dışişleri bakanı var. Yetmiyormuş gibi Kemalistlerimizin cumhurbaşkanı adayı Arap aksanıyla konuşan bir Türk. Diğer aday düne kadar yok saydığımız Kürt aksanıyla konuşan bir ‘bölücü’. Neredeyiz biz? Birileri haddimizi bildirse diye bekler olduk, bir ümit. Ama etrafta kimsede had bildirecek mecal de görünmüyor. Pennsylvania yapar diye umutlandık. O da boş çıktı. Ne olurdu, özür dileteceğimize, bölgemizdeki ‘iki demokrasiden biri’ olan İsrail’le beraber mutlu huzurlu bir şekilde yaşasaydık. Bakın İsrail’in bir şeye karıştığı mı var? Allah muhafaza, yarın bir de sağdan soldan iltihak talepleri gelirse, ne yaparız? Hasılı kelam, Sderot tepelerinde Gazze katliamını seyreden güruhun arasına karışmadık bir türlü. Oysa, çok eski değil, daha 1990’larda, nasıl da umutlanmış ve mesafe de almıştık. Bir şey yapmamayı beceremedik!