AK Partili bazı belediye başkanlarının istifası ile ilgili tartışmalar biraz daha uzayacak gibi. İstifalara yönelik itirazların özünü, seçilmiş bir belediye başkanının görevinin sonlandırılmasına kendi partisinin karar organlarının karar verip veremeyeceği meselesi oluşturuyor.
Yasal olarak bir belediye başkanının “görevden alınması” ya da “uzaklaştırılması” anayasa ve ilgili kanunlarda düzenlenmiş. Ancak partisinin isteği üzerinden “istifa” ile sonuçlanan görevden ayrılmaların mahiyeti farklı.
Son dönemde yaşanan istifalar “hukuki bir kuralın işletilmesi” sonucunda gerçekleşmiyor. Daha çok “siyasi mekanizmalar”la süreçler işletiliyor. Yani belediye başkanı, kendi partisinin ilgili “karar organlarının tavsiyesi” ve “karşılıklı istişare”nin sonucunda kendi istifasını sunuyor. En azından son dönemde istifa eden belediye başkanları şimdiye kadar aksi bir iddiada bulunmadılar.
Aslında tartışma da tam olarak burada başlıyor.
Bir belediye başkanı kendi isteğiyle istifa yoluyla görevden ayrılabilir. Bunun siyaseten fazla tartışılacak bir tarafı yoktur.
Fakat seçildiği partinin “tavsiyesi” ya da “istemesi” ile “kendi istifası”nı vermesi durumunda meseleye nasıl yaklaşılmalıdır?
Böyle bir durum ve onu seçen seçmenler göz önünde bulundurulduğunda, belediye başkanının görev süresinin sonuna gelmeden görevden ayrılması “demokratik” açıdan bir “meşruiyet sorunu” ortaya çıkarmakta mıdır?
Burada üzerinde durulması gereken husus, bir göreve halk tarafından seçilen kişinin görev süresi dolmadan ve/veya halkın yeni bir kararı olmadan, kendi partisinin isteği ile görevden ayrılmasıdır.
Bir belediye başkanının kendi partisinin istemesi ve de kendi isteği ile istifa ederek görevden ayrılması, her ne kadar bugünkü yaşananlardan mahiyet olarak farklı olsa da başka bazı alanlarda karşımıza çıkıyor.
Genel seçimler için milletvekili adayı olan ve kazanan bir belediye başkanı seçilmesinin ardından belediye başkanlığından istifa etmek zorunda. Tam tersi de geçerli.
Burada olan şu: Seçilerek bir göreve gelen kişiyi kendi partisi başka bir hizmette daha faydalı olacağını düşündüğü için görev süresi dolmadan aday gösteriyor. Yeni görev için seçilen kişi de önceki seçildiği görevinden istifa ediyor. Yani bu işlemlerde seçmenin doğrudan bir dahli olmuyor.
Hatta “A” partisi için seçilen milletvekilinin istifa ederek “B” partisine geçmesi durumunda seçen-seçilen arasındaki ilişki daha sorunlu hâle geliyor. Çünkü Türkiye’de parti ve lider için verilen oylar, adaylara verilenin çok üzerindedir.
Şimdi tekrar istifaya davet edilen belediye başkanları açısından meseleye bakalım. Kendi partisi bir sonraki seçimlerin başarısı açısından seçilmiş kişiyi istifaya davet ediyor. Belki istifa eden kişiyi parti, başka görevlerde de düşünebilir. Ama belediye başkanlarının istifaya davet edilmesinde, milletvekilliği için istifaya benzer şekilde parti yararı önceleniyor.
Yani her iki durumda da “siyasi mülahazalar” ağır basıyor.
Buradan çıkan sonuç şu: Hukuk mekanizmalarında, seçilmiş bir kişiyi seçilmesinin ardından kendi partisinin istifaya davet etmesi ile ilgili yasal bir boşluk var. Daha doğrusu Batı'daki bazı ülkelerde seçilen kişinin halk tarafından görevden alınmasını içeren ve “geri çağırma” mekanizması olarak adlandırılan sürece benzer bir durum Türkiye hukuk sisteminde yok.
Bu açıdan bakıldığında meselenin meşruluğu ile ilgili tartışmaya yine seçmen bağlamında bakmak gerekecek. Eğer seçmen bu durumu meşru olarak görmez ise bir dahaki seçimlerde ilgili partiyi oy vermeyerek cezalandıracaktır. Ancak meşruluk açısından bir sorun görmez ve yapılan işlemin doğru olduğuna karar verirse de zaten yine bunu oy verme davranışı ile gösterecektir.
Fakat her hâlükârda, bu alandaki yasal boşluktan kaynaklanan tartışmalar süreceği için, gelecekte bu konuyla ilgili bir düzenlemeye ihtiyaç duyulacaktır.
[Türkiye Gazetesi, 21 Ekim 2017].