21 yıllık iktidarı döneminde rakipleri karşısında 15 kez kazanmayı başaran AK Parti ve Erdoğan 14 Mayıs seçimlerinde tarihi bir sınavla karşı karşıya. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 14 Mayıs seçimlerini de kazanması halinde rakipleri karşısında Türkiye siyasi tarihinde eşine az rastlanır bir zafer elde etmiş olacak ve "siyaseten yenilmezliğini" ispatlayacak. Kazanmasının başka bir anlamı da var. Bütün sorunlara ve aksaklıklara rağmen AK Parti'nin siyasal paradigması ve politikaları toplum tarafından yeniden onaylanmış olacak. Toplumun muhtemelen büyük oranlarla onay verdiği ve seçmen davranışı açısından da önemsenen en önemli politik alanlardan biri ise dış politika.
Dış politikada 21 yılın muhasebesi yapıldığında başlangıçla bugün arasında muazzam farklar olduğu hemen görülebilir. İktidara geldiğinde AK Parti dış politikada devrimsel adımlar attı. Önce dış politikanın Kemalist ideolojik merkezinde demokratik bir dönüşümün fitilini ateşledi ve geleneksel dış politika paradigmasının dönüşmesini sağladı. Sonrasında ise dış politikada kurumsal bir yeniden yapılanmaya imza atarak küresel bir diplomasi mimarisi inşa etti. Yani bir taraftan mekansal düzeyde dış politika ağını genişletirken, kendi sorunlarına hapsolmuş bir dış politikadan küresel meselelerle ilgilenen ve çözüm üreten bir dış politika dinamizmi ortaya çıkardı.
Öte yandan dış politikanın demokratikleştirilmesi de AK Parti döneminde gerçekleşti. Bu anlamda dış politikada kendi pozisyonunu dayatan ve özerk bir konum elde eden orduyu reforme etti, dışişleri bakanlığının kapasitesini iki katına çıkardı, dış politikaya paydaş yeni kurumlar inşa etti ve entegre bir dış politika mimarisinin ve karar alma sürecinin hayata geçirilmesini sağladı. Dış politikanın sadece devletler arasında yürütülen bir diplomasi faaliyeti değil, bir insan ve toplumsal etkileşim alanı olduğundan hareketle insan ve toplum unsurlarını öne çıkardı. 2018'e kadar parlamenter sistem mimarisi içinde dış politikadaki kurumsallaşmayı tamamladıktan sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçerek dış politikayı "başkanlık tipi" bir yapıya büründürdü. Bu yeni yapı dış politikayı Cumhurbaşkanı'nın uhdesinde toplasa da 2016 sonrası ulusal ve bölgesel düzeylerde yaşanan türbülanslı dönemde Türkiye'nin birincil çıkarlarını koruma noktasında çok fazla işe yaradı.
Nihayetinde AK Parti döneminde dış politika tek başına diplomasiden oluşan müstakil bir faaliyet değil; güvenlik, savunma, enerji, ulaştırma, teknoloji ve turizm gibi konuların da içine dahil edildiği bütüncül bir alan olarak görüldü. Bu yaklaşım Türkiye'yi sistem içinde özgül ağırlığı artan bir aktöre dönüştürerek Türkiye'nin özerk politikalar üretebilme kapasite ve kabiliyetini arttırdı. Elbette her şeyin mükemmel olduğunu ve Türkiye'nin dış politikada sorunsuz bir ülkeye dönüştüğünü söylemek mümkün değil. Tam tersine sorunlar ve meydan okumalar çoğaldı. Ancak şunun da altının çizilmesi gerekir ki Türkiye'nin bu meydan okumalar karşısında direnci arttı ve dış politika hayati bir alana dönüştü. Bu nedenle dış politika artık sadece bir diplomatik faaliyet alanı değil Türkiye'nin uluslararası sistemde bütüncül bir şekilde konumlandırılmasının gerekli olduğu çok boyutlu bir etkileşim alanına dönüştü. Daha açık bir ifadeyle belirtmek gerekirse dış politika; toplumu, güvenliği, enerjiyi, ulaştırmayı, teknolojiyi, savunmayı, iklim değişimini, ulus aşırı sorunları, küresel düzenin yeniden yapılandırılmasını da kapsayan stratejik bir alana dönüştü.
14 Mayıs seçimlerine yönelik AK Parti seçim beyannamesi de bu açıdan dış politikayı hayati derecede önemli görüyor ve Türkiye Ekseni hedefi ile bütüncül bir yaklaşımla dış politikayı yenileyerek iddialı bir özerklik hedefi ortaya koyuyor.
Türkiye Ekseni, dış politikada yaşanan dönüşümü tamamlayıcı adımlarla pekiştirerek Türkiye'yi güçlendirilmiş bir stratejik özerkliğe kavuşturmak olarak tanımlanabilir. Bu hedef aynı zamanda, mevcut özerklik siyasetinin bütüncül bir stratejik planlamayla tahkim edilerek Türkiye'nin daha iddialı bir jeopolitik kimlikle uluslararası sistemde yaşanan dönüşüme intibak etmesini sağlayabileceği bir hedef ortaya koyuyor. Söz konusu intibak süreci tek taraflı ve korumacı edilgen bir süreç değil; hem kendini dönüştüren hem de sistemsel dönüşüme katkı sunan aktif bir küresel aktör olarak Türkiye'yi yeniden konumlandırıyor.
Bütüncül Strateji
Beyannamede bütüncül strateji dikkat çeken bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Söz konusu stratejin üç unsuru olduğunu söyleyebiliriz. Birinci unsur stratejinin tanımlanması, yani bütünselliği ile ilgili. Buna göre bütüncül strateji; dış politika ile güvenlik, ekonomi, savunma, enerji, ulaştırma, iklim, çevre ve göç gibi alanlar arasında bir köprü vazifesi görerek yeni bir kavramsal ve durumsal farkındalık inşa ediyor. Diğer bir ifade ile bütüncül stratejik yaklaşımda örneğin güvenlik sadece devleti merkeze alan bir şekilde tarif edilmezken savunma da sadece askeri güç olarak ele alınmıyor. Aksine güvenlik insan merkezli, savunma teknoloji merkezli, ekonomi ise toplumsal refah merkezli ele alınıyor. Böylece her bir alan bir bütünün parçası olacak şekilde insani/insancıl diplomasiyi önceleyen, toplumsal refahı genişleten ve nihayetinde demokrasiyi koruyan ve derinleştirecek şekilde inşa ediliyor. Dolayısıyla bütünselik bir taraftan Türkiye için oluşan ve oluşabilecek riskleri minimize ederken, diğer taraftan dış politikayı kriz yöneten bir döngüden çıkaracak her an her koşula hazır olma alanı olarak tarif ediliyor.
Bütüncül stratejinin ikinci unsuru ise dış politika ile yukarıda sayılan alanlar arasında güçlü, dayanıklı ve etkin bir kurumsal mimarinin pekiştirilmesidir. Diğer bir ifade ile Dışişleri Bakanlığı ile Millli Savunma, MİT ile TSK, Enerji Bakanlığı ile Çevre, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile diğer bakanlıklar veya TİKA ile YTB ya da Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar arasında aynı amaca matuf ortak bir stratejik dilin ve perspektifin oluşturularak Cumhurbaşkanlığı altında birleştirilmesi bütüncül stratejinin kurumsal mimari tarafını yansıtıyor. Bütüncül stratejinin üçüncü unsuru ise uygulama aşamasından oluşuyor. Buna göre altı prensip/ilke ortaya koyuluyor. Müzakereci ve çok taraflı diplomasi, önleyici güvenlik, uluslararası hukuk, ekonomik diplomasi, insani diplomasi ve çatışma çözümü.
Güçlendirilmiş Stratejik Özerklik
Beyannamede bütüncül strateji yaklaşımının temel hedefi ise Türkiye'nin özerklik politikasının güçlendirilmesi şeklinde tanımlanıyor. Tam da bu noktada beyannamenin diğer kısımlarının da dikkate alınması gerekir ki özerklik diğer politikalarda da öne çıkan bir yaklaşım olarak yer alıyor. Ekonomi ve ticaret, teknoloji, sanayi, sağlık, ulaştırma, bilişim ve savunma sanayii ile ilgili kısımlarda Türkiye'nin hem kendi kendine yetebilen hem de gerektiğinde kendi başına hareket edebilen bir ülke olması hedefleri dile getiriliyor. Burada özerklik Türkiye'yi uluslararası sistemden izole eden içe kapanmacı bir ülke olarak değil, sistemin aktif ve etkin bir unsuru olarak betimliyor.
Dış politikada ise özerklik; mevcut iddialı politikaların devam ettirilerek Türkiye'nin gerektiğinde çıkarlarını korumak için tek taraflı hareket edebilecek bir kapasite ve kabiliyete kavuşturulmasıdır. Bu noktada özerklik ile askeri caydırıcılık arasında güçlü bir irtibat kurulsa da bu durum sadece askeri gücün kullanılmasını ön gören bir strateji olarak tarif edilmiyor. Bu haliyle ele alındığında güçlendirilmiş özerkliğin iki unsuru olduğu anlaşılıyor.
Birincisi askeri, teknolojik, ekonomik kapasite gibi materyal güç unsurları alanlarında Türkiye'nin karşı karşıya olduğu ve olabileceği risk ve tehditleri ortadan kaldırabilecek ölçüde kendi kapasitesini derinleştirmesidir. İkincisi ise dış, güvenlik, savunma politikaları gibi alanlarda Türkiye'nin bölgesel ve uluslararası sistemdeki değişim dinamiklerini dikkate alarak gerektiğinde kendi politikasını takip edebilmesidir. Söz konusu tercih, Türkiye'yi mevcut ittifak ilişkilerden uzaklaştırmak değil, ittifak dinamiklerinin karmaşıklığı ve etkisizliği gibi durumlardan doğacak riskleri minimize etmektir. Ukrayna gibi hayati çıkarlarının etkilendiği bir krizde bu özerklik dengeli bir politikanın uygulanmasına imkan sağlarken, Ortadoğu gibi çok katmanlı bölgesel denklemlerde güvenli bir politik tercih olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda stratejik özerklik, dış politikanın diğer bütün alanlarla birlikte etkin bir şekilde yürütülmesine olanak tanımaktadır.
Çok Katmanlı Entegre Dış Politika
Güçlendirilmiş stratejik özerklik hedefinin dış politika, güvenlik ve savunma politikalarındaki karşılığı ise beyannamede üç stratejik kuşakta ele alınıyor. Birinci kuşak, komşu ülke ve bölgelerden oluşurken dış politikanın ana hedefi; Türkiye'ye karşı doğabilecek güvenlik risklerini minimize edebilecek asgari koşulların sağlanarak barışçıl ve istikrarlı bir bölgesel düzenin kurulmasına maksimum katkı sunmak olarak tarif ediliyor. Daha somut ifade edildiğinde ise bir taraftan bu kuşakta yer alan sorunların çözümüne yönelik müzakereci diplomasi yöntemi öne çıkarılırken, diğer taraftan Suriye, Irak, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Azerbaycan, Ukrayna ve Karadeniz gibi konularda Türkiye'ye yönelik oldu bittilerin karşısında iddialı bir şekilde durulacağı ifade edilmektedir. Burada dikkat çeken en çarpıcı konu ise Kıbrıs meselesinde iki devletli ve bağımsızlığı tanınmış bir Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik politikadır.
Bu iddialı ve kararlı çerçeveye ek olarak beyannamede son iki yılda takip edilen bölgesel normalleşmenin de söz konusu kuşakta temel stratejik çerçeve olduğu görülmektedir. Söz konusu çerçeve büyük ölçüde AK Parti'nin önceki iktidar dönemlerinde hayata geçirilen "ticaret devleti" fikrinin ikinci versiyonu olarak öne çıkarılmaktadır. Bu mantığa göre normalleşme hız kesmeden devam edecek ve Türkiye'nin bölge ülkeleri ile olan ikili ilişkileri ticari ilişkiler üzerinden derinleştirilecektir.
Çok katmanlı dış politikanın ikinci kuşağında ise Türkiye'nin kıta ölçekli politikalarına yönelik bir çerçeve sunulmaktadır. Burada dikkate çeken ilk husus Yeniden Asya, Afrika, Latin Amerika ve Orta Asya'da genişletilmiş jeopolitik pörtföyün kurumlaştırılarak devam ettirilecek olmasıdır. Bu bölgelerde dış politikanın güvenlik perspektifinden ekonomik perspektife yöneldiği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle birinci kuşaktaki güvenlik öncelikli yaklaşım ikincil kuşakta ekonomik önceliklerle yer değiştirmektedir. Buradaki dış politika hedefi maksimum ekonomik iş birliği ile Türkiye'nin jeo-ekonomik mücadelede özerklik kapasitesini artıracak yeni bir küresel ticaret ekseni inşa etmektir.
Üçüncü kuşak ise Türkiye'nin uluslararası sistemin yeniden reforme edilmesine yönelik zaten var olan politikasını etkin bir şekilde hayata geçirerek başta BM sistemi olmak üzere küresel yönetişim sorunlarının giderilmesine katkı sunmak, küresel sistemin dönüşümünde edilgen ve bekle gör pozisyonuna sahip olmak yerine aktif bir küresel oyuncuya dönüşmektir.
Türkiye Ekseni, özellikle son on yılda Türk dış politikasının stratejik yöneliminin tartışmasız çekirdeği ve özetidir. Söz konusu çerçeve Türkiye'nin nereye ait olduğu tartışmasını da ortadan kaldıran yeni bir cevap niteliği de taşımaktadır. Türkiye'nin Batı ittifakından koparak Rusya'ya, doğuya veya Çin'e yaklaşmakta olduğu yönündeki analizleri de geçersiz kılacak yeni bir stratejik yönelimi betimleyen önemli bir referanstır.
Bu açıdan ele alındığında Türkiye eksenli dış politika, Batı'ya bir alternatif değil Batı karşısında özneliğini ve öznelliğini korumaya devam etme gayreti olarak Türkiye'ye yeni bir jeopolitik kimlik tarifi yapmaktadır. Aynı zamanda yeni bir jeopolitik mücadelenin de başlangıç noktasını oluşturmaktadır.
[Sabah, 22 Nisan 2023].