AK Parti yarın Ankara'da 3. Olağanüstü Kongresi'ni gerçekleştirecek. Kongre "olağanüstü" ibaresini hak edecek önemli değişimler vaat ediyor. Öncelikle, partinin kurucu lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaklaşık iki senelik bir aradan sonra tekrar partinin başına geçecek. Siyasi partilerin modern siyasal hayatın lokomotif kurumları olduğunu hatırlayacak olursak, partinin tekrar kurucu lideriyle bir araya gelecek olmasını partinin adeta ikinci doğumu olarak nitelemek abartı olmaz. Dolayısıyla bunun sıradan bir genel başkan değişimi olmadığını not etmek gerek.
Gerçekten de kongrenin sloganlarına baktığımızda devletin yeniden dizaynı sürecinin arifesinde parti ve ülke siyasetinde bir revizyon gerçekleştirme hedefi olduğunu görüyoruz. Mevcut siyasi tabloda iktidar için alternatifsiz görünse de, AK Parti'nin 15 yıllık sert siyasi ve siyaset-dışı çatışma ortamında doğal olarak yıprandığı ve yenilenmeye ihtiyaç duyduğu açık. Önümüzdeki yeni dönemin geride kalan oligarşik vesayeti yıkma ve akabinde bunun yarattığı kaos ve tepkime dönemlerinden farklı bir vizyona ve enerji yenilenmesine ihtiyaç duyduğu aşikar. Tam da bu noktada kurucu lider ile parti yeniden bir araya getirilerek, yani irade ve enerjileri birleştirilerek "yeni (bir) atılım dönemi"nin hayata geçirilmesine şahit olacağız.
DEMOKRASİ, DEĞİŞİM, REFORM
Meseleyi biraz daha derinleştirecek olursak, kongrenin alt sloganları "demokrasi, değişim ve reform" şeklinde.
Demokrasi ifadesiyle, milli irade olgusunun popüler demokratik bir hareket olan AK Parti açısından taşıdığı hayati öneme vurgu yapıldığını görüyoruz. AK Parti'nin neo-liberal küreselleşme döneminde siyasetin ve toplumun zayıflatılmasına karşı geniş halk kitlelerini özneleştirerek ülke yönetiminde söz sahibi yapmayı vaat eden ve dolayısıyla siyaseti sistemin merkezine çeken bir hareket olduğunu biliyoruz. AK Parti demokrasi ifadesiyle, siyaseti parçalayan liberal demokratik salvolara ve siyaset-dışı odakların girişimlerine karşı durduğu yeri, yani milli iradeyi bir kez daha hatırlatıyor. Bununla birlikte, demokrasi ifadesiyle ülkede kitlelere "özgürleşim" vaat eden "ilerici" yegâne siyasi odağın kendisi olduğunu da ilan etmiş oluyor.
Değişim ise AK Parti'yi iktidara taşıyan ve burada tutan Türkiye sosyolojisinin gerçekleriyle bağına işaret ediyor. AK Parti'nin en büyük sermayesinin ülkede yaşanan sosyolojik dönüşüm ve değişim olduğu bir gerçek. AK Parti'nin Kemalist oligarşiye karşı değişim arzusu içerisindeki toplumsal çevreyi organize edip iktidar ilişkilerini dönüşüme uğrattığını bir kez daha hatırlamakta fayda var. Siyasi alanda dışlanmış toplumsal kesimlerin tanınması ve ekonomi alanında yeniden bölüşümün revize edilmesi iddialarıyla "adalet," uluslararası siyaset alanında ise ülkenin dünyada hak ettiği yeri alması iddiasıyla "kalkınma" değişimin mahiyetini ortaya koyuyordu. Adalet ve Kalkınma partinin isminde cisimleştiği gibi yeni düzenin hangi zeminde kurulacağını ve topluma ne sunduğunu ilan ediyordu.
Toplumsal değişim ile parti arasındaki bağın hâlâ yerli yerinde durduğu, ülkede başka bir iktidar alternatifinin olmamasından anlaşılabilir. Ancak her iktidar yapısı bünyesinde zamanla doğal olarak statükocu eğilimler ortaya çıkarır. Buna ek olarak elit düzeyinde alan paylaşımı konusunda bazı çatışmaların ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Yani bir yandan tabanla parti elitleri arasında yabancılaşma diğer yandan da parti elitlerinin kendi aralarında sürtüşme ve ayrışma peyda olabilir. Bu sorunlar sosyoloji değişmeye devam ederken siyasi partiyi yerinde saymaya mahkûm edebilir. Böylece, toplum ile siyaset alanları arasında ciddi bir senkronizasyon sorunu ortaya çıkar ve nihayet parti siyaseten anlamsızlaşır. ANAP vakası bunun tipik bir örneğidir.
AK Parti de her siyasi parti gibi bu sorunlardan muaf değil. Partide iktisadi ve ideolojik sorunlar temelinde kapsayıcılık sorunu yaşandığı, hem elit hem de kitle siyaseti düzeylerinde partinin tabanının daralma tehlikesinin ortaya çıktığı göz ardı edilemez. Aynı şekilde, özellikle gençlik ve şehirlileşen muhafazakârlar temelinde yeni sosyolojiye ulaşmakta sıkıntı yaşandığı da bir gerçek. Ortaya çıkan bu parti-toplum yarılması, yeni bir siyasi harekete zemin sunacak duruma henüz ulaşmasa da bir an önce üzerine eğilinmesi gereken bir sorun olarak ortada durmaktadır. Dolayısıyla hayati önem taşıyan değişim vaadinin, parti ile toplum arasındaki bağın yeniden tazelenmesi ve partinin elit düzeyinde ittifak çemberinin yeniden gözden geçirilmesi sinyallerini taşıdığını söyleyebiliriz.
ÖNCÜ ADIMLAR
Reform ise dar anlamda 16 Nisan'da kabul edilen yönetim sistemi değişiminin, yani yasama-yürütme ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinin uygulamaya konulmasına, geniş anlamda ise devletin tepeden tırnağa yeniden dizayn edileceğine işaret etmektedir. Kongrenin ülkenin yönetim sisteminde köklü bir değişimin yaşanmasının hemen akabinde gerçekleştiğini unutmamak lazım. Cumhurbaşkanlığı makamı ile ülkenin iktidar partisinin bir araya gelmesi 16 Nisan'da kabul edilen Cumhurbaşkanlığı sisteminin uygulanmasında ilk adımı teşkil ediyor. Hatırlanacağı üzere yeni sistemle yürütmede çift başlılığa son verilmesi öngörülmüştü. Böylece, yürütmenin iki başı, Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık makamlarının birleştirilmesinin öncü adımının (bütünüyle 2019 seçimleriyle olacak) atıldığını görüyoruz.
Sonuç itibariyle, 16 Nisan'daki sistem değişimiyle gücünü artırarak önümüzdeki "inşa dönemi"ne hazır hale gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yeni bir misyon bekliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 15 yıllık süreçte öncelikli misyonu oligarşinin yıkılmasına ve bunun yaratacağı artçı şokların göğüslenmesine liderlik etmesiydi. Bu dönemler başarıyla geçildikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önünde devletin demokratik zeminde yeniden inşa edilmesine liderlik etmesi misyonu var. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı tekrar siyasetin merkezine taşıyacak 21 Mayıs tarihi, hiç şüphesiz bu inşa sürecinin miladını teşkil etmektedir.
[Sabah Perspektif, 20 Mayıs 2017].