Sığınmacılar üzerine üretilen ideolojik hurafelerden bahsediyorum. Çevremizdeki bölgenin ülkemize dayattığı düzensiz göç sorununu ırkçı veya popülist yaklaşımla çözemeyeceğimiz açık.
Rasyonel, uzun vadeli ve kapsamlı bir politika için Türkiye'deki sığınmacı tartışmasını ideolojik hurafelerden arındırmalıyız.
İlk akla geleni, muhalefetin sık söylediği "Şam ile masaya oturursak Suriyelilerin ülkelerine döneceği" hurafesi. Neyse ki bunun sonuç üretmeyeceği artık kamuoyunun malumu.
Yeni bir Suriye denkleminde muhaliflerin korunaklı yeri olmadıkça Suriyeliler geriye dönmeyecek.
Aksine İdlib'deki varlığımızı ve güvenli bölgeleri koruyamazsak yeni sığınmacılar gelebilir.
Afgan Sığınmacılar ve Din Argümanı
İkinci hurafe, iktidarın Suriyeli ve Afgan sığınmacılar üzerinden demografik değişim peşinde olduğu.
Buna dini kisve giydirenler de var. "Koyu dindarlık temelli yeni bir tabaka yaratıldığı" iddiası dillendiriliyor. Hatta ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin oluşturduğu boşlukta hareketlenen Afgan sığınmacıları meselesi üzerinden iktidarın, Taliban tipi İslam anlayışına alan açtığı hurafesi üretiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Taliban konusundaki sözleri çarpıtılıyor. Türkiye'nin farklı renkler içeren İslam anlayışının Taliban'ın sert-selefi anlayışı ile benzer olmadığı açık.
Ancak İslamiyet ortak paydasında olmanın Türk askerinin 20 yıldır Afganistan'daki varlığına katkı sağladığı da ortada. Ankara'nın derdi hem Afgan hükümeti hem de Taliban ile görüşerek Kabil Havalimanı'nın güvenliğini temin etmek.
Bunun da amacı ABD'nin gidişinin ürettiği jeopolitik boşluğun yönetilmesi. Afganistan'a komşu ülkelerin güvenlik sorunlarına ek olarak Afgan sığınmacı riski de gündemde.
Türkiye de Avrupa da yeni Afgan krizinden kaçamaz. Yani Erdoğan'ın derdi ne Taliban'a meşruiyet vermek ne de onların din anlayışı ile örtüşmek.
Afganistan'da siyasi istikrarın hızlıca temin edilmesi için siyasi bir zemin oluşturmak istiyor.
İran üzerinden gelecek Afgan sığınmacı akınını durdurmaya çabalıyor.
Avrupa'nın Yeri ve Muhalefetin Tavrı
Daha çok Batı medyasında görülen üçüncü hurafe, Türkiye'nin sığınmacıları Avrupa'yı baskılamak için kullandığı. "Erdoğan rejimine bu şantajı için müsaade edilmemesi gerektiği."
Halbuki ortak bir sığınmacı politikası oluşturamayan Avrupa, Cenevre Mülteci Sözleşmesi'ni ihlal ediyor.
AB ülkeleri sığınmacılara şiddet kullanarak, sistematik insan hakları ihlalleri işliyor. Tüm AB ülkelerinden daha fazla sığınmacı ağırlayan Türkiye'yi bu konuda eleştirmek Avrupalıların dar çıkarcı ikiyüzlülükleri... Ankara, sığınmacı yükünü paylaşmayan Avrupa başkentlerine ödevlerini hatırlatınca "baskıcı" oluyor.
Bakmayın durmadan Türkiye'nin suçlanmasına, aslında Avrupa'nın sığınmacı sorununa yaklaşımı "Batı değerlerinin iflasının" son göstergesi oldu. Arap isyanları sonrası otoriter rejimleri desteklemeleri yetmezmiş gibi, insanlık dramlarında göstermelik tedbirlerle yetindiler.
Sonra da yabancı ve İslam karşıtı politikalara teslim oldular. Avrupa'nın bugünkü sorumsuz ve korkak tavrı dünkü kolonyal zorba sefaleti ile birleşti.
Dördüncü hurafe de iktidarın Avrupa'nın sığınmacıların yükünü paylaşmamasına göz yumduğu; Avrupa'nın dayatmasını kabul ettiği.
Erdoğan'ın kaç kere proje ile Avrupalı siyasetçilerle müzakere yaptığı, gerekirse onları zorladığı ve kapıları açma uyarısı-uygulaması yaptığı ortada. Batı medyasının bu sebeple yıllardır Erdoğan'ı ötekileştirdiği apaçık. Buna rağmen muhalefetin Avrupa ile çetin müzakere yaparak sığınmacı sorununu çözeceği iddiası hayalci olmaktan öteye geçemez.
Yapılanları yok saymak, denenenleri göz ardı etmek ve sorumluluğunu yerine getirmeyen Avrupalılarla birlikte iktidarı suçlamak bizi çözüme götürmez. Yapılması gereken hurafelerden kurtulup, hep birlikte sığınmacılar konusunda Avrupa'yı baskılamak.
[Sabah, 31 Temmuz 2021].